BASMADAN YAZMAYA: CUMHURİYET DEVRİNDE YAZMA ESERLER

  • Sabah Ülkesi - Cover
  • Mehmet Erken*

    Osmanlı devrindeki basılı kitap sayısı 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren istikrarlı bir şekilde artmış ve 20.yüzyıla gelindiğinde artık yerleşmiş bir kitap piyasası meydana gelmiştir. 1908 sonrasında yaşanan basın patlamasıyla beraber Arda Odabaşı’nın iddia ettiği gibi artık matbuat kapitalizmi diyebileceğimiz bir ekonomik döngü yerleşmiştir.[1] Bu yeni döngü, yazı ve kitap yazmanın ekonomik bir karşılığının olduğu, bir kitabı telif etmek ile onun insanlara yayılmasını sağlamanın eş anlamlar kazanmaya başladığı bir durumu ifade eder. Diğer bir deyişle bir eseri yazdıktan sonra onu yazma olarak tutmak, yaymak, işlemek yerine bunun piyasaya sürülmesi fikri yerleşmiştir.

    Diğer yandan kitap basımının ve matbuat kültürünün yaygınlaştığı bu dönem uzun süren savaşların olduğu ve hem siyasi hem de ekonomik çalkantılar ile malul bir zamandır. Bu çalkantı dönemi kitap piyasası açısından yeni yerleşen dengeleri de yerinden etmiştir. Ahmet Rasim, Balkan Savaşları sonrasında kitap piyasasının ciddi bir çöküş yaşadığını söylemektedir.[2] Savaşların ardından kurulan yeni cumhuriyet ekonomik ve siyasi karışıklığın durulmasını sağlasa da yeni politikalar ve hassaten harf devrimi, Güneş Dil Teorisi gibi yenilikler kitap piyasasını derinden sarsmıştır. En dar anlamda 1908-1940 yılları arasında ama daha da genişletirsek 20. yüzyılın ilk yarısında ekonomik, sosyal ve siyasal hayatın radikal bir dönüşüm geçirmesinin kitap ve yazı telifinde yazarların yine radikal sayılabilecek bir yöne sapmasına sebep olduğu düşünülebilir; basmadan yazmaya dönüş.[3] Yani kitapları müsvedde ya da yayına hazır bir hâlde tamamlamak, ama basımını ve neşrini düşünmemek veya bunu zamana bırakmak.

    Bu konuda ele almak istediğim ilk isim Tahirü’l Mevlevi [Olgun]. Yaptığı kısa süreli memuriyetlerin ve uzun süreli hocalığının yanında dergicilik, kitapçılık, yayıncılık gibi işler de uğraşan Tahirü’l Mevlevi doğrudan matbuatın içinde yaşamış ve matbuatın içinde yer almış bir isimdir. 1920’lerde Teali-i İslam Cemiyetine mensup olmuş ve şapka inkılabına muhalefetten yargılanmıştır. Diğer bir ifadeyle devrimin en soğuk nefesini “ensesinde” hissetmiş, boğazına geçirilen urgan son anda çıkarılmıştır. Bir sürelik suskunluğun ardından 1940’larla beraber yeniden dergilerde yazılar yazan Tahir’ül Mevlevi, hayatının son demlerinde bazı kitaplar neşretmiş olsa da Cumhuriyet devrinde matbuat alanında görece sakin bir hayat yaşamıştır. Fakat Tahirü’l Mevlevi’nin biyografisi ve özellikle bu biyografilerde yer alan “yayınlanmamış eserleri” başlığı karşımıza farklı bir portre çıkarır.  Tahirü’l Mevlevi’nin terekesi varisleri tarafından Süleymaniye Kütüphanesine bağışlanmıştır. Bu terekede yer alan kitaplar arasında Müslümanlıkta İbadet Tarihi, Kameri Aylara Dair Malumat, Siyeri Enbiya gibi yazma hâlde bazı eserleri yer almaktadır.[4] Yine bu terekede yer alan “Matbuat Alemindeki Hayatım” başlıklı hatıratı ise sonraki yıllarda birkaç defa yayınlanmıştır. Kitabın son baskısını yayına hazırlayan Nurcan Boşdurmaz, bu kitabın başlığındaki konu ile sınırlı olmadığını ve esasen yazarın İstiklal Mahkemesinde yapamadığı savunmayı bu kitapta yazdığı kanaatindedir. Bu nedenle de kitaba, Tahirü’l Mevlevi’nin esasında vermek isteyip de veremediğini düşündüğü ismi de ekleyerek yayınlamıştır: İstiklal Mahkemesi Hatıraları. Boşdurmaz kitaba yazdığı sunuşta, Tahirü’l Mevlevi’nin ithaf kısmında yazdıklarının altını çizer; “şahsi hatıratım demek olan bu eser ömrümün tahrire ait vakayiini zabt ve nakledecektir. Ancak bana ait olup başkalarına pek de müfid olamayacağı için neşretmek emeliyle yazmıyorum… Belki vefatımdan sonra kadirşinas birinin eline geçer de rahmetle yâd edilmeme vesile olur.”[5] Tahirü’l Mevlevi’nin bu hatıratın hem ilgi çekmeyeceğini düşünmesi hem de kadirşinas birisi tarafından bir gün yayınlanmasını ümit etmesi, yukarıda dile getirdiklerimizin tercümanı gibidir. Tahirü’l Mevlevi’nin divanının birkaç kütüphanede kopyasının olması, bu düşüncemizi kuvvetlendirmektedir.

    Aynı dönemden bir diğer örneğimiz, Tahirü’l Mevlevi’nin de arkadaşı olan İbnülemin Mahmud Kemal İnal. İbnülemin’in de kimi kitapları için Tahirü’l Mevlevi gibi bir yol izlediği düşünülebilir. Zira kimi kitapları dönemin Millî Eğitim Bakanı’nın talebi ile yine bakanlık tarafından yayınlanan birisinin kütüphanesinde yazdığı, fakat buna rağmen yayınlamadığı kitapların da mevcut bulunması için başka hiçbir makul açıklama yok gibi. Hem de bu eserlerin varlığını, yayınlanmış eserleri içinde zikretmişken, bunları matbaada bastırmamasının en azından temkinli bir tutum olduğu kanaatindeyim. Gazetelerde tam tekmil bir kitap gibi yayınlayıp kitaplaştırmadığı makaleleri, tefrika hâlinde yazdığı edebî eserleri yanında Nûrü’l-Kemâl, İzzü’l-Kemâl, Kemâlü’l-kiyâse fî keşfi’s-siyâse gibi tamamlayıp yayınlamadığı eserleri vardır.[6]

    Burada büyük değişkenin Cumhuriyetin baskı ortamı ve çeşitli devrimleri olduğu tartışmasız olsa da ekonomik ve siyasal zorlukların da kitapların basımına mâni olduğu yahut insanları bu konuda seçici davranmaya zorladığı bir gerçektir. Kilisli Rıfat Bilge’nin hatıratı, kitapların yayınlan(a)mamalarının dönemsel nedenlerine vurgu yapması açısından kıymetlidir. Zikrettiğimiz çalkantılı dönemin tam ortasında ilmî çalışmalarını sürdüren Rıfat Bilge kimi çalışmalarının kaybolduğunu, kimisinin matbaada kaldığını, kimisinin kendisinden alındıktan sonra bir kütüphaneye konulduğunu söyler.[7] Hatta Dîvânu Lügati’t-Türk’ün uzun süren tercüme ve basımına dair bir noktada “tercümenin bitimi harb-i umumi’nin sonuna rast geldi. Encümen dağılmıştı. Kitap basma zamanı değildi, onun için bekledim durdum,” diyerek, sürecin normalliğini dile getirir.[8] Yine Evliya Çelebi’nin Seyahatname’sinin 8 cildini yayına hazırladıktan sonra harf inkılabının olduğunu ve kalan ciltlerin basımının gündemden çıktığını söyler. Gerçekten de savaş dönemi boyunca daralan kitap piyasası toparlanmaya başladığı esnada harf devrimi gerçekleşmiş ve kitapçılar zor bir döneme girmiştir. Bu süreçte bastıkları kitaplar ellerinde kalan kitapçılar aynı zamanda ellerindeki hurufatı hurdaya çıkarmak ve yeni hurufat almak zorunda kalmışlardır. Bu maddi zorluklara yeni basılan kitapları okuyacak bir okur kitlesinin bulunmayışı da eklenince kitapçılar ciddi bir nekahet dönemine girmiştir.[9]

    Bu noktada şöyle bir soru akla geliyor, insanların basılı kitap okudukları bir dönemde, basılmayacağını bile bile bu denli uğraşa girmenin sebebi neydi? Hiç kimse bu konuda açıktan bir beyanda bulunmasa da benim düşüncem bunun bir mücadele yöntemi olduğu yönünde. Ahmed Hamdi Tanpınar’ın, Hoş Sada kitabının sunuşunda İbnülemin’e dair tasvirleri bu açıdan kıymetli; “Bir eser, bir isim, bir müşahede, yıkılanın bir zerresi, ne olursa olsun o daima bir şeyler kurtarmağa mecburdu. Son Hattatlar’da bazan yalnızca bir ismi anmak ona yetiyordu. Son Asır Türk Şairleri’nin anketi abese kadar gider, ömründe tek manzume, hatta tek mısra yazmış insanların hepsi bu acayip ‘sormagir’ mahallesindedir. Çünkü muharrir için kurtardığı şeylerin kıymetli olması behemehal şart değildi. Kurtarılmış olmaları mühimdi.”[10]

    Bu yazı için örnek olarak seçtiğimiz üç önemli isim gibi Süheyl Ünver, Ahmet Avni Konuk, Seyfettin Özege, Tahir Harimi Balcıoğlu’nu da bu kapsamda anmak mümkündür. Bu isimlerin şansı, sonraki yıllarda kimi eserlerinin yayınlanmış olmasıdır. Bu önemli isimlerin yanında Türkiye’nin yazma eser kütüphanelerinde yüzeysel bir araştırma yapıldığında dahi hâlen yazma olarak duran pek çok kitabın varlığı dikkat çeker. Örneğin İstanbul Üniversitesinin ilk kütüphane müdürü olan Sabri Kalkandelen’in divanı üniversitenin kütüphanesinde yazma olarak bulunmaktadır. Yine aynı kütüphanede Raşid Bener’in hazırladığı muhallet bir Tabiat Bilgisi Sözlüğü yazması vardır. Kimi zaman risale boyutunda kimi zaman da geniş kitap boyutunda hepsi Cumhuriyet döneminde yazılmış pek çok yazma eser Türkiye’nin farklı kütüphanelerinde beklemektedir.[11]

    Şimdiye dek daha ziyade merkez illerde yaşayan ve terekesi bir şekilde kütüphanelere intikal edebilmiş isimlerden bahsettik. Evlerde, şahsi kütüphanelerde, hatta kimi camilerde bulunan kütüphanelerde de benzer örnekler vardır. Bu konuda en mümbit bölge Kürt medreseleri ve hocalarıdır. Cumhuriyet döneminde yaşayan hocaların neredeyse hepsinin biyografisi, hocaların yazma hâldeki kitaplarından bahseder.[12] Fakat bu kitaplar Arapça ya da Kürtçedir. Dolayısıyla dizdirilip, bastırılıp satılması “zaten” mümkün olamamıştır. Bu dönemde eser kaleme alan az sayıdaki hoca, kitapların komşu ülkelerde bastırmış olsa da çoğunluk için kitaplar kütüphanelerde kalmıştır. Bu anlamda yakın zamanda de iki ayrı hoca tarafından ayrı ayrı yayınlanan ilginç bir örnek Birketü’l Kelimât kitabıdır. Norşin Dergahı’nın önemli şeyhlerinden Fethullah Verkanisî’nin torunu 2011 yılında vefat eden molla Asım Ohini [Türel]’in kaleme aldığı ve dergâhın kütüphanesinde yazma olarak bulunan eser Mevlânâ Halid-i Bağdadi’den kendisine gelen silsilenin menakıbnâmesidir.[13]

    Bir eseri yazma olarak kaleme alıp basılmasını zamana bırakmak bir usul olarak sonraki zamanlarda da -özellikle yasak ortamlarının keskinleştiği dönemlerde- kullanılmıştır. Bu yazıya ilham olan örneklerden bir tanesi, 1990’ların sonunda alınmış bir fotokopi idi. Trabzon’da faaliyet gösteren gayr-i resmi medreselerde okutulan, yazma hâlinde fakat fotokopi olarak çoğaltılan Adem Özgören’in kaleme aldığı Suverü’t-Takrib kitabı, sonraki yıllarda kitap olarak da basılmıştır.

    Netice itibariyle, her dönemde insanlar siyasal ve toplumsal olaylara karşı farklı refleksler göstermişlerdir. Türkiye tarihinin en karmaşık döneminin yeterince araştırılmamış olması, kişilerin biyografilerinin ve yaşanan olayların siyasi sonuçları üzerinden değerlendirilmesinin, Osmanlı’dan Cumhuriyete geçişi, Türkiye’nin modernleşme sürecini anlamamızı zorlaştırdığı söylenebilir. Yazı boyunca ele aldığımız gibi ortak bir karara dayanmayan fakat pek çok insanın ortaklaştığı bu tür eylemlerin ortaya çıkarılmasının temelde Cumhuriyet tarihini, özelde ise kültür tarihini farklı yönlerden anlamamıza alan açacaktır.

     

    *Dr., İstanbul Üniversitesi.

     

    [1] İ Arda Odabaşı, Osmanli Matbuat Kapitalizmi ve Milliyetçilik (1913-1914) (Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 2021).

    [2] Ahmet Râsim, Muharrir Bu Ya (MEB, 1989).

    [3] Osmanlı-İslam dünyasında matbaa ve kitap tarihine dair literatür yazmadan basmaya geçişin ilk aşamalarına büyük bir önem vermektedir. Müteferrika’dan Tanzimat’a kadarki dönem bu geçişin yaşandığı, incunabula dönemi olarak da incelenmektedir. Yazmadan basmaya geçişe işaret eden, bunu vurgulayan veya tamamen içeren pek çok müstakil kitap, makale ve sergi düzenlenmiştir. Bu başlık ve kullanım ile basmadan yazmaya geçişin, matbu kitap tarihi literatürü ile ilişkisine işaret edilmektedir.

    [4] Son yıllarda Büyüyenay Yayınevi Tahirü’l Mevlevi’nin kitaplarını seri hâlde yayınlamaktadır. Yayınlanan kitaplar arasında dergilerde yayınlanan yazılarının derlemeleri ile beraber yayına hazır hâle getirip yayınlamadığı kitapları da mevcuttur. Tahirü’l Mevlevi’nin hayatı ve yayınlanmış-yayınlanmamış eserleri için ayrıca bkz. Alim Kahraman, „Tâhirülmevlevî“, TDV İslâm Ansiklopedisi, https://islamansiklopedisi.org.tr/tahirulmevlevi (23.08.2024).

    [5] Tahirü’l Mevlevi, İstiklal Mahkemesi Hatıraları, ed. Nurcan Boşdurmaz (Büyüyenay, 2021).

    [6] Son yıllarda İbnülemin’e dair de yükselen bir ilginin varlığının altını çizmemiz gerekir. Uzun yıllardır baskısı olmayan Son Şairler, Hoş Sada gibi eserlerinin yeniden yayınlanması yanında zikrettiğimiz eserlerden Şerhü’s-Siyase kitabı da yayınlanmıştır. Yeni başlayan yayın dizileri içinde bu eserlerin yer alması, önümüzdeki yıllarda yayınlanmamış diğer kitapların da yayınlanacağına dair beklenti oluşturmuştur.

    [7] Hayatı ve eserlerine dair bkz. Ömer Faruk Akün, „Kilisli Rifat Bilge“, TDV İslâm Ansiklopedisi, https://islamansiklopedisi.org.tr/kilisli-rifat-bilge (19.08.2024).

    [8] Muallim Kilisli Rifat Bilge, Bildiklerim (Ötüken Neşriyat, 2024), 32.

    [9] Aynı dertten mustarip süreli yayınlar için devlet tarafından kimi maddi destekler sağlanmış olsa da kitapçılar bundan da mahrum kalmıştır. Konuya dair detaylar için bkz. Niyazi Çiçek – Nurhan Kabakulak, “Harf Devrimi’nin İstanbul Kitapçilarina Ekonomik Etkileri”, Türkiyat Mecmuası 27/1 (21 Haziran 2017), 121-137.

    [10]  Ahmed Hamdi Tanpınar “İbnülemin Mahmut Kemal’e Dair” içinde İnal, İbnülemin Mahmut Kemal Son Sadrazamlar. İstanbul: Dergah Yayınları 1982. sf. XIX

    [11] Teberrüken birkaç künyeyi buraya ekleyebiliriz; Rizeli Hâfız Hulûsî b. Hasan Efendi. Hikemiyyât-ı Kelîm-i Hemedânî. 1933. Niyazi Çiçek – Nurhan Kabakulak, “HARF DEVRİMİ’NİN İSTANBUL KİTAPÇILARINA EKONOMİK ETKİLERİ”, Türkiyat Mecmuası 27/1 (21 Haziran 2017), 121-137.; İbnü’l-Arabî (eş-Şeyhu’l-Ekber), Muhyiddin Muhammed b. Ali b. Muhammed el-Endelüsî el-Arabî et-Tâ’î el-Hâtimî.. Tercüme-i Risâletü’l-Ehadiyye fî Esrâri’t-Tevhîd.. 1954 Eylül 8 – 1374 Muharrem 10.. https://portal.yek.gov.tr/works/detail/675716; İshak et-Tokadi. Risaletu Aleti’l-Usturlab.. 1 Ramazan 1365 / 30 Temmuz 1946., https://portal.yek.gov.tr/works/detail/676609; Mevlana Muhammed Ali. İslâm Dîni. 1943. https://portal.yek.gov.tr/works/detail/353932

    [12] Cumhuriyet dönemi Kürt mollalarına dair bkz. Kadri Yıldırım, Kürt Medreseleri ve Alimleri (3 Cilt) (Avesta Basın Yayın, 2018).

    [13] Şeyh Muhammed Asım Oxini, Birketü’l-Kelimat Menkıbeler Havuzu, çev. Kadri Yıldırım (Avesta Basın Yayın, 2017); İbrahim Baz, Şeyh Asım Ohini ve Birketül Kelimat Fi Menakıbi Badis Sadat İsimli Eseri (Nizamiye Akademi, 2018).