KORKULARI ISLAH ETMEK
Ahmet Aydın
Çocukken, neden bilmem, karanlıktan çok korkardım. Evde yalnız kaldığım bir akşamı unutamıyorum. Mevsim kış. Güneş çoktan batmış. Annem işteydi. Kanepede oturmuş televizyon izliyordum ve hareket etmekten korkuyordum. Hareket edersem koltuğun arkasındaki canavarların bana saldıracağını düşünüyordum. Bu yüzden beni alması için teyzemi aramaya karar verdim. Telefona kadar nasıl gittiğim bugün hâlâ benim için bir muamma. Hafızama kazınan şey, kapı zilinin çaldığı andı. Kapıyı açmam gerekiyordu. Kapıya kadar gitmeye cesaretim olsaydı, zaten evde tek başıma kalabilirdim. Kapı zili tekrar çaldı. Artık “ölmeyi” göze aldım ve gözyaşları içinde ayağa kalktım. Canavarların peşimden gelmesinin artık bir önemi yoktu. Kapıyı açtım ve ceketimi almadan dışarı çıktım. O günü atlattım ama asla unutmadım. Küçük bir çocukken korkuların insanlara neler yapabileceğini fark ettim ve normal bir hayat sürmek istiyorsam korkumun üstesinden gelmem gerektiğini anladım.
Geceleri dışarıda olmak bana imkânsız gibi geliyordu. Büyükbabam düzenli olarak gece vardiyasında çalışırdı. Bir gün büyükanneme büyükbabamın gece dışarı çıkmaktan korkup korkmadığını sordum. Soruyu anladı mı bilmiyorum. Cevabı da hatırlamıyorum. Ama karanlık korkumun üstesinden gelmek gibi bir zorlukla karşı karşıyaydım.
Korku motive eder: Batman, Goethe ve diğer kahramanlar
Uzun bir süre, bu dehşet verici korkulara sahip olan tek kişinin ben olduğumu düşündüm. Ancak yaşım ilerledikçe Batman gibi kurgusal bir kahramanın bile korktuğunu öğrendim. Batman yarasalardan korkuyordu. Eski bir psikiyatrist olan Scarecrow bir korku gazı geliştirmişti. Onu soluyan herkes halüsinasyonlar görüyor ve korkusuyla yüzleşiyordu. Gazı soluyan Batman ailesinin öldürüldüğü ve yarasalar gördü. Başkalarına yarasa gibi görünen, geceleri suçluları ve katilleri korkutan bu adamın kendisi yarasalardan korkuyordu. Hizmetkârı Alfred, Batman’e neden yarasa olmayı seçtiğini sorduğunda şöyle cevap verir: “Çünkü yarasalar beni korkutuyor. Düşmanlarımın da benim korkumu paylaşmasının zamanı geldi.” Batman, korkusunun üstesinden gelmek için korkunun kendisi olmaya karar verdi. Onu korkutan şeyin rolünü üstlenerek korkusunun üstesinden gelmek istedi. Hz. Ali, anlamadığımız şeylerden korktuğumuzu söyler. “Anlamadığımız şeylerden korkarız.” Bu tecrübe ile de sabittir. Batman korkusunu anlamak için korktuğu şeye dönüştü. Bunu yaparken de bize korkusuyla başa çıkmanın bir yolunu öğretti: Sizi korkutan şeyin bakış açısını benimseyin. Bu yöntem Batı’nın en büyük şair ve düşünürlerinden biri tarafından da kullanılmıştır.
Goethe, Batman’den tamamen farklı bir zorlukla karşı karşıyaydı. Goethe, çok sevdiği Avrupa’nın İslam korkusunu yenmesini istiyor bunun için mücadele ediyordu. Goethe’nin zamanında Kuran sadece Müslümanlara karşı argüman geliştirmek için tercüme ediliyordu. Ancak Alman şairlerin ustası, Kuran’ı ve Müslüman şair ve düşünürleri başka saiklerle okudu. Anlamak istiyordu. Tüm Avrupa’ya İslam korkusu hâkimken, Goethe daha önce hiçbir Avrupalı şair ya da düşünürün yapmadığı bir şey yaptı: Müslümanların bakış açısını benimsedi. Goethe, Batı-Doğu Divanı’nda Müslümanların bakış açısıyla yazdı. Bu durum Müslümanların Goethe’nin Müslüman olduğunu düşünmelerine yol açsa da Goethe sadece Batı’nın ufkunu genişletmek istemişti. Müslümanların nasıl düşündüğü görüldüğünde Avrupa’nın daha da gelişeceğini ümit ediyordu. Ne yazık ki çok az insan Goethe’nin niyetini anladı. İslam’ın manevi hazinesinden şiirleriyle aktardıklarıyla, Almanya ve Avrupa’yı kültürel açıdan geliştirmeyi ve zenginleştirmeyi amaçlıyordu. Onun yaşam felsefesi şuydu: Kendini daha yüksek bir kültürel seviyeye çıkarmak için diğer kültürlerden doğruyu, iyiyi ve güzeli al ve özümse. Bu, en önemli temsilcisi Goethe olan Weimar Okulunun sloganıydı.
Batman korkusunu yenmek için yarasa rolünü üstlenirken, Goethe de Batı’nın İslam korkusunu yenmesine yardımcı olmak için Müslüman rolünü üstlendi. Batman kendi korkusunun üstesinden geldi. Goethe, yabancı olduğu varsayılan şeyleri daha tanıdık hâle getirerek başkalarının korkularını yenmelerine yardımcı olmak istedi. Korkunun çeşitli biçimleri olmasaydı Batman de Goethe de olağanüstü başarılarını elde edemezlerdi.
Aynı durum tarihe adını yazdırmış diğer şahsiyetler için de geçerlidir. Ampulün mucidi olarak kabul edilen Thomas Alva Edison’un karanlıktan korktuğu söylenir. Evet, büyük mucit Thomas Alva Edison, tıpkı benim küçük bir çocukken korktuğum gibi karanlıktan korkuyordu. Bu korku onu ampulü geliştirmeye itti. Korku kendi başına ne iyi ne de kötüdür. Çünkü herkesin bazen açıklayabildiği bazen de açıklayamadığı korkuları vardır. Belirleyici olan insanların korkularıyla nasıl başa çıktığıdır.
İnsan doğası: Korkular nasıl ortaya çıkar?
Korku geleceğimi engelleyen bir duvar mı yoksa hayatımda beni ileriye götüren bir teşvik unsuru mu? Thomas Alva Edison karanlık korkusuyla yüzleşerek tüm insanlığın hayatını zenginleştirdi. Korkusunu kabul eden ve bunun üstesinden gelmeye çalışan herkes sadece kendisi için iyi bir şey yapmış olmaz. Böylesi insanların başka insanlara da yardımı dokunur. Bir kültürü büyük yapan şey tek tek insanlar ve onların korkularının üstesinden gelme şekilleridir. İnsanlar tam olarak neden korkarlar? Bu sorunun temeline inmek için insan doğasını anlamaya çalışmamız gerekir.
İnsan, bedeni ile hayvanlar dünyasına bağlı iken zihni ile onlardan ayrılır. İnsan duyusal algılarıyla kayıtlı ve kısıtlıdır çoğu zaman. Dünya hakkında çoğu bilgimizin kaynağı duyularımızdır. Johann Gottfried Herder Antropoloji’sinde insanın insan olabilmesi için önce kendini eğitmesi gerektiğini yazar. İnsan sadece görünüşte bir insan olarak doğar. Eğitim olmadan insan insan değildir. Eğitim “ikinci doğumdur”; insanı insan yapan budur. Bunu “insanlık için eğitim” olarak adlandırır. Herder, insanın kendisini insanlık için eğitmesini insan türünün yaşam amacı olarak görür. Herder çalışmasında bunun nasıl olabileceği konusunda ayrıntılara giriyor ancak konumuz bu değil. Herder’in hayattaki en büyük korkusunun insanlığını yeterince geliştirememek olduğunu söyleyebiliriz. Çünkü bu, hayattaki amacını yerine getirmediği anlamına gelecektir. Peki bu korkunun nedeni ne?
Herder’in yaşadığı dönem olan 1800’lerde insanların düşünce ufukları sadece yaşadıkları köyle sınırlı değildi. Büyük şahsiyetlerin biyografilerini okuyorlardı. Plutarkhos ve Homeros’un eserlerine sıkça başvuruluyordu. Weimar’da düzenlenen okuma toplantılarının değişmeyen bir gündemi vardı: “İnsan olma potansiyelimi geliştirmek için imkân ve yeteneklerimi kullanmazsam bana ne olacak? Ne olacağım? Hayattaki amacımı gerçekleştirmiş olacak mıyım?” Bu ve benzeri sorular onların daha asil korkular geliştirmelerini sağladı. Herder diğer insanların hayatlarına nasıl anlam kattıklarını okuyarak değişti.
Temel fiziksel ihtiyaçları karşılayamama korkusu var olmaya devam edecek. Hayatın temel gerçeği bu. Ancak geçmişte insanların hayatlarının anlamını nasıl tanımladıklarına dair bilgi, korkularımızı değiştirerek, kendimiz ve hayatımızın anlamı üzerine düşünmeyi sağlayabilir. Pahalı bir araba kullanmadığınızda diğer insanların size tepeden bakmasından daha asil şeylerden korkmak mümkündür. Hayallerinizdeki kadınla evlenecek kadar zengin olmamaktan ya da ünlü restoranlarda yemek yememiş olmaktan başka şeylerden de korkulabilir.
Bir insanın nelerden korktuğuna bakarak neleri deneyimlediğini ve neler hakkında ne kadar bilgi sahibi olduğunu tahmin edebilirsiniz. Weimar’ın bilge insanları, geçmişteki büyük şahsiyetlerin insani potansiyellerini nasıl geliştirdiklerini okumamış olsalardı, insanlıklarını yeterince geliştirememe korkusuna sahip olmazlardı. Kitaplar ve tiyatro sayesinde tarihteki büyük şahsiyetleri tanıdılar. Bu onlara “büyüme” şansı verdi. İnsanlıklarını yeterince geliştirememekten duydukları korku onları aktif olmaya itti. İnsanlıklarını geliştirmemeyi hayattaki amaçlarını yerine getirememekle eş tuttular.
Korkular değişebilir mi?
Karanlık korkumun üstesinden geldim. Farklı korkularım oldu sonra. Korkularım değişti, çeşitlendi. Bazıları yok oldu. Ama korku, dünyada daha dikkatli yürümemi sağladı. Korku başkalarının fark edemeyeceği şeyleri fark etmemi sağladı, hayal gücümü zenginleştirdi. Weimar’ın bilge adamları gibi ben de tarih okudum. Bu bende bir korkunun diğerlerinden daha ağır basmasına yol açtı: Hayatın güzelliğini ıskalama korkusu. Bu korku kendimi öfke, kızgınlık ve şikâyet sarmalı içinde kaybetme tehlikesi yaşadığımda tekrar tekrar durup davranışlarımı ve odağımı düzeltmeme neden oluyor. Çünkü ister karanlıkta ister gün ışığında ister Doğu’da ister Batı’da olsun, güzelliği görememek benim en büyük korkumdur. Bu korku beni farklı dünyaların kültürel zenginlikleriyle meşgul olmaya ve kalbimi zenginleştirmeye itiyor. Kalbi selim sahibi olamamak kendimde içkin olan “insan” potansiyelimi kullanmamak anlamına geliyor. Ve bu bana ölümden daha kötü görünüyor. Bu korkuyu bazı büyük şahsiyetlerle olan ilişkim sayesinde geliştirdiğim için hepsine minnettarım.