ÇAĞRILMAYAN YAKUP ÜZERİNE
Güçlü Ateşoğlu*
Açıklamayı anlamaktan daha öte tutuyorum, fakat bu doğa bilimlerine dayalı bir açıklama değil; ve fakat, dinlemek daha zeminde görünüyor. Kediyi dinlemek, kuşları dinlemek, bir insanı veyahut, en genelinde doğayı dinlemek… Bu bir şiir ve musiki, birbirlerinden ayrılamayacak şeyler. Her zaman bir ölçü olması gerekmiyor, fakat ölçüyü kaldırmak, dolayısıyla yöntemi kaldırmakta da bir ölçü var mı? İkinci Yeni’de bu ölçü-karşıtlığı Divan Edebiyatı’ndan maruz ve müstakil miydi? İç ses hep devam eder, bunun bir kopuş olması gerekmiyor, ses terennüm eder kopmaya çalışanda, bu yüzden bitmez bir bedende ve tinde.
Kimi zaman sorularda, sorularla kalacak yorumlar, aporetik, aporiaya dayalı. Sokratesçi diyaloglarda da bu yok mu? Açımlama, yorumlama, değerlendirme yeni açıklamalara götürmek için var. Buna şiiri sadece şairi açıklayabilir demek için değil, açımlayanın ifadesinin zamanda ve zamanla kuvvet derecesini artırmasıyla ölçülür demek için söyledim. Çağrılmayan Yakup da böyle.[1]
Belki de hepimiz “Çağrılmayan Yakup”larız. Çağrı bir yerden gelir, fakat Yakuplar, onlar alanına da mahkûm değiliz. “Ben, yani Yakup, her türlü çağrılmanın olağan şekli / Daha hiç çağrılmadım / Biri olsun ‘Yakup!’ diye seslenmedi hiç” diyor Cansever. Yakup’un Yakub olamamasıyla ilişkili. Kişi olamamasıyla, sıradan olmasıyla. Cansever kişi olmayı hukuki özne olmaktan öte tutar; Yakub, Yakupları kapsayan ve aşan, Hegel’in deyişiyle Aufhebung’dur. Tüm Ademoğullarının Âdem olması gibi, ya da Havva kızlarının Havva olması gibi. Burada abartılacak bir şey olmamalı; “şair, tüm insanlığın arketipidir” demek yeridir.
Alman Romantizminin “gece kavramı”nı merkeze aldığını biliyoruz. Novalis bunun en önemli şairidir. Cansever’in şu dizelerini alalım: “Geceden kalma bir lamba yanıyordu, açık / Bir pencerenin sokağa doğru içinde / Bu uyum korkunçtur Yakup! / Yakub’un olması korkunçluğudur bu / Dünyanın insana doğru içinde.” Homojenlik, iç dünya ile dış dünyanın, yalan bir uyum içinde olmasını gerektiriyorsa, Yakub orada yoktur; Dünyanın insana doğru içinde olması şair için kabul edilmez, sıradanlığa karşıdır çünkü. Hep şu soruyu sordurur üstat: Yakub kişi mi, Yakup da sıradan insan mı? Düşüncem bu yönde, filozoflardan yana, özellikle Hegel’in Tinin Fenomenolojisi’nde işlenen, sıradan insan ile filozof olan, dolayısıyla, felsefi bilimi bilen arasındaki ilişkinin ve ayrılmanın konu edilmesi anlamında.
“Yakup”, dediği gibi üstadın, “Yakubun hiç çağrılmamış şekli.” “Bir gündü ve yaşar gibi kaldığım bir yaşama içinde / Ve yollarda ölü baykuşlar bulduğum / Bir ölünün günü boyayan renginde…” Bilgeler arasında bilgeyi işlediği yerde, baykuş ile bilge insan arasında ilişki kurar: “(Kim bilir ne diyordu bir baykuş yaratıldığına / Bir baykuş tarafından / Ve bütün baykuşlar o bütün baykuşların arasında ne oluyordu / Ben ne oluyordum.)” Daha önce söylediğim, Âdem ve Âdemoğulları mı acaba dediği, yoksa Âdemoğulları içindeki farklılık mı?
Yakup’un sıradan/gündelik insan olmasına bir nişane de şudur: “Bir otobüse bindiğim, biletçinin bilet bile kesmek istemediği ben / Kendimi koruyordum / Bunu bana Yakup söyledi…” Yine de kendisini koruyan Yakup’tu, sıradan olandı, Yakub’a götüren. Ona sıradanlığını aştıran çağrı, Yakup’tan gelen, “özgür ve cezasız olması”yıdı. Vicdandı demeyeceğim, iç sesiydi Yakub’a götüren. Bana düşecek yorum, ceza ya da kötülük, Yakup, yani sıradan insan için değil; Âdem’in ilksel kötülükten payını alıp da insanlığa bu bakiyenin kalmasıyla ilişkili ve tartışmalı.
Ömrü tamamlamayı bekleyen insanlar: “Ve onlar bir zamanı tamamladılar, öyle yaptılar / Ve sordum / Yakup daha başka nasıl bir Yakup olsun / Ve onlar nasıl daha başka nasıl bir onlar olsunlar ki” Burada Yakup’u “onlar”dan ayırma isteği olsa da Yakup onun içine düşer. Burada bireyden kişiye doğru gitmede, sıradan olanı aşacak Yakup’u Yakub olarak görme düşüncesi var. Birey olandan kişiye, bize gitmeye doğru gitme düşüncesi felsefi bir çabanın şiirdeki izdüşümüdür.
“Kendime bir isim düşünerek / Birden ki bir isim düşünerek kendime. Hayır, bu kimse değil / Ancak gelebildim…” Kimse yine onları çağrıştırıyor, o kim olduğunu sorguluyor. Ömür değil tamamlanmayı bekleyen, daha doğru ifadeyle, ömür değildir Yakupların tamamlanmasını beklediği, aslolan ömür değil, zamanda kalıcılığı yaşamış kişidir, Yakub’dur.
“Bir şey ki seni çağırıyor, o şimdi ne olmalı / Gene bir Yakup olmalı bu, Yakup” derken, Yakub mu Yakup’u çağıyor? Yakub zamansız; Yakup zamanlı. “Gene bir Yakup olmalı bu, Yakup” derken de buna hep geri dönüşü ifade ediyor. Sıradanlığın devamı… Soru şu: Yakub bir ide gibi mi, Yakup onun değilmiş şekli mi? Zaman ile mekânsızlığın ötesinde olduğunu ve kendi tümelliğinde Yakup’u içermesinin, sonsuz olmasının, kronolojik bir zamana işaret etmemesinin nedeni, “Saat on ikiyi gösteriyordu ki, ben nerdeydim / Bir zamansızlığın Yakuba doğru içinde…” Sonsuz olanla sonlu olan, zaman ve mekân arasındaki ayrımı ve ilişkiyi koyuyor şiir.
Şimdiki uğrak, dinlemekle alâkalı. Susmak, sessizlik ile dinleme arasında gidip geliyor şairler. Hem susmak, hem sessizlik hem de dinlemek. Gadamer’in dediği gibi, “Soru, şairlerin sessiz olup olmadığı değil, kulağımızın duyacak kadar keskin olup olmadığıdır.”[2] Mesele diyaloğun kendisini nasıl kurduğuyla alâkalı. Şair insanın arketipidir kavrayışında, onun eserinin mümkün insan deneyiminin özünü temsil etmesi düşüncesi var. Homeros ya da Dante “burada ve her zaman olan” şairane şahsiyetler. Kierkegaard da her biriminizin o olduğu tek birey diyor!
Cansever’e dönecek olursak; “Adam içinden bağırdıkça dünya / Ters yönden yaratılıyordu, diyebilirim” diyor. Soru şurada şekillenebilir: Bu içsellik ya da öznellik içeren, realist olmayan bir şiir mi? “Bir at arabasının aynaya doğru büyüyen içinde / Onu ben taşıtmak istiyorum, caddelerin / İntiharlara doğru büyüyen içinde” derken de yine dıştan içe bir hareket ortaya çıkıyor. “… Ve biraz hiç çağrılmamaktan yapılmış Yakup / Uyumak istiyorum.” “Yapılmış” olan, kurgusal olan, zoraki insan edilen. Uyumak istemesinin nedeni, bütün gün çok yorulması; peki neden yorulmuş olabilir? Hep dışındakilerle hemhâl olmak zorunda kaldığı için, içine, içe dönemediği için. “Bir at arabasının aynaya doğru büyüyen içinde” derken de kastettiği bu.
Anlatılan tüm şeyler, ya da yaşanılan dış deneyimler, tecrübeler gelip geçiyor, geçmiş oluyor, unutulan geçmiş belki de; yaşayanın biteviye, sürekli ve yine, bir yokluğa büyümesi; iç, bir girdaba, büyüyen bir yokluğa dönüşüyor. Varlık-hiçlik-oluş… Oluş, olagelme kendini oluşturmaya denk gelmiyor: “Ve sabah bunları bir bir kendime anlatacağım / Yakubun gene bir yokluğa doğru büyüyen içinde.” Yakup’un Yakub olamayışının zemininde, Fichte ve Alman Romantikleri gibi bir yaklaşma çabası, ama o zeminin girdabı, uçurumu, belirsizliği ve imkânsızlığı var, “gece” var. Yine de “Ben kendi yarattığım bir yoldan geçiyorum” diyor. Bu da Cansever’i Fichte’yle ve Alman Romantikleriyle birleştiren bir nokta. Karşıtlıkları sergileme, insanın çelişkisini ortaya koyma. “… yarattığım bir yolda duruyorum.” Gadamer’in “dinlemek” dediği şeyle “durmak” arasında, “durmayı bilmek” arasında bir ilişki var. Durmayı bilen dinlemeyi de bilir; aksi, keskin kulakların olmaması demektir.
Aynı düşüncenin bir diğer aksı, doğa-ahlâk ikiliğini kastetmesiyle alâkalı, veyahut birlikteliği. İlginç bir şekilde Kant’ı hatırlatan bir dize: “Üstümde gök olarak içimde hayatın bir olduğu / Yani gerekli bir olmanın yüküyüm sanki anladığıma göre.” Gerekli olmanın yüküyüm sözü olması gerekene ve yükümlülüğe denk gelir gibi; fakat görevin seni çağırması gibi değil, belirlenimin/dünyada yer tutmanın bir ifadesi. Gadamer de poetik sözün ayırt edici karakterine vurgu yaparken şairin bu çağda bir element gibi, asli öğe gibi nasıl yer alacağını sorguluyordu; tıpkı doğadaki toprak, su, hava, ateş gibi; tinsel dünyanın oluşturucu öğesi olması gibi. Filozof ya da şair böyle bir dünyanın oluşturucu öğesi nasıl olur? Burada özgürlükle zorunluluğu yan yana düşünmenin sorgulandığını görüyoruz.
“Yaşamaya yeni çıkmış sözlerindeyim onların / Bir iğde fidanı gibi…” Sabahın ve kendisinin bir başlangıç düşüncesi olması gibi geldi. Şairin dil kullanan, eksik kullanan, çocukça kullanan –Alman Romantikleri sıkça kullanır çocuk sözcüğünü– herkesin zemininde bir “Ur”, bir kök olması mı acaba kastedilen? Başlangıçla yaratma edimi arasında, Yakub’a hep yaklaşılan fakat sıradan olanda, Yakup’ta geri düşen… Gadamer, “Ağ –balıkçının dediği gibi durmak (stehen) zorundadır. Bu tartmanın/ağırlığı vermenin (Beschwerens) tereddüdür: Kişi zorunlu/gerekli değişken dengeyi elde etmek için, bir şeylerin eklenmesi gerekip gerekmediğini, deyim yerindeyse parmak uçlarıyla tartmalıdır” diyor. İkinci Yeni’nin tereddüdü vardır ama ölçüyü ön plana almaz, ya da bunu ön plana almaz. Gelgelelim, Gadamer’in tartma sözünde deneyimin asliliği var, bu paralellik olarak görülebilir.
Ağ oltacısının o durması, tartması bir sessizlik ve dinleme edimidir, yaratırken… Edip Cansever, İki Satır, İki Satırdır’da, “Uzun süre susmak şiire de benziyor. Şiir sessizlikte mayalanır çünkü, sessizlikte insanlaşır” diyor. Burada salt öznellik yok; dinlemek, diyaloğu sessiz kalarak da sürdürmek var, çelişkileri görerek. Şiir kavramsaldır Cansever için, hayal-gücüne dayalı olsa da; ve fakat gerçekliğin çelişkileriyle yüz yüze gelir, Stoacı değildir şiirinin düşüncesi.
Yakup ile Yakub arasındaki ilişkiyi ortaya koyduğu bir de görme-bakma biçimiyle ilişkili. “İyice baktınız mı, siz artık bu bakma biçiminde / Yeni bir şey oldunuz, bunu kendimden biliyorum.” Yeni bir şey olma, kendini yaratma çabası. Tinin Fenomenolojisi’nde Hegel’in söylediği gibi, fenomenolog, bendeki bizi temsil eder, sürece ve gelişime işaret eder.
Şimdi gerçekliği, dolayısıyla nesnel olanı ortaya koyduğu yere geldik: “Benim sanki birtakım nesnelerle çok yakın ilintilerim var / Ve çözülmedik şeylerin de insanıyım ben / İnsanın en gerçek yerindeki / Ve anlatılmazlıktaki bir yerden anlatılmaya / Akan bir şeyim.” Bunu varoluşçu gerçekçilik olarak koyuyorum. Salt bir imge değil, nesne, gerçeklik önemli ve ulaşılamaz değil; insanın en mistik yanını ön plana çıkaran şairler gibi değil, insanın çözülemez ve anlatılmazlıklarını da hesaba katan, onları açıklamaya talip, veyahut açıklıyor diyebiliriz. Değişim üzerine değişim düşüncesini ilerletmesi yine birey-kişi ayrımına götürüyor kanımca. Saydam ve kırılgan olan karşısında sağlam olan, karakterli olan, “duran”, kişi (Person). “Hepiniz durmadan yer değiştiriyorsunuz / Şu da var ki, ben bunu anlamıyorum, o kadar” dediğinde mekâna değil, zamana, zamanın kişideki kalıcılığına vurgu yapıyor. Mekân-zaman konusu şiirin en önemli tartışma konularından ve Cansever’in şiirini felsefeye yaklaştırıyor.
*Dr., Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi, Felsefe Bölümü.
[1] Edip Cansever, Çağrılmayan Yakup, YKY, İstanbul, 2019, 2. Baskı. Tüm alıntılar 9-23 sayfaları arasındadır.
[2] H.-G. Gadamer, Verstummen die Dichter, 1970; “Ästhetik und Poetik II: Hermeneutik im Vollzug”, Gesammelte Werke, Cilt 9, Mohr Siebeck, Tübingen, 1993.