MUHAFAZAKÂRLIĞIN AÇMAZI TOPLUMSAL DEĞİŞİM NASIL ANLAŞILMALI?
Lütfi Sunar
İnsan, Mekân ve Zamanın İçindedir
İnsan iki şey içinde yaşamını sürdürür: Sabit olan mekân ve hareketli olan zaman. İkisi de kendisinin değildir ama ikisini de mülkleştirmeye çabalar. Mekân istense de çoğaltılan veya azaltılan bir şey değildir ama sınırlandırılabilir; zaman ise istense de durdurulan bir şey değildir, ama zamana denk düşen vakalar çoğaltılabilir ve göreceli bir hız yakalanabilir. Bu iki zemin toplumsal yaşamdaki meselelerin temelini teşkil eder.1
Toplumdaki problemler gündeme geldiğinde genellikle toplumsal değişimin (olumsuz) etkileri konuşulur. Gerçekten de mevcut olanın belirli bir düzey ve boyutta farklılaşması alışılagelen düzenin de belirli bir boyutta sarsılmasına yol açar. Dolayısıyla her değişim en azından toplumun belirli kesimlerini rahatsız eder. Ancak zamanın hiç durmadan geçtiğini düşünürsek değişimin kaçınılmaz olduğunu ve sosyal yapıların da bu kapsamda hep değişeceğini görebiliriz. Bu sebeple sosyal sorunları kavramak bakımından değişimin değil değişime direncin ve muhafazakârlığın tartışılması olanı biteni anlamak bakımından bize daha fazla yardımcı olacaktır. Eğer zamanın durmadan akmasının bir anlamı varsa bu anlam bize sosyal sorunların çözümü için değişimin yargılanmasının değil anlaşılmasının önemli olduğunu gösterir.
Toplumsal değişimi anlamak, açıklamak ve tanımlamak her zaman karmaşık bir konu olagelmiştir. Bir toplumsal yapıda daha yavaş değişen ve daha durağan bazı unsurlar mevcuttur. Bunlar genellikle sembolik bir mahiyet kazanmış olan dinî ve manevi kültürel unsurlardır. Ancak yeni ihtiyaç ve taleplerin doğal bir neticesi olarak bir değişim de söz konusudur. İktisadi, siyasi ve maddi kültürel unsurlar her biri farklı hızda ve biçimde olmakla birlikte toplumun daha hareketli ve değişken bileşenleri olarak görülebilir. Bu unsurların değişim hızlarının farklılığı ve dolayısıyla eş-uyumun (senkronizasyon) korunması bir toplumsal yapının deviniminin temelini oluşturur.
Bir yapı, unsurlarının birbiri ile karşılıklı etkileşimi ile varlığını sürdürür. Yapının varlığını ve bütünlüğünü koruması unsurlarının birbiri ile uyum içinde hareket etmesini gerektirmektedir. Dolayısıyla bir unsurun değişimi diğerlerini de etkiler. İç ve dış etkenler neticesinde bir unsurun değişimi tüm toplumsal yapının belirli bir düzeyde yeniden kurulmasını gerektirir. Bu süreç doğal akışı içinde seyrettiğinde toplumsal değişim, toplumsal uyumun ve bütünlüğün temel şartlarından birisi olacaktır. Zira değişen koşullara uyum sağlamak toplumsal yapının ömrünü uzatır. Ancak eğer değişim vaktinde ve gerektiği gibi gerçekleşmezse ve toplumsal yapıdaki bazı unsurlar diğerlerine nazaran değişime daha fazla dirençli ise toplumsal yapıda uyumsuzluk ortaya çıkabilir. İşte bu uyumsuzluğu muhafazakârlık olarak adlandırabiliriz. Bu uyumsuzluk eğer büyük çapta olursa toplumda bir değer sorunu ortaya çıkabilir ve toplumsal değişim yapıyı tehdit eder mahiyete bürünebilir.
Bu yazıda muhafaza etmek ne kadar mümkündür ve gereklidir sorusuna odaklanıp zamanı yakalamanın imkân ve ihtimallerini değerlendireceğim.
Toplumsal Değişimi Tanımlamak
Değişimi tanımlamak sosyal bilimler dâhilinde girişilebilecek en zor görevlerden biridir. Genel anlamda toplumsal değişim bir sosyal yapıda zaman içinde meydana gelen farklılaşma anlamına gelmektedir. Toplumsal değişmeyi makro düzeyde bir toplumsal yapının kapsamlı dönüşümü olarak ele almak, mikro düzeyde ise bir toplumsal yapıyı oluşturan unsurların ve ilişkilerin değişmesi olarak tanımlamak mümkündür. Ancak bir toplumun unsurlarını somutlaştıran ve ilişkileri belirleyen sosyal kurumların değişimini ifade eden orta düzeyli açıklamalar da mümkündür.
Toplumsal değişimin manası evvela sosyal oluşumun konumu ve durumuna bağlıdır. Küçük bir gruptaki değişimler grubun kendisi için önemli görülebilir ancak daha büyük bir grupta bunların ehemmiyeti azalır. Benzer şekilde toplumsal değişimin gözlemlenmesi çalışılan zaman dilimine bağlıdır. Kısa vadeli pek çok değişim uzun vadeli bakıldığında ehemmiyetsizdir ya da tam tersi de geçerlidir. Küçük ölçekli ve kısa vadeli değişimler toplumun doğal bir karakteristiğidir. Zira zaman içinde nüfusun değişimi, yeni bilgi ve tekniklerin ortaya çıkışı, çevresel değişimler gibi doğal farklılaşmalara bağlı olarak yeni ihtiyaçlar ve talepler ortaya çıkar. Neticesinde kaynakların ve gücün yeniden dağılımına bağlı olarak toplumsal yapı farklılaşır. Bütün bu sürecin kenarında kalmış gibi görünen değer ve normlar da yavaş da olsa değişimin bir tarafında yer alır.
Değişimin Boyutları
Hangi boyuttaki değişimlerin toplumsal değişim olarak görülüp inceleneceği tartışılabilir. Değişimin boyutları evreni veya vadesi ile yakından ilişkilidir. Toplum her daim değişim hâlinde bir varlık olduğu için ondaki her farklılaşmanın incelenmesi neredeyse imkânsızdır. Bu çerçevede toplumsal değişimleri değişimin miktarı, zaman boyutu ve değişen birimin sosyal yapı içerisindeki etki düzeyine göre sınıflandırmak mümkündür. Bu sınıflandırma çerçevesinde büyük, orta ve küçük değişimlerden bahsedilebilir.
Büyük değişimler genellikle bir toplumun bütünüyle değişimi anlamına gelir. Bu bütüncül değişimi nitelemek için bazen dönüşüm veya devrim kavramları da tercih edilmektedir. Tarihsel süreçte tarım toplumu, ticaret toplumu, sanayi toplumu ve bilgi toplumu gibi değişik toplum tiplerinin ortaya çıkmasına sebep olan değişimler büyük değişimlere birer örnektir. Orta düzeyli değişimler ise bir toplumun tipini bütünüyle dönüştürmeyen ancak toplumsal yapının farklılaşmasına yol açan değişimlerdir. Nüfus, siyasal yapı, iktisadi sistem, aile gibi kurumlardaki farklılaşmaların toplumsal yapıda meydana getirdiği değişimler orta düzeyli değişimlere birer örnektir. Bu düzeydeki değişimler genellikle toplumların hareketinin temel dinamiğini oluşturur. Diğer taraftan gündelik düzeyde ilişki, tutum ve davranışların değişimi ise küçük ölçekli değişimleri ifade etmektedir.
Bu çerçevede vade sorunu aslında değişimin şiddeti ve etkisinin bir yansıması olarak karşımıza çıkmaktadır. Büyük ölçekli değişimler genellikle uzun hazırlık dönemleri ve süreçler neticesinde gerçekleşirler. Çoğunlukla bu değişimlerin zaman dilimini kestirmek güçtür. Bu değişimlerin sebepleri tarihsel süreç içerisinde birbirini tetikleyen etkiler silsilesi içinde geriye doğru uzanır gider. Ancak orta vadede gerçekleşen orta ölçekli değişimlerin zaman dilimlerini kestirebilmek daha kolaydır. İçinde yaşadığımız modern toplumda sosyal yapının farklılaşması genellikle bir insan ömrüne sığabilecek değişimlerle gerçekleşir. Dolayısıyla büyük ölçekli değişimlere mukabil orta ölçekli değişimlerde etken ve süreçleri takip edebilmek daha mümkündür. Diğer taraftan daha çok toplumsal kurumların bileşenlerin değişimini ifade eden kısa vadeli değişimler ise mikro ölçekli alan araştırmaları ile daha net bir biçimde takip edilebilir. Örneğin aile kurumunu etkileyecek kadınların eğitim durumunun değişimini izlemek kısa vadede daha fazla mümkün ve kolaydır. Bu üç ölçekli ve vadeli değişim biçimi ve süreci birbirinden kopuk değildirler. Aksine biri diğerinin etkeni olabilecek şekilde birbirileriyle ilişkilidirler.
Değişimin Kaynağı, Hızı ve Neticesi
Değişimin hızı aslında tek başına ele alınabilecek bir mesele değildir. Zira değişimin hızlı veya yavaş olduğu toplumsal yapının değişime açıklığı, değişime verdiği tepki, değişimin biçimi ve ortaya çıkan neticelerle ilintilidir. Sıklıkla dile getirildiği üzere günümüz dünyasında değişimin hızı ve ivmesi gittikçe artmaktadır. Geçmişte daha uzun vadelerde gerçekleşen farklılaşmalar bugün daha kısa vadede gerçekleşmektedir.
Değişimin hızı sorunu aslında örtük bir biçimde değişimin kaynağı ile de ilintilidir. Bir toplumsal sistem kendi sorunları, ihtiyaçları ve süreçleri çerçevesinde doğal bir değişim geçiriyorsa bu değişim genellikle hızlı olarak nitelenmez. Daha açık bir ifade ile değişimin kaynağı toplumsal yapının kendi dâhilinde ise değişim zaman bakımından kısa sürede de gerçekleşse hızlı bir değişim olarak görülmez. Ancak değişimin kaynağı toplumsal yapının kendi iç süreçlerinden ziyade dışsal etkenler ise veya değişim herhangi bir biçimde zorlamaya dayanıyorsa bu durumda toplumsal değişim hızlı olarak nitelenir. Zira bu tür zorlama ve dışarıdan kaynaklanan değişimler genellikle toplumsal yapıdaki unsurlar arası ilişki ve örüntülere uymaz. Ayrıca değişimin kaynağı toplumun kendi iç işleyişi ve ihtiyaçları olmadığı için toplumsal yapı değişime hazır ve açık değildir. Bu sebeple hızlı değişimlerin neticesinde genellikle büyük ölçekli toplumsal kırılmalar ve buna bağlı olarak değişime karşı tutucu bir direnç oluşmaktadır.
Değişimin hızı ve kaynağı ile ilgili diğer bir mevzu ise değişimin barışçıl veya şiddetli olmasıdır. Bir değişimin barışçıl olması aynı zamanda yavaş ve aşamalı bir biçimde doğal etkenler dâhilinde kendiliğinden; şiddetli olması da hızlı ve dışarıdan fiziksel bir gücün itmesi ile devrimsel bir biçimde gerçekleşmesi anlamına gelmektedir. Barışçıl değişimler rızaya dayalı iken, şiddetli değişimler genellikle zora dayalıdır. Şiddetli değişimler toplumun yapısını derinden sarsarak değiştirmeyi hedefler. Böylece toplumsal ilişkileri kökünden sarsarak yeniden tanımlamayı amaçlamaktadır. Barışçıl değişimlerde ise tüm bu farklılaşmalar daha uzun bir zaman diliminde daha az hissedilebilir bir şekilde gerçekleşir.
Bu minvalde bütüncül ve devrimsel bir değişimin imkânı tartışmalıdır. Zira bir toplumun tümüyle baştan ayağa değiştirilebilmesi zordur. Toplumu kökünden sarsan din değiştirme, büyük mesafeli göç, geçim biçimlerinin değişimi gibi hadiselerde bile eski değerler, gelenekler ve duygular bir biçimde yeni yapı içerisinde kendilerini var edebilmenin yolunu bulabilmektedirler. Bunu tarihteki büyük değişim dönemlerinde, özellikle büyük siyasal devrimlerde müşahede etmek mümkündür. Dünya tarihinde gerçekleşen pek çok siyasal devrim mevcut sosyal yapıda kapsamlı değişimler gerçekleştirme amacına sahiptir. Ancak zamanla toplumsal yapıda bazı değişimler gerçekleştirilse de ortaya çıkan yeni yapının eskisine önemli ölçüde benzediği ortaya çıkmaktadır. 20. yüzyılda gerçekleşen devrimlerde bunu izlemek mümkündür.
Muhafaza Mümkün Mü?
Toplumsal değişimin bir yönü olduğu veya olması gerektiği şeklindeki tartışma meselenin normatif bir karakter kazanmasına yol açmaktadır. Toplumsal değişim söz konusu olduğunda bugün ilericilik ve gericilik, gelişme ve bozulma kavramlarının gündeme gelmesi kaçınılmazdır. Toplumsal değişmeye pozitif bir anlam atfedenlerin normatif olarak her değişimi ileriye doğru bir hareket ve gelişme olarak görmek yönünde bir eğilimleri mevcuttur. Bu minvalde değişimi yavaşlatan veya ona direnen yapı ve eylemler gericilik olarak görülmekte ve değerlendirilmektedir. Bunun kadar değişimi sosyal düzeni ve değerleri bozan bir sorun olarak gören yaklaşımlar da mevcuttur. Hâlbuki ortaya çıkan netice itibariyle değerlendirildiğinde değişime daha nesnel bir bakışın ortaya çıkması söz konusu olacaktır.
Eğer bir değişim toplumsal yapının işleyişi neticesinde ortaya çıkan sorunlar ve ihtiyaçlar doğrultusunda gerçekleşmiyor ve toplumsal bütünlüğün gerçekleşmesine katkıda bulunmuyorsa genellikle “gerileme” veya “bozulma” olarak adlandırılabilir. Zira bu durumda değişimin oluşturduğu etkiye göre toplumsal yapı kendisini yeniden üretebilecek imkânları kaybedebilir. Çoğunlukla değer sorunu olarak adlandırılan ve bozulma söyleminin temel kalkış noktasını teşkil eden şey toplumun kendisini üretmesinin maddi koşullarındaki kalıcı değişimdir. Değerler toplumun diğer unsurlarına göre daha yavaş değiştikleri için toplumun maddi unsurlarındaki değişimin hızını ve boyutunu onlar üzerinden takip edip değerlendirebilmek mümkündür. Bu sebeple büyük ve hızlı değişimler değerlerin bakış açısından bir bozulma olarak nitelenmektedir. Sosyolojide anomi olarak adlandırılan bu durum neticesinde değerler ile toplumsal yapı arasındaki uyum bozulur; toplumun bütünleşmesi ve işlevlerini sağlıklı bir biçimde yerine getirebilmesi zorlaşır.
Gelişme ve bozulma kavramları normatif çağrışımlara sahip kavramlar olarak değişimi anlamayı ve açıklamayı zorlaştırmaktadırlar. Zira gelişme penceresinden bakıldığında toplumda her daim değişimi zorlamak gerekmektedir. Bu da sürekli değişim yönünde baskı uygulanması yoluyla toplumsal yapının uyumunu tehdit edebilir. Diğer taraftan bozulma söylemi de toplumdaki olağan değişimlerin dahi gerçekleşmesinin önünde engel teşkil edecek bir tutuculuğu meydana getirebilir. Böylece toplumun kendi doğal değişim seyri bozulduğu için yeni şartlara uyum sağlayamaması ve daha büyük ve kapsamlı değişimleri zorunlu hâle getirecek sorunların ortaya çıkması söz konusu olabilir. Bu durumu muhafazakârlık ile değişim arasındaki bir açmaz olarak niteleyebiliriz. Doğal değişimi inkâr eden ve engelleyen katı bir muhafazakârlık genellikle kapsamlı ve hızlı bir değişimi besleyen bir zemin oluşturur.
Sonuç: Zamanın Ruhunu Nasıl Anlamayız?
Bu yazıda bazı temel bileşenler etrafında açıklanmaya çalışılan toplumsal değişim karmaşıktır. Süreç ister kısa vadeli eğilimler isterse uzun vadeli gelişmeler şeklinde olsun toplumsal değişmenin nedenleri ve mekanizması çeşitli ve kapsamlıdır. Diğer taraftan toplumsal değişimle ilgili mekanizmalar da çeşitlidir ve birbiriyle karşılıklı olarak bağlantılıdır. Zira bu mekanizmalar toplumsal yapı içerisinde birbirini olumlu veya olumsuz bir biçimde etkileyerek ortaya çıkmaktadırlar. Bu sebeple toplumsal değişim karmaşık bir nedensellik ve ilişkiler ağında yaşanmaktadır.
Toplumsal yapıyı oluşturan unsurlar birbiri ile karşılıklı bir etkileşim ve uyum içerisindedirler. Ancak yapıların işleyişinin doğal bir neticesi olarak farklı düzeylerde değişimler sürekli gerçekleşir. Bu süreç doğal akışı içinde seyrettiğinde toplumsal değişim, toplumsal uyumun ve bütünlüğün temel şartlarından birisidir. Zira değişim, değişen koşullara uyum sağlamayı mümkün kılarak toplumsal yapının ömrünü uzatmaktadır. Ancak eğer değişim vaktinde ve gerektiği gibi gerçekleşmez ve bazı unsurlar değişime daha fazla dirençli hâle gelirse toplumsal yapıda değer sorunu ortaya çıkabilir. Böylece değişim bir çatışma konusuna dönüşerek bazı boyutları ile toplumsal yapının bütünlüğü için bir tehdit oluşturabilir.
Ne olursa olsun bir yapının kendisini sürdürebilmek için daima değişime ihtiyacı bulunmaktadır. Değişmeyen yapıların gelişen yeni şartlara ayak uydurmaları ve dolayısıyla kendilerini sürdürmeleri beklenemez. Ancak her yapı doğası itibariyle değişime karşı belirli bir düzeyde de olsa dirençlidir. Değişim ile süreklilik arasındaki bu gerilimin tonu ve düzeyi değişimin doğasını ve işleyişini ciddi bir biçimde belirlemektedir. Bunda yapının değişim karşısındaki pozisyonu kadar, değişimin kaynağı ve şiddeti de belirleyicidir. Bir yapı değişime ne kadar dirençliyse değişimin ani, hızlı, şiddetli bir biçimde ve kapsamlı taleplerle ortaya çıkması da o kadar kuvvetle muhtemeldir. Değişik toplumlarda gerçekleşen bu tür devrimsel değişimleri daha önceki toplumsal yapının değişime kulak tıkayan tavırlarının beslediği görülmektedir. Dolayısıyla değişim ile süreklilik arasındaki gerilim sağlıklı bir biçimde ayarlanabildiği ölçüde toplum (veya sosyal grup) değişime açık ve sürekli, bu gerçekleştirilmediği takdirde de değişime kapalı ve süreksiz olacaktır.
Bu gerilimin ayarlanmasında orta boy kurumsal değişimlerin önemli bir rolü bulunmaktadır. Bir toplumda kurumsal düzeyde ortaya çıkan sorunları çözecek ve yeni ihtiyaçları karşılayacak değişimler gerçekleşiyorsa orada toplumsal değişimin daha sorunsuz bir biçimde gerçekleşmesi ve toplumun kendi bütünlüğünü koruyarak sürdürmesi söz konusu olacaktır. Eğer kurumsal yapılar ortaya çıkan sorunları çözmek ve ihtiyaçları gidermek için sistematik bir biçimde değişmezse sorunların ve ihtiyaçların birikmesi ve kronikleşmesi söz konusu olacak ve değişimin daha az sorunlu olarak gerçekleşme imkânı zayıflayacaktır.
Muhafazakârlık, değişim ihtiyacını anlayabilmenin önünde engel teşkil ettiği ölçüde ironik olarak değişimi tetikleyen bir etkene dönüşmektedir.
*Doç. Dr., İstanbul Medeniyet Üniversitesi, Sosyoloji Bölümü