AKIŞ: HAREKET ÇAĞI
Yazar: Thomas Nail
Ürkütücü bir yeni çağa giriyoruz. Bu yeni çağda yaşamın tüm veçheleri -toplum, bilim, teknoloji ve bizzat doğa- giderek daha çok ölçüde hareket ve hareketlilikle tanımlanıyor. Çağımızın yeni tinini akış ve akım tanımlıyor. Katı olan her şeyin buharlaştığı bir ortamda yaşıyoruz.
Akış, dünyaya dair yeni bir düşünme yolu değildir yalnızca. O aynı zamanda, hareketlilik, yer değiştirme ve istikrarsızlıktaki şu hakiki yükselişin ortak deneyimine dayalı olan 21. yüzyıl yaşamının bir tarifidir. Bugün, yaşam akışının hızlanmakta ve istikrarsızlaşmakta olduğunu, ayrıca yaşamlarımızın denetiminin giderek daha az kendi elimizde olduğunu daha önce hiç olmadığı kadar fazla duyumsuyoruz. Sinir-bilimsel çalışmalar maharetiyle biliyoruz ki dijital teknolojiler beyinlerimizi daha hızlı, daha az odaklanan ve duygusal açıdan daha telaşlı hisseden bir hâle sokuyorlar. Beyinlerimiz, medya alışkanlıklarımıza göre kendilerini gayet esnekçe “yeniden yapılandırabildikleri” için, teknolojik değişimin hızına yetişmek adına giderek artan bir çaba gösteriyorlar. Milyarlarcamız kentlere göçüyoruz ve yaşamımızın çoğunu işe gidip gelerek tüketiyoruz. 2050’ye kadar dünya ölçeğinde 2 milyar insanın şehir merkezlerine göçeceği tahmin ediliyor ve günümüzde küresel ölçekte işe gidiş geliş için, sadece tek yönde ortalama 45 dakika harcanıyor. Ormanlarımızda ve korularımızda kimi türlerin yok oluşunu izliyoruz ve buzullar gözümüzün önünde eriyip gidiyor. Bu hareketler, önceden istikrarlı olduğunu düşündüğümüz evrenin tüm yapısını değiştiriyor. Ekonomik kriz, göç krizi ve iklim krizi yeni bir evren paradigmasında kesişiyor: Akış.
Dünyanın sürekli değiştiğini söylemek modern dünyanın herkesçe bilinen bir gerçeğidir. Ancak bugün tanıklık ettiğimiz şey çok daha derin, devrimci ve rahatsızlık verici bir şeydir. Tarihsel açıdan, insanlar değişimi çoğunlukla, belirli sabit yapılara göre gerçekleşen bir şey olarak düşünüyordu. Oysa eskiden değişimin, ilerlemenin ve dönüşümün ölçütü olan temeller günümüzde giderek oynak hâle geliyor. Bu değişen temeller sabit nörolojik, ekolojik veya toplumsal sistemlere göre yalıtılmış değildir sadece. Sistemler bugün serbest düşüşte. Yeni olan da bu; akışı tanımlayan da.
İnsanlık tarihinin çoğu dünyayı mekân ve zamanda sabitleyecek Arşimet noktasını aramakla geçtiği için, maalesef elimizde, bugünkü durumumuzu anlamlandırmamıza yardım edecek çok az kullanışlı araç bulunuyor. Tarih öncesi mitolojiler insan yaşamını, sürekli yeniden doğan ancak sınırlı bir mekânda güvence altına alınmış bir şey olarak tanımlar; bir “evrensel yumurta” veya “besleyici toprak ana.” Antik filozoflar da tanrısal feleğin etrafında dönen istikrarlı, durağan bir evren tasvir ederler. Rönesans bilimi bizleri, saati kuran tanrısal bir elle istikrarlı kılmıştı. Hatta modern fizikçiler bile bizlere genel göreliliğin “istikrarlı evreni”ni vermişlerdi.
Bu eski hikâyeler 21. yüzyıl dünyasındaki evrensel hızlanmayı, iklim felaketini, kütlesel insani yer değiştirmeyi ve akışın miktarını artık yansıtmıyor. Günümüz krizi, eski kalıplar veya istikrarlı nokta bulmaya yönelik eski çabalar kullanılarak çözülemez, hatta anlaşılamaz bile. En başta, bizi bu dağınıklığa iten şey zaten durağan düşünme tarzıdır. Dünyamızı yansıtan ve sorunlarımızı çözmeye yardım edecek yeni bir hikâyeye, yeni bir senteze ihtiyacımız var. Artık durağan bir evren, durağan bir yeryüzü ve beyin mevcut değil. Bir dizi alandaki son araştırmalardan faydalanarak akışın doğru hikâyesini; her şeyin hareket hâlinde olduğunu tasdik eden bu hikâyeyi anlatmamız gerekiyor.
Kuantum Akışı
Akış deneyimimiz ve onun, dünyanın işleyişine dair eski açıklamalarla ahenksizliği yaklaşık olarak 21. yüzyıla girerken meydana gelen büyük tarihsel değişimlere dayanır. 1998’de, fizikçiler Süpernova Kozmoloji Projesi’nde evrenin her yönde daima ve hızla büyümekte olduğunu ilk kez keşfettiklerinde dünya görüşümüz önemli şekilde değişti. Bu “çağ belirleyen” olay, zamanımızın çözülmemiş en büyük bilimsel gizemi ve kozmolojiyle temel fiziğe en büyük meydan okuma olarak tek başına duracak gibi. En iyi kuramlarımız kendilerine temel olarak sabit, büyümeyen bir “mekân-zaman zemini”ni öne sürmüşlerdi. Ama yanıldılar. “Karanlık madde” görünüşe göre evrenin %85’ini oluşturan ve büyüme hareketimizin kaynağı olan evrensel çaptaki nicel dalgalanmalara verilen addır.
İşin akıl almaz yanı; şu kesinlikle devasa karanlık maddeyi oluşturan aynı nicel dalgalanmalar bizzat mekân-zamanı yaratan ölçülemez denli küçük dalgalanmalarla aynıdır. Evrenimizin asla münferit zerreciklerden veya sabit tözlerden müteşekkil olmadığı, aksine belirsiz kinetik dalgalanmalardan müteşekkil olduğu meselesinin keşfi çağdaş fiziğin en devrimci keşfidir. Tözler değil de, aşırı hızlı hareket eden işleyişler, gerçekliğin en küçük seviyelerinde mekân-zamanı yaratırlar ve ardından bu mekân-zamanı en yüksek seviyede hızlandırırlar. İşte bu temelden yeni bir fiziksel bakış açısıdır.
Mobil Medya
Şimdi meselenin en hassas noktasına dokunuyoruz; akış çağımızın bir başka devrimci fenomeni tarafından dizginlenen de yine aynı nicel dalgalanmalardır. Dijital devrim ya da kaset, plak ve gazete gibi analog teknolojilerinin kenara konması 1940’lar-1970’lerde kuantum-elektrik sinyallerini “0” ve “1” mantığıyla işleyen ikili dile -yani enformasyona- kodlayabilen transistörler, ışık yayan diyotlar, lazerler ve diğer teknolojilerin keşfiyle başladı. Yaklaşık olarak 21. yüzyılın başlarında dünyanın sadece yarısından fazlası dijital teknolojileri kullanıyordu, oysa şimdilerde bu teknolojiler nerdeyse evrensel oldular.
Dijital teknolojilere geçiş ayrıca, insanların ve şeylerin tüm tarih boyunca olduğundan daha hızlı ve aceleyle tedavüle girmelerine ve dolaşmalarına imkân tanıdı. Bugün, enformasyonun ışık hızıyla gidiş gelişi, internet kablolarının inceliği ve evrensel ölçekte kaynakların birbirine bağımlılığı nedeniyle şeylerin çok daha hızlı ve kısmen daha güvencesiz hareket ettiğini hissediyoruz. Günümüzde yine, gerçekleşen olayların ve sosyal ağların hızına yetişemeyeceğimizi hissediyoruz; tam olarak, bunlar, yüksek hızlı malumat işleyişinin gerçek, teknolojik sonucu olarak bu denli büyüyüp hızlandıkları için. Dijital teknolojilerin, reklamcılığın, hareketli cihazların, canlı haberin, yüksek hızlı internetin ve yüksek hızla işleyen borsa simsarlığının, bunların hepsinin yaşadığımız mekân-zamandaki bu muazzam daralmaya katkısı vardır ve bu daralma bizlerden, kendilerine yetişmek için bizzat teknolojiler kadar hızlı hareket etmemizi talep eder.
Yüksek hızlı enformasyon, dünyanın daha hızlı hareket ettiği ve bizzat kendisine daha hızlı tepki verdiği anlamına gelir. Bizim istikrarlı olduğu varsayılan beyinlerimiz bile, bu yeni enformasyon teknikleri tarafından nörolojik açıdan sürekli yeniden yapılandırıldıklarına göre, giderek daha devingen hâle geliyor.
Toplu Göç
Ultra hızlı iletişimin, muazzam veri depolamanın, yüksek hızlı bilgisayar işlemlerinin ve küresel konum belirleme sistemlerinin icadı (tabii diğer sonuçların yanında) ekonomik piyasaların çarpıcı genişlemesini, ticari liberasyonu, küresel ticaretteki büyümeyi, taşımacılığı, ayrıca büyük meblağlarda sermaye ve insanın hareketini mümkün kıldı. 1970’lerde başlayan ekonomik küreselleşme 21. yüzyılın başlarına kadar iki katına çıkan bir uluslararası göçmen kitlesi doğurdu. O tarihten itibaren göçmen sayısı neredeyse %50 artmış durumda. Bugün bir milyardan fazla göçmen var ve sayı hâlâ artıyor.
Gelinen bu noktada, tam vatandaş sayılanların oranı dünya ölçeğinde azalıyor. Günümüzde birçok insan kısmi yurttaş kabul edildiği veya hiç vatandaşlık alamadığı ülkelere gidip burada kalıyor; bizzat toplumlar da giderek melez ve akışkan hâle geliyor. Bu durum, nüfusun %15-20’sinin siyasal açıdan tanınmadığı ABD için özellikle dramatiktir. Ekonomik hareketlilikteki devrim eş zamanlı bir toplumsal hareketliği; insanların sermaye akışını takip etmesi için bu şekilde hareketli olmalarını gerektirir. Yine bu hareketlilik de toplumların ve kültürlerin küresel pazarlar kadar hızlı hareket edip değişmelerini gerektirdi. Değişemeyen toplumlarda sınırların katılaşmasını, özgür dolaşıma karşı toplumsal bariyerleri, yeni güvenlik ölçütlerini ve yabancı düşmanlığıyla sağ hareketleri görüyoruz.
Toplumlarımız bugün akış hâlindedir, çünkü daha önce hiç olmadığı kadar çok göçmen, mülteci, yer değiştirme, işe gidiş geliş süresinin uzayışı, daha çok trafik ve uluslararası seyahat söz konusu. Toplum artık türdeş yurttaşlardan oluşan sabit bir mahal değil. Hepimiz göçmen hâline geliyoruz.
İklim Değişikliği
Küresel seyahatleri ve uzayan işe gidiş geliş sürelerini de kapsayacak şekilde, ekonomik küreselleşmede ve insani hareketlilikteki ilerleme fosil yakıtın belirgin şekilde daha çok yayılması demektir ki bu da, korkunç bir geribildirim döngüsü içinde, iklim değişikliğine ve iklim değişikliği de küresel ölçekli insan hareketliliğinin ve iklim mülteciliğinin artışına katkıda bulunur.
Bir alışkanlık olarak yeryüzünü, yaşadığımız ve üzerinde hareket ettiğimiz durağan veya sabit bir yer ya da yüzey gibi görüyoruz, ama şimdilerde bu durağan zemin giderek daha hareketli hâle geliyor. İnsani eylemler, yeryüzünün enerji yayma işlemlerinin çoğunu hızlandırıyor. Bir bütün olarak yeryüzü, insani sistemlerin neden olduğu geniş ısı kaybının sonucu olarak bugün kinetik enerjiyi, yüz milyonlarca yıldır yaptığından daha hızlı yayıyor. Yeryüzündeki tüm ırmakların neden olduğu toprak kaymalarından on kat daha fazla toprağın kaymasına neden oluyoruz. Daha önceki 500 milyon yılda hiç olmadığı kadar çok sera gazı yayıyoruz. Yeryüzünün değişen iklimi de yıkıcı fırtınalar, kuraklıklar, yangınlar ve tür kayıpları aracılığıyla bizleri değiştiriyor, öyle ki yeryüzü, atmosfer ve yaşam arasındaki kadim ayrımı artık sürdüremiyoruz.
Hareket hâlindeki bir dünyayı deneyimlememiz işte bu rekor kıran hava durumları, sıcaklığın artması ve su kaynaklarımızda, tarım alanlarında ve deniz mahsullerinde bulunan küresel-çevresel toksinlerin tüketilmesi, ayrıca iklimle ilişkili siyasal çatışmalar gibi etkenlerin ürünüdür. İçimizden bir ses duyuyoruz; dünya, gerçekten iklim değişikliğinin sonucu olarak, giderek daha istikrarsız bir hâl alıyor. Bütün temellerin en istikrarlısı -yeryüzü- bugün sonu belli olmayan bir akış içinde.
Akış Etiği
Akış hâlindeki dünyamızın görünüşü günümüzün en acil küresel sorunları, gelecekteki muhtemel gerilimler hakkında ne söyler? İleriye doğru en iyi şekilde nasıl eyleyebiliriz? Bir akış dünyasında yaşadığımızın anlaşılması, hareketliliğin durağanlığa göre ikincil görülmesi yanılsamasından doğan çağımız sorunlarının çözümü için yeni bir kalkış noktası verebilir bize.
Modern toplumumuzun en büyük sorunların biri dijital medyanın öngörülemez şekilde beyinlerimizi, bedenlerimizi ve gezegeni değiştirmekte oluşudur. Sanki dijital medya, değişmeden kalan beyinlerimizle tüketebileceğimiz bir dizi sanal, durağan ve gayrimaddi enformasyon bağlamında değişiklik yapmış gibi bir tavır takınma eğilimindeyiz. Bu yanılgı bazı teknolojilerin sorgusuz sualsiz benimsenmesine ve son dönem birçok araştırmalarında tarif edilen şu odaklanamama sorunu gibi öngörülemeyen bir takım olumsuz sonuçların doğuşuna neden oldu. Beyinler, bedenler ve doğa hakkında bunların teknolojilerimizle sürekli birlikte olduğunu bilerek düşünmeliyiz. Veri miktarını düşünmek yerine bedenlerimizi, beyinlerimizi yeniden şekillendiren ve fosil yakıtları yakıp tüketen elektrik akımlarına bakmalıyız. Yapay zekânın geleceği, bu teknolojileri destekleyen akışın maddi temellerine bağlıdır.
Buna ilaveten, sanki toplumlar, hep aynı kalan ve aynı olarak tutabileceğimiz yerlermiş gibi bir tavır takınmak tarihsel açıdan gerçekçi bir tutum değildir. Üstelik bu tutum aşırı yabancı düşmanlığına ve yabancı fobisinin yükselişine meyillidir. Sınırlar insan hareketliliğini durdurmayı hiçbir zaman başaramadı. Şayet siyaset ve ekonomide daha ahlaki davranacaksak toplumların, tıpkı tarihin değiştiği gibi değişen, açık akış süreçleri olduğunu anlamamız gerekir. İnsan hareketliliği ancak bir toplumsal akışın işletilmesiyle -ona karşı işletilmesiyle değil- düzene sokulabilir.
Dahası, yeryüzü bizzat akış hâlinde değilmiş de durağan bir yermiş gibi düşünerek davranmaya yatkın olduğumuz için sanki yeryüzü -ve kendilerimiz- de aynı kalacakmış gibi onu kirletmeye ve tahrip etmeye eğilimliyiz. Jeolojik, biyolojik ve atmosferle ilişkili akışın geniş zamanlı ölçekleri üzerine düşünmek yerine sanki yeryüzünün şimdisi, var olan ve tecessüm etmiş tek şimdiymiş gibi davranıyoruz. Zannımca, böyle yapmak yerine yeryüzünü, kendisinden ayrı olmadığımız aksine kendisiyle birlikte akış hâlinde olduğumuz, hareketli bir süreç olarak görmeliyiz.
Akış fikri 21. yüzyılı anlamanın anahtarıdır.
*Prof. Dr., Denver Üniversitesi, Felsefe