HÂFIZ-I ŞÎRÂZÎ’NİN ŞİİRİNDE BEZM-İ ELEST VE EMANET YÜKÜ
Yazar: Turgay Şafak
Kur’ân-ı Kerîm’de A’râf Suresi 172. ayette yer alan “Ben sizin rabbiniz değil miyim?” sorusuna ruhların “evet” cevabını verdiği meclisi anlatan “bezm-i elest” ifadesi tasavvuf edebiyatında geniş bir şekilde yer almaktadır. Allah Teâlâ ile kulları arasındaki misak ve anlaşma aynı şekilde Yâsîn suresi 60 ve Mâide suresi 7. ayetlerde de yer almaktadır. Âyet-i Kerîme şöyledir:
Hani Rabbin, Âdemoğullarından, onların sırtlarından (sulblerinden) zürriyetlerini çıkarıp kendilerini nefislerine karşı şahit tutmuş, “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” demişti. Onlar da “Evet (Rabbimizsin), şahit olduk.” demişlerdi. (İşte bu şahitlendirme) kıyamet günü, “Bizim bundan haberimiz yoktu.” dememeniz içindi. (A‘râf, 7/172)
Tefsirlerde bu ayet üç farklı şekilde ele alınmıştır. Birincisi olayın somut bir şekilde gerçekleştiğini savunan görüştür. Daha çok ehl-i hadis ve sufilerin yaklaşımları bu şekildedir. İkinci görüş ayetin temsili bir anlatıma sahip olduğunu ve anlatılmak istenenin aslında insanın Allah’ın birliğini kabul edecek fıtratta yaratılmış olduğudur. Üçüncü görüştekiler ise ayetin öncesi ve sonrasına bakarak olayın beni İsrail ile ilgili olduğunu söylemişlerdir.
Ayet mutasavvıflar tarafından çokça işlenmiş ve literatürde geniş bir şekilde yer bulmuştur ve Allah ile insanlar arasında gerçekleştiği kabul edilen sözleşmeye ayette geçen kelimeler veya muhtevasına uygun bazı kavramlarla oluşturulan terkipler kullanılmıştır. Tasavvufi eserlerde özellikle irfani şiirde yaygın olarak kullanılan kelime ve terkipler şunlardır:
“Elest, kālû belâ, belâ ahdi, belî ahdi, ahd-i elest, mîsâk-ı evvel, yevm-i mîsâk, rûz-i belâ, rûz-ı mîsâk, rûz-i ahz-ı mîsâk, rûz-i ezel, rûz-i elest, rûz-i ahd ü peymân, rûz-i ser-nüvişt, zamân-ı in‘ikād, rûz-i nuhustîn, bezm-i cân, bezm-i hâs, bezm-i vuslat, bezm-i muhabbet, bezm-i safâ, bezm-i ezel, bezm-i elest, dem-i elest, bezmgâh-ı elest, meykede-i elest, bâmdâd-ı elest, bâğ-i elest, iklîm-i elest, bâde-i elest, mey-i elest, şarâb-ı elest, câm-ı elest, zevk-i elest, nidâ-yı elest, peymân-ı elest, mîsâk-ı elest, sâkī-yi elest, esrâr-ı elest, bahr-i elest, serây-ı elest, tâc-ı elest, zerrât-ı elest, vahy-i elest, mest-i elest, mestân-ı elest, şevk-i elest, uşşâk-ı elest, mevc-i elest, âlem-i elest, kûy-i elest, bang-i elest, kavl-i elest, makālât-ı elest, ikrâr-ı elest, inkâr-ı elest.”
Bu kelime ve terkipler içinde en yaygın olanı özellikle tasavvuf edebiyatında daha sık karşımıza çıkan “bezm-i elest” terkibidir. “Bezm-i elest” ilk dönem sufilerinden itibaren mutasavvıfların üzerinde önemle durdukları bilinmektedir. Bâyezîd-i Bistâmî, Cüneyd-i Bağdâdî, Ebu Sehl Tüsterî ve Hallâc-ı Mansûr gibi sufilerin eserlerinde veya onlardan aktarılan sözlerde elest bezminin merkezî yer teşkil ettiği görülür.
İlhamını Kur’ân-ı Kerîm ve İslam’ın şiarlarından alan şairlerden birisi olan Hâfız-ı Şîrâzî’nin şiirlerinde Kur’an’ın anahtar kavramlarını görmek mümkündür. Kur’an’ı ezberlediği için “Hâfız” mahlasını seçmiş bir şair olan Hâfız’ın şiirlerinde Kur’an ile olan ünsiyetini ve hafızlığını açıklayan “Karanlık gecelerde uzlet ve fakirlik köşesinde dua ve virdin Kur’an oldukça üzülme.”, “Ey Hâfız! Göğsündeki Kur’an’a yemin olsun ki senin şiirinden daha güzelini görmedim.”, “Dünyadaki hafızlardan hiçbiri Kur’an’daki hikmet ve nükteleri benim gibi bir araya getirmemiştir.” gibi pek çok beyit yer almaktadır.
Bir “Kur’an şairi” olan Hâfız-ı Şîrâzî’nin divanında Kur’an’ın hakikatleri oldukça sanatsal ve edebî bir şekilde yer almıştır. Bunlardan biri de mezkûr ayette yer alan “elest” kavramıdır. Hâfız divanında elest bezmi ile bağlantılı olarak “ezel”, “peymân”, “dûş”, “hükm-i ezelî” “ahd-i ezel”, “ahd-i elest”, “belî”, “belâ”, “mest-i elest” gibi kelime ve terkipler kullanılmıştır.
Hâfız elest gününde mestlikle şöhret bulduğunu söyleyerek kendisinden maslahat, ahde vefa ve itaat talep edilmemesi için şöyle sesleniyor:
مطلب طاعت و پیمان و صلاح از من مست
که به پیمانه کشی شهره شدم روز الست
Elest gününde şarap içmek ile şöhret bulmuş benim gibi bir sarhoştan maslahat, sözünde durma ve taat talep etme.
Hâfız’ın zihninde ve düşüncesinde yüce yaratana söz verdiği, sözleşme yaptığı elest meclisi sürekli yer almaktadır ve kendi davranışlarını, aşkını, içinde bulunduğu anı o sözleşmeye atıfta bulunarak açıklamaktadır. Dünyada çekmiş olduğumuz sıkıntı ve acıların karşılığı olarak “ıyş” makamına ulaşılacağını zira ahd-i elest sırasında sorulan soruya “belâ” diyerek belaları kabul ettiğini söyler:
مقام عیش میسر نمیشود بیرنج
بلا به حکم بلی بستهاند عهد الست
Iyş makamına ulaşmak acı ve sıkıntı çekmeden ulaşılamaz zira ahd-i elestte “belâ” (evet) diyerek belaları kabul ettik.
Güzellik ve rahatlığa acı ve sıkıntı çekmeden ulaşmak mümkün değil zira “ben sizin rabbiniz değil miyim? Nidasına ‘Evet’ diye karşılık verdiğimiz zaman bu acıları kabul etmiş olduk.” Bu beyitte bela kelimesi hem acı, keder, sıkıntı anlamında hem de imtihan ve sınanma anlamlarında kullanılmıştır.
Elest bezminde bizim bu dünyada nasıl davranacağımız takdir edilmiş olduğundan rintlik ve mestliğimizin eleştiri konusu yapılmasının doğru olmadığını şöyle dile getirir:
برو ای زاهد و بر دردکشان خرده مگیر
که ندادند جز این تحفه به ما روز الست
Ey zahid! Kadehin dibindeki tortulara varıncaya kadar içenleri eleştirme, zira elest gününde bize bundan başka bir armağan vermediler.
Hâfız bir diğer beyitte Elest bezminde kendisi gibi “mey-i elest” sunulan kimselerin gönüllerinin hoş olduğunu şöyle dile getirir:
خرم دل آن که همچو حافظ
جامی ز می الست گیرد
“Ne mutlu O kimseye ki Hâfız gibi elest şarabını elinde tutmaktadır.”
Mey-i elest veya bade-i elest hem Hâfız hem de diğer sufi şairlerin şiirlerinde sıkça kullanılan terkiplerden birisidir. Tasavvuf edebiyatının temel temalarından birisi olan aşk ile birlikte aşkın sembolik çağrışımları olan şarap, mey, zülüf, ben gibi mazmunlar da tasavvuf edebiyatına dâhil olmuştur. Tasavvuf edebiyatının öncülerinden olan Senâî-yi Gaznevî bade ve şarabı mecazi olarak aşk anlamında kullanan ilk şairdir. Bade-i Elest tamlamasını ise Attâr’a kadar hiç kimse kullanmamıştır. Şarâb-ı elest, mey-i elest, ma’şûka-yı elest, kavl-i elest, şevk-i elest, kâmilân-ı elest, mi’râc-ı elest, cân-ı elest, uşşâk-ı elest, ikrâr-ı elest, inkâr-ı elest, bustân-ı elest, fermân-ı elest, rûz-i elest, pistân-ı elest vb. terkipler Attâr’ın gerek divanında gerek mesnevilerinde gerekse rubailerinden oluşan Muhtarnâme adlı eserinde sıklıkla kullanmıştır.
Attâr şu iki beyitte elest bezminde sunulan şarabın (aşkın) sarhoşu olarak geldiğimizi ve elest bezminde
sorulan “Ben sizin rabbiniz değil miyim?” sorusuyla aşkın başladığını coşkulu bir şekilde söylemiştir:
ما ز خرابات عشق مست الست آمدیم
نام بلی چون بریم چون همه مست آمدیم
Biz aşk harabatına elest bezminde sarhoş olup geldik, hepimiz sarhoş olarak geldik “evet” kelimesini nasıl söyleyelim?
پیش ز ما جان ما خورد شراب الست
ما همه زان یک شراب مست الست آمدیم
Bizden önce canımız elest şarabını içti, biz hepimiz o şarabın etkisi ile elestte sarhoş olarak geldik.
Hâfız şu beyitlerde elest bezmi, mest olma ve şarap kelimelerini Attâr’a benzer bir anlamda kullanarak ezel badesi ile sarhoş olduğunu ve kolay kolay ayılmayacağını dile getirmiştir.
به هیچ دور نخواهد یافت هشیارش
چنین که حافظ ما مست بادۀ ازلست
Elest bezinde sunulan bade ile sarhoş olan Hâfız hiçbir zaman ayılamayacak
سر ز مستی بر نگیرد تا به صبح روز حشر
هر که چون من در ازل یک جرعه خورد از جام دوست
Ezelde sevgilinin kadehinden bir yudum alan kimsenin sarhoşluğu Haşir günü sabahına kadar sürecektir.
در ازل دادهست ما را ساقی لعل لبت
جرعۀ جامی که من مدهوش آن جامم هنوز
Sakimiz olan kızıl dudakların ezelde bize bir yudum şarap verdi, ben henüz kadehin sarhoşuyum.
از دم صبح ازل تا آخر شام ابد
دوستی و مهر بر یک عهد و یک میثاق بود
Sevgi ve muhabbet ezelin ilk sabahından kıyamete kadar bir misak ve ahit üzerine kalacaktır.
Mutasavvıflar tarafından aşkın başlangıç noktası olarak bezm-i elestin kabul edilmesinin sebebi ruhların maşuku (Hakkı) aracısız olarak müşahede etmesidir. Bu tecelliyi insanoğlunun ruhuna sevgi tohumlarının ekildiği zaman olarak kabul ederler. Sufilerin şaraptan ve şarap içmekten muratları da “elestü bi-rabbikum” hitabını işitip mest olmalarıdır. Hâfız aşkın başlangıcının ezel olduğunu ve Allah’ın hüsnünün nurunun müşahede edilmesi ile aşkın ortaya çıkışını şu beyitte çok güzel bir şekilde açıklamaktadır:
در ازل پرتو حسنت ز تجلی دم زد
عشق پیدا شد و آتش به همه عالم زد
Ezelde güzelliğinin nuru tecelli ettiği zaman aşk ortaya çıktı ve bütün âlemi ateşi ile yaktı.
Hâfız şiirlerinde ahd-i ezel terkibini de kullanarak dünyada olacak olanların orada karara bağlandığını dile getirmektedir:
من ز مسجد به خرابات نه خود افتادم
اینم از عهد ازل حاصل فرجام افتاد
Ben mescitten harabata kendi irademle gelmedim, ahd-i ezelde sonunda bunu elde edebildik.
Şu beyitte yine ezelde pîr-i muğâna hizmetkâr olacağı belli olduğundan o gün idiyse bu günde aynı kişi olduğunu dillendiriyor:
حلقۀ پیر مغان از ازلم در گوش است
بر همانیم که بودیم و همان خواهد بود
Pîr-i muğâna hizmetkâr olacağımın alameti olan kulağımdaki küpe ezelde asıldı, ne idiysem oyum ve o kalacağım.
Hâfız elestten bahsedeceği zaman şarap, mey, kadeh, cam, cür’a gibi kelimeleri çoğunlukla birlikte kullanmaktadır. Zira ona göre aşkın başlangıcı ahd-i elesttir ve aşk şarabından almış olduğu bir yudum onu ebediyete kadar mest etmiştir. Hâfız divanında çokça görülen, onun nazarında insân-ı kâmil mesabesinde olan rint ve rintlik de aynı şekilde elest bezminde kendisinden istenen özelliktir.
مرا روز ازل کاری بجز رندی نفرمودند
هر آن قسمت که آنجا رفت از آن افزوده نخواهد شد
Ezelde bize rintlikten başka bir şey emrolunmadı, orada payımıza ne düştüyse ondan fazlası olmayacaktır.
Hâfız’ın Şiirinde Bâr-ı Emanet Kavramı
Elest bezmi kavramı ile yakın ilişkili olan ve Hâfız’ın şiirinde de kendisine yer bulmuş olan bir başka önemli kavram “emanet”tir. Kur’ân-ı Kerîm’de Ahzâb Suresi 72. ayette Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
Biz emaneti göklere, yerküreye ve dağlara teklif ettik, ama onlar bunu yüklenmek istemediler, ondan korktular ve onu insan yüklendi. Kuşkusuz insan çok zalim ve çok bilgisizdir. (Ahzâb 6/72)
Müfessirler bu ayeti tefsir ederken iki farklı yaklaşım ortaya koymuşlardır. Bir grup ayette geçtiği şekliyle anlayarak gerçekten de dağlar, gökler ve yerküreye böyle bir teklif yapıldığı onların bundan çekinerek kabul etmedikleri öne sürmüşlerdir. Bazı müfessirler ise temsilî, sembolik bir anlam içerdiğini söylemişlerdir. Ayette anlatılmak istenenin ilk bakışta insandan daha güçlü ve dayanıklı gibi görünen göklerin, dağların ve yerkürenin taşıyamayacağı kadar ağır ve önemlidir. Böyle bir yükü insan yüklenmiştir. Çünkü o bu yükü taşıyabilecek kabiliyet ve yeteneğe sahipken bir taraftan da neyi yüklendiğinin farkında değildir. İnsan kendisine verilen bu emaneti yerine getirmelidir. Emaneti yerine getirmemek büyük bir zulümdür. (Kur’an yolu tefsiri, cilt: 4, sayfa: 405-407)
Benzer bir anlatım Haşr suresi 21. ayette de yer almaktadır:
Biz bu Kur’an’ı bir dağa indirseydik, Allah’ın korkusundan onu baş eğmiş, parça, parça olmuş görürdün. Bu misalleri düşünsünler diye insanlara veriyoruz. (Haşr 59/21)
Emanetin ne olduğuna dair ise farklı yorumlar yapılmıştır. Bunlar arasında en yaygını insanın Allah’ın ondan yerine getirmesini istediklerini yapması, Allah’ın birliğini kabul etmesi, dinî vecibelerini yerine getirmesi ve ruhlar âleminde yani elest bezminde verilen sözdür. Yani insanın elest bezminde “Ben sizin rabbiniz değil miyim?” sorusuna verdiği “belâ” cevabıdır. Tam burada “elest bezmi” ile “emanet yükü” kavramlarının birbiriyle ilişkisi ortaya çıkmaktadır. Hâfız şu beyitte bir nevi âyet-i kerîmenin Farsçaya tercümesini yapmıştır:
آسمان بار امانت نتوانست کشید
قرعه کار به نام من دیوانه زدند
Gökler emanet yükünü kaldıramadılar, kura benim gibi bir divaneye düştü.
Hâfız hakikat yolcusunun çektiği “belâ”ların sona ereceğini ama bunun emanet ahdine vefa göstermesi durumunda gerçekleşeceğini şöyle ifade ediyor:
حقا کز این غمان برسد مژده امان
گر سالکی به عهد امانت وفا کند
Muhakkak ki bu gamdan sonra bir müjde ulaşacaktır, eğer hakiki salik isen emanet ahdine vefalı ol.
Elest bezminde âşık olanlar emanet yükünü de kabul etmişler ve her türlü mihnet ve acılara karşı katlanmayı göze almışlardır. Bu beyitte elest bezmi, insanın emaneti kabul etmesi ve acılara katlanmayı göze alması güzel bir şekilde anlatılmıştır:
عاشقان زمرۀ ارباب امانت باشند
لاجرم چشم گهربار همان است که بود
Âşıklar emanet ehlindendirler, şüphesiz inci gibi gözyaşı döken ne idiyse hâlâ o şekildedir.
Hâfız kendisine yüklenen emaneti sahibine teslim edip etmeme konusunda oldukça endişelidir, emaneti teslim etmenin şartı heva ve hevese uymamaktır. Şu beyitte şöyle dile getiriyor:
گر امانت به سلامت ببرم باکی نیست
بیدلی سهل بود گر نبود بی دینی
Emaneti sağ salim götürebilirsem artık korkma! Âşık olmak mesele değil, önemli olan dinime yani ahd-i elestte verdiğim sözde durabilmektir.
Sonuç olarak Hâfız gibi İslam tasavvuf edebiyatının en güçlü şairi Kur’ân-ı Kerîm’de yer alan önemli kavramlardan olan “elest” ve “emanet”i muhtelif yönlerinden ele alarak yine İslam inanç sistemi çerçevesinde edebî ve sanatsal bir dil ile ifade etmiştir. Şiirleri İslam tasavvuf geleneğinin şiirsel bir özeti mesabesindedir.
Kaynakça
Hâfız-ı Şîrâzî, Divân-ı Gazeliyyât-ı Mevlânâ Muhammed Hâce Hâfız-ı Şîrâzî (nşr. Halil Hatib-Rehber), Tahran: İntişarat-ı Safi Alişah, 1388.
Hâfız-nâme, Bahaüddin Hürremşahi, Tahran: İntişarat-ı İlmi ve Ferhengi, 1380.
İskender Pala, “Bezm-i Elest,” İslam Ansiklopedisi, (Cilt, 6. S.106-108). Ankara: Türkiye Diyanet Vakfı.
Kur’an Yolu: Türkçe Meal Ve Tefsir. / hazırlayanlar Hayreddin Karaman, Mustafa Çağrıcı, İbrahim Kafi Dönmez, Sadrettin Gümüş. — Ankara : Diyanet İşleri Başkanlığı, 2003.
Muammer Cengiz, “Tasavvuf Literatüründe Elest Misakına Dair Yorumlar,” Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi = The Journal of International Social Research, 2017, cilt: X, sayı: 50, S. 904-924.
Muhammed Coşkun, “Tefsir Literatüründe Elest Bezmi,” Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi [AÜİFD], 2016, cilt: LVII, sayı: 2, S. 97-120.
Saba Fedevî, Ferzâd Abbasî, “Tecelli-yi Âye-i “Elest” der Gazeliyyât-ı Hâfız-ı Şirâzî ve İrtibât-ı Ma’nâyi-i ân bâ Fıtrat, Işk ve Emânet-i İlâhî,” İrfâniyât der Edeb-i Fârisî, 1395 (2017) Şumâre 24, S.186-206.
Yunus Şevki Yavuz, “Bezm-i Elest,” İslam Ansiklopedisi, (Cilt, 6. S.106-108). Ankara: Türkiye Diyanet Vakfı.