FİLİSTİN KIRSALINDA TASAVVUF: EL-KASIMÎ HALVETÎ CAMİA TARİKATI
Yazar: Ali Qleibo*
Kudüs, dünya üzerindeki tüm Müslümanlar, özellikle de sufiler için büyük bir çekim merkezi. Özellikle hac yolculuklarında sufiler, Kudüs’teki uzun süreli misafirlikleri sırasında etnik kökenleriyle bağlantılı zaviye ya da ribâtlara kabul edildiler, ağırlandılar ve manevi eğitim gördüler. Hem konaklanan hem de manevi eğitim verilen zaviyeler, ribâtlar ve tekkeler çeşitli Sufi ekollerin ve itikadi medreselerin geliştiği Kudüs’ün bir hac merkezi olarak cazibesini daha da artırdı. Bu zaviyeler, şehrin İslam itikadı ve amelinde tuttuğu yüksek dinî mevkiyi tasdik etmektedir. Bu yapılar, diğer başka karmaşık rollerinin yanı sıra, Kudüs’ün Müslümanlar nezdinde bir merkez olma konumunu Mekke ve Medine ile beraber sağlamaktadır.
İngiliz mandası ve işgal sonrasında İslam ve tasavvuf Filistin’de ciddi anlamda zarar gördü. Kudüs’ün manevi hayatını zenginleştiren güçlü sufi mozaiği yok oldu. Bugün tasavvuf kırsal alanlarda ve küçük köylerde yaşıyor.
El Halil Dağı’nda yer alan Filistin köyleri Beit Ula ve Nuba, el-Kasımî Halvetî tarikatı ile yakından ilişkili yerler. Arabamız, Beit Ula’daki zaviye ile Nuba’daki El-Kasımî’nin ana zaviyesini birbirine bağlayan zeytin bahçelerinden geçerken uzaktan görünen Halveti Zaviyesi’nin silueti bir zenginlik, refah ve güç imgesi olarak çıkıyor karşımıza.
El-Kasımî Halvetî Tarikatı Filistin kırsalındaki insanlar arasında büyük ve yaygın bir cazibeye sahip. Tarikatın diğer kırsal bölgelerde, Husan, Nahalin, Zeita ve El Oja’nın da aralarında bulunduğu 52 noktada zaviyesi bulunuyor. Tarikatın ayrıca iki okulu, Yeşil Hat içerisindeki Baka el-Garbiyye’de yer alan ve İsrail Millî Eğitim Bakanlığı tarafından hem tanınan hem de kısmen de finanse edilen bir yüksek okulu bulunuyor. Burada uluslararası akademik konferanslar da düzenleniyor.
Filistin kırsalında faal olan bu tarikatın kendine has özellikleri var. Halvetiyye’nin Rahmani kolu, İsrail’in sınırlamalarına karşı ferasetli intibaklarıyla Filistin’deki en yaygın tarikatlardan biri oldu. İşgalin yarattığı siyasi ve ekonomik zorluklar manevi desteğin önemini artırdı, tarikatın bazı üyelerine güç verdi ve tarikata büyük bir bereketin göstergesi olan özel bir nitelik kazandırdı.
Nuba’da kaldığım sırada sufi ev sahibim Şeyh Mahmud el-Cezzar Ebu Kasem, kendilerinin ayrıcalıklı konumlarını şöyle açıkladı: “Mürşidimiz vefat ettiği zaman cenazesine herkes katıldı. Yahudi bayramı (Yom Kipur) olmasına rağmen herkes serbestçe dolaşabildi… pasaport veya izin kağıtları olmadan hem de.” Tespihine işaret ederek devam etti: “Tespihlerimizle serbestçe dolaştık.”
Şeyh Ebu Kasem, “emir” diye adlandırılan tarikat liderinin ait olduğu Kasımî kolunun bir üyesi. Orta yaşlı bu adam, tarikatın karakteristik kıyafetini giyiyor; yani boynunda asılı bir tespih, uzun bir cübbe olan abaya, bir cellabiye ve bir de yelek. Güzelce taranmış kınalı bir sakalı var ve bir Filistin poşusu takıyor. Kendisinin hâli ve tavrı gayet hoş ve insanda derin bir saygı uyandırıyor. Kendisinin Kur’an okuyuşundan manevi olarak etkilenmiş bir hâlde çayımdan bir yudum alıyorum. Nazikçe gülümsüyor ve birlikte ılık kış güneşinin keyfini sürerken bu saygıdeğer şeyh bana tarikatın el-Kasımî el-Halvetî el-Camii olan isminin altında yatan mantığı anlatıyor.
Ebu Kasem’in söylediğine göre tarikat ismini Halvetî aile üyelerinden olan mürşitlerden almış. Bu kimseler de Ömer el-Halvetî ve Muhammed el-Halvetî. Topluluk, toplayan, külli gibi anlamlara gelen camia kelimesi ise ashaptan Ebû Hüreyre’nin rivayet ettiği, “Ben camiu’l-kelim ile gönderildim.” hadisine atıfla eklenmiş.
Ben notlarımı karıştırırken o duraklıyor. Ben notlarıma bakmayı bitirinceye kadar bekliyor ve sonra el-Kasımî ismini açıklamaya devam ediyor. Daha sonra son dönem Kasımî silsilesinden bazı isimleri sayıyor. “Sırasıyla, Seyyid Şeyh Muhammed Hüsnüddin el-Kasımî, Seyyid Şeyh Abdulhay el-Kasımî, Seyyid Şeyh Yasin el-Kasımî, Seyyid Muhammed Cemil el-Kasımî, Seyyid Şeyh Afif el-Kasımî ve şu anda mürşidimiz olan Seyyid Şeyh Abdurrauf el-Kasımî.”
Halveti Kasımî tarikatının şu anki kimliği Birinci Dünya Savaşı’nın hemen ertesinde Abdurrahman eş-Şerif tarafından oluşturulmuş. Bu kişi, öncesinde Yeşrutiyye tarikatının el-Halil’deki vazifelisiymiş. Sonrasında Halveti tarikatına intisap etmiş ve bu silsile tarikatın on sekizinci yüzyıldaki meşhur şeyhi Mustafa el-Bekrî’den gelmektedir. Arap dünyasında Halveti tarikatı, Türk okuyucunun tanıdığı, Kastamonu’da türbesi bulunan Şeyh Şaban-ı Velî’nin ismiyle anılan Şabaniyye yoluyla yayılmıştır. Rahmaniyye kolu Şabaniyye tarikatının silsilesinden gelmektedir. Abdurrahman eş-Şerif zamanında Rahmaniyye tarikatı genişlemiş ve müritlerinin sayısı artmış. Eş-Şerif’in 1925 yılındaki vefatından sonra, en seçkin halifesi Hüsnüddin el-Kasımî, Zayta köyünde bir zaviye kurarak, bugün İsrail’de Üçgen11 Arapçada el-Müselles olarak bilinen ve Yeşil Hat’ın yakınlarındaki Arap nüfusun ağırlıklı olduğu köy ve ilçelerin bulunduğu bölge. (ç.n.) olarak bilinen bölgede kalan köylerde başka zaviyeler kurulmasına yardım etmiş.
Her mürşidin kendi yolu/tariki vardır. Şeyh Mahmud ec-Cezzar Ebu Kasım, “Her tarikatın, her gün okuması gereken bir virdi vardır.” diyerek onların kendilerine has özelliklerini anlatıyor. O, tarikatlarına ait virdi okumaya devam ederken torunu bize Filistin’e özgü nane çayı sunuyor.
“Virdler içinde zikrin olduğu metinlerdir ve her biri belli bir tarikata özeldir.” diye açıklıyor Şeyh Ebu Kasem. Bir süre durup çayından bir yudum aldıktan sonra devam ediyor. “Virdler tarikatın kurucusundan ve Hz. Muhammed’den beri süren aktarım zincirinin manevi kuvvetini müride aktarır.”
Muhterem şeyh daha da detaya inerek her gün okunan virdin dairesel ve alfabetik bir düzen içinde olduğunu söylüyor. “A harfiyle başlayanları bitirdiğimizde B ile başlayanlara geçiyoruz ve bu böyle devam ediyor.” Söylediğini netleştirmek için çeşitli kısımların ilk mısralarını okuyor ve ben de bunları kaydediyorum. Onun Allah’a ve Hz. Muhammed’e yazılmış sevgi mısralarını okuyuşunu izlerken nurlu yüzüne yansıyan iç güzelliğinden etkileniyorum.
“Efendilerimiz, Halvetiyye el-Camia er-Rahmaniyye tarikatının mürşitleri, virdin günde iki defa okunmasını buyurmuşlar. Kur’an’daki ‘Ey iman edenler! Allah’ı çokça zikredin.’ ayetine uyarak ilki akşam ezanı ile yatsı ezanı arasında; ikincisi ise sabah ezanından önce gece 3 gibi.” diye açıklıyor Ebu Kasem. “Virdlerin nasıl okunacağı en küçük detayına kadar mürşide danışılır.” Kendine özgü cübbesi, uzun sakalı ve boynunda sallanan tespihiyle bu muhterem şeyh zaviyeye doğru ilerlerken bana gülümsüyor.
Tarikatın müritleri her kararlarında şeyhlerine danışıyor ve onun kararlarına uyuyorlar. Arkadaşım İbrahim’in anlattığına göre genç bir adam uzak bir köyden bir kızla nişanlanmış. Uzun uğraşlar sonunda gencin ailesi ikna olmuş ve düğün tarihi belirlenmiş. Fakat şeyhe danışıldığında şeyh gence bu işten vazgeçmesini, bu işin hayırlı olmadığını söylemiş. Genç adam da bu karara uyarak düğünden vazgeçmiş.
Beit Ula’daki genç bir mimarın, başından geçen kötü bir olaydan yakınırken söylediği hüzün dolu, “Keşke mevlânâya22 Buradaki mevlânâ kelimesi özellikle Hint Yarımadası’nda kullanılan ve dinî âlimlere veya önderlere verilen bir unvandır. Tek başına kullanıldığında Celâleddiîn-i Rûmî kastedilir. (ç.n.) danışsaydım.” sözleri kulağımda yankılanıyor. Kendisi şeyhinin görüşüne başvurmamış ve işleri iyi gitmiyormuş. Arkadaşım Selam bana, “Kasımî tarikatının müritleri her işlerinde tarikatın liderine danışmalılar.” diyor.
Hem Beit Ula’da hem de el-Kasımî tarikatının merkezi Nuba’da tarikat kardeşliği belli ailelerle ve onların çocuklarıyla sınırlı. Müritlik neredeyse tamamen doğuştan kazanılan bir şey. Köylülerin geri kalanı aynı kabileden olsalar bile mürit değiller fakat tarikata yakınlık duyuyor ve tarikat üyelerine karşı büyük saygı gösteriyorlar. Sufi şeyhlerinin çok fakirlik çektiği 1940’lı yıllarda onları bu insanlar beslemiş ve Beit Ula’daki zaviyeyi inşa etmeleri için kendilerine arazi vermiş.
Nuba’daki zaviye dikdörtgen biçime sahip bir cami ve odak noktasını da mihrap oluşturuyor. Sade mihrabın sağ ve sol tarafında iki şecere asılı. Bunlardan bir tanesi tarikatın Hz. Muhammed’e kadar olan silsilesini gösterirken diğeri tarikatın kuruluşundan itibaren aile içindeki şeyhlerin isimlerini ortaya koyuyor.
Halvetiyye tarikatının kökenini gösteren listede kendi köklerini bu geleneği Filistin’e taşıyan üç önemli kişiye kadar götürüyorlar. Bu kişiler Mahmud Enver er-Râfiî et-Trablusî, onun halefi Muhammed Yaser et-Trablusî ve onun halefi ve Yafa Müftüsü Hasan bin Salim el-Decanî. Tarikatın Filistin’de yayılışının Şeyh Hasan el-Decanî zamanında olduğu düşünülüyor. Yeğeni Abdulkadir Ebu Rabah manevi eğitimini ondan almış ve sonra Decanî, Ebu Rabah’a irşat etmesi için icazet vermiş ve onu tarikatın halifesi ilan etmiş.
Sonrasında Muhammed el-Yaser et-Trablusi de Filistin’e gelmiş ve burada birçok köyde tarikat faaliyetinde bulunmuş. Benzer şekilde Mahmud Enver er-Râfiî et-Trablusi de hicri 1274 [m. 1857-58] yılında Filistin’i ziyaret ederek Şeyh Abdulkadir Rabah ile tanışmış ve irşat için Rabah’a icazet vermiş. Tarikatın o yöredeki faaliyet görevini tevdi ederek Rabah’ı halife ilan etmiş.
Şeyh Mahmud Enver er-Râfiî et-Trablusi, birçok zaviyenin bulunduğu bir merkez olan el-Halil’e yaptığı ziyarette, kendisi de el-Halilli olan Şeyh Abdurrahman eş-Şerif el-Hüseyni ile buluşmuş. Ona da eğitim vererek daha sonra mürit yetiştirme icazeti vermiş kendisine. Tarikatın önderliği hususunda ona da güvenerek onu da halifesi ilan etmiş. Şeyh Ahmed Savi, Muhammed Cezzar, Mahmud Râfiî, Abdulkadir Ebu Rabah ve Hasan Decanî gibi erdemli şeyhlerin vefatı sonra şeyhlik makamına Şeyh Abdurrahman eş-Şerif geçmiş. Bundan sonra tarikatın ismi Halveti Rahmaniyye olmuş.
Şeyh Abdurrahman eş-Şerif zamanında Halvetiyye tarikatı, Osmanlı devrinin sonlarına doğru karşılaşılan zorluklara rağmen hızla genişlemiş. İlk merkezleri el-Halil şehrindeymiş ve ibadet edilen, zikirlerin ve sadece bu tarikata ait ayinlerin yapıldığı ve okunduğu bir zaviyeden oluşuyormuş.
Rahmaniyye tarikatı en şaşaalı günlerini ise Şeyh Muhammed Hüsnüddin el-Kasımî zamanında yaşamış. Bu dönemde tarikatın mürit sayısı artmış ve çağrısı el-Halil’den Tulkarem’in Attil kasabasına kadar tüm Filistin kırsalına yayılmış. Birçok Filistin köyünden insanların katılmasıyla birlikte çok sayıda zaviye kurulmuş.
Bu zaviyelerin en etkili olanı ise Baka el-Garbiyye beldesinde bulunuyor. Hüsnüddin’den sonra gelen ve sonuncusu şu anki şeyh Abdurrauf el-Kasımî olan dört oğlu da İsrailli yetkililerle ilişkilerini iyi tutarak zaviyeyi ferasetli bir biçimde geliştirmiş ve 1967 sonrasında etkileyici bir dinî eğitim merkezi hâline getirmişler. Burada, hem kadınlar hem de erkekler için ayrı odalarda düzenli olarak zikir yapılan büyük bir cami-zaviye ve 1989 yılında açılan, modern bir akademik kütüphaneye sahip olan ve hızla genişleyen bir İslami Yüksekokul bulunuyor. Eğitim Bakanlığı’nın da resmî olarak tanıdığı bu yüksekokulda hâlihazırda beş yüzden fazla öğrenci eğitim görüyor.
* Dr.,Kudüs Üniversitesi Antropoloji Bölümü
↑1 | 1 Arapçada el-Müselles olarak bilinen ve Yeşil Hat’ın yakınlarındaki Arap nüfusun ağırlıklı olduğu köy ve ilçelerin bulunduğu bölge. (ç.n.) |
↑2 | 2 Buradaki mevlânâ kelimesi özellikle Hint Yarımadası’nda kullanılan ve dinî âlimlere veya önderlere verilen bir unvandır. Tek başına kullanıldığında Celâleddiîn-i Rûmî kastedilir. (ç.n.) |