SEVGİ BAHT OLMUŞ EZELDEN BİZE
11 Başlık rast makamındaki Tahir Karagöz ilahisinden alınmadır: “Sevgi baht olmuş ezelden bize/ Sizde bir türlü, bizde bir türlü/ Alaca düşmüş gördüğümüze/ Sizde bir türlü bizde bir türlü”.
Yazar: Mehmet Demirci
Sevgi yaratılıştan getirdiğimiz en güçlü duygulardan biridir. Kubbealtı Lugati’nde şöyle tarif edilir: “Sevgi; İnsanı karşılık beklemeden yakın ilgi, dostluk, şefkat, bağlılık göstermeye yönelten ve fedakârlıkları göze aldıracak kadar güçlü olabilen duygu, sevme duygusu, muhabbet.” Bu biraz şümullendirilmiş bir tanımdır. Daha basite irca edilerek yapılan tariflerden birine göre sevgi “ülfet”tir, ülfet alışma, kaynaşma, ünsiyet demektir. Gazzâlî’de daha basit tarifler vardır: “Sevgi, iyi olan bir şeye karşı kendiliğinden olan bir meyildir.”
Gazzâlî’de şu izahlar da bulunur: Lezzetli olan her şey sevilir. Lezzet ise idrake tabidir. İdrak zahirî ve bâtıni olmak üzere ikiye ayrılır: Zahirî lezzet alanı beş duyunun zevk aldığı yerlerdir. Göz güzelliklerden, kulak ahenkli seslerden, burun hoş kokulardan, dokunma duyusu yumuşak nesnelerden hoşlanır ve onları sever.
Bâtıni idrakin yeri ise kalptir. Hadis-i şerifte “Buna dünyanızdan üç şey sevdirildi: Güzel koku, kadınlar ve gözümün nuru olan namaz.”22 eseî, Işretünnisa, 1buyrulur. Güzel koku ve kadının sevilmesi duyularla anlaşılır. Namazın zevki ve sevilmesi ise ancak kalple anlaşılabilir.
İnsan kendini, kendisine iyilik yapanı, iyiliksever olan kimseyi, güzeli ve ahengi sever. Buna göre sevilmeye en çok layık olan ise Allah’tır. Çünkü kendini ve kendisine iyilik yapanı seven bir insanın; ona varlığını veren, gerek ona gerekse herkese bol bol iyilik yapan Hakk’ı sevmesi gerekir. Ayrıca insan “güzelliği” ve “güzel olanı” sever. Mutlak güzellik Allah’a mahsustur. “Allah güzeldir güzeli / güzelliği sever.”33 Müslim, İman, 147Varlıktaki her güzellik O’nun Cemal isminin birer tecellisidir.44 Bkz. Gazâlî, İhyau Ulûmi’d-Dîn, c. IV, “Kitâbü’l-Mahabbe ve’Şevk”, Kahire, 19 68, s. 365 vd.; İhyau Ulûmi’d-Din, A. Serdaroğlu çevirisi, Bedir yayınevi, İstanbul, 1975, c. IV, s. 538 vd. Ayrıca bkz. Süleyman Uludağ-İlhan Kutluer, “Muhabbet” ve “Aşk” … Continue reading
*
Sevgi doğaldır, fıtridir ve bütün varlığı kuşatmış durumdadır. Allah Rahman ve Rahîm’dir, O’nun rahmeti her yeri kuşatmış durumdadır. Rahmet, sıradan bir acıma değildir. Aksine, dostça, şefkatle, kendi yakınına, kendi ailesine karşı gösterilen bir rahmettir; bu özelliğiyle rahmetin içinde sevgi de vardır.
Allah’ın bu sonsuz rahmeti ve muhabbetinin tezahürleriyle ilgili çeşitli hadisler vardır. Bunlardan birisi çok ibretli bir tablo çizer. Şöyle ki:
“Yüce Allah rahmetini yüz parçaya böldü, doksan dokuz parçasını kendi yanında alıkoydu, bir parçasını yeryüzüne indirdi. İşte bu bir parça rahmet sebebiyle, bütün yaratıklar birbirlerine şefkat ve merhamet beslerler, vahşi hayvanlar bile yavrularına şefkat gösterirler. Öyle ki, yavrulu hayvan yeni doğmuş yavrusuna isabet eder endişesi ile ayağını kaldırır durur. Geri kalan 99 rahmetini ise Allah kıyamet gününde kullarına yöneltmek üzere yanında tutmaktadır.”55 Müslim, Tevbe, 14-21
Yeni yavrulamış bir büyük baş hayvanı seyretme fırsatı bulanlar bu şefkat tablosunu görmüşlerdir. Annesinin vücudundan birkaç dakika önce ayrılmış küçük buzağı, gözlerini açtığı yeni âleme alışmaya çalışırken titrek bacaklarının üzerinde doğrulmaya gayret eder fakat zorlanır. Doğumun bütün sıkıntısına rağmen anne inek o sırada arka ayakları arasında debelenmekte olan yavrusunun üzerine basmamak için büyük bir dikkat sarf eder, ayaklarını ihtiyatla kaldırır durur. Külli rahmet ve şefkatin hayvandaki bu tezahürü gerçekten ibret vericidir.
Hadislerde geçen bir başka rahmet ve sevgi tablosu şöyledir. Hz. Ömer anlatır: “Bir muharebe sonu Resulullah’ın huzuruna birtakım esirler gelmişti. Bunların içinde emzikli çocuğunu kaybetmiş bir kadın vardı, heyecan ve telaşla çocuğunu aramakta idi. Nihayet esirler arasında yavrusunu buldu, hemen onu bağrına bastı ve emzirmeye başladı. Bu şefkat tablosunu gören Hz. Peygamber bize sordu: Şu kadının kendi çocuğunu ateşe atabileceğini düşünür müsünüz dedi. Biz de cevap verdik: Hayır, bunu asla yapmaz!.. dedik. Bunun üzerine Resulullah: İşte şüphesiz yüce Allah kullarına bu kadının çocuğuna olan şefkatinden daha merhametlidir, buyurdu.”66 Müslim, Tevbe, 14-21
*
İslam dininin ana kaynağı olan Kur’an’da “sevgi” sözüne sıkça rastlanır. Allah’ın iyilik edenleri (Bakara 2/195), tövbe edenleri ve temizlenenleri (Bakara 2/222), müttakîleri (Âl-i İmrân 3/76), sabırlı olanları (aynı sure 3/146) sevdiği belirtilir. Mâide suresinin 54. ayetinde “Allah onları sever, onlar da Allah’ı severler.” şeklinde bir ifade yer alır. Yani sevmek ve sevilmek Allah’ın vasfıdır. “Sevelim sevilelim” sözünün menşei bu ayet olsa gerektir. Bakara suresi 165. ayette de “Müminlerin Allah’a karşı pek şiddetli bir sevgisi vardır.” denir.
Hadislerde de çeşitli yönleriyle sevgi genişçe yer alır: “İman etmedikçe cennete giremezsiniz, birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş sayılmazsınız”77 Müslim, Îmân, 94. İmanın sevgi temelli olduğu vurgulanır: “Allah’ı ve Hz. Peygamber’i her şeyden çok sevmek lazım geldiği, bir kimseyi sevenin de ancak Allah için sevmesi gerektiği, “imanın tadı”nın ancak böyle duyulabileceği”88 Bk. Buhârî, Îmân, 8,9; Müslim, Îmân, 66, 69.belirtilir. Başka bir kutsi hadiste “Çeşitli faydalı hareketlerle kendisine yaklaşmaya devam eden kulu sonunda Allah’ın seveceği, onu sevince gören gözü, işiten kulağı, tutan eli, yürüyen ayağı olacağı” ifade edilir.99 Bk. Buhârî, Rikak, 38.
“Amellerin en üstünü Allah için sevmektir.”; “Sevdiğini Allah için sevmek, yerdiğini de Allah için yermek imandandır”1010 Buhârî, Îmân, 1. Bir kutsi hadiste, “Benim için birbirini sevenlere, benim için bir araya gelenlere muhabbetim vacip olmuştur.” buyurulmaktadır.1111 Ahmed b. Hanbel, IV, 386; V, 229, 233
*
Özellikle tasavvuf düşüncesi sevgiyi yaratılışın sebebi olarak görür. Tasavvuf anlayışına göre, Allah kendi güzelliğini temaşa için mahlûkatı yaratmıştır. Buna göre hilkatin sebebi Tanrı’nın “zati’ aşkı”dır. Tasavvufi düşüncenin temellerinden birini teşkil eden “Kenz-i Mahfî” hadisi de bu fikir etrafında dönüp dolaşır. Tasavvuf literatüründe kutsi hadis olarak kabul edilen bu ifadeye göre Hz. Peygamber’in diliyle Allah şöyle buyurur: “Ben gizli bir hazine idim, bilinmeyi sevdim, beni bilsinler ve tanısınlar diye yaratıkları meydana getirdim.”1212 Bk. Keşfü’l-Hafâ, II, 191. İbn Arabi “Küntü kenzen..” ifadesinin “naklen sabit olmayıp, keşfen sahih bir hadis olduğunu belirtir. Bkz. Fütuhat-ı Mekkiyye, Dâru Sâdır baskısı, Beyrut, tsz. c. II, s. 399; aynı eser, Ekrem Demirli çevirisi, Litera yayıncılık, İstanbul, … Continue reading Burada âlemin yaratılma sebebi olarak “sevgi”yi görüyoruz. Bu hâliyle “sevgi” cihanşümul bir prensip olarak karşımıza çıkmaktadır. O, Tanrı’dan zuhur etmiş ve bütün kâinatın icadına sebep olmuştur. Varlıklar içinde sevginin yabancısı olabilecek bir zerre bile yoktur. Fakat her varlığın sevgisi, kendi istidat ve seviyesine göredir.
Aşksız âdem dünyâda belli bilin ki yoktur
Her biri bir nesneye sevgisi var âşıktır
Çalab’ın dünyâsında yüz bin türlü sevgi var
Kabul et kendüzine gör hangisi lâyıktır
Âlemi ve âlemde var olan her şeyi ilahi sevginin eseri, tecellisi ve zuhuru olarak gören tasavvuf mensupları, bu sebeple kâinatta mevcut her şeyi gönülden sevmekte, bu sevgi ile Allah’a ulaşacaklarına inanmaktadırlar.
Gazzâlî sevgiyi kökü yerde, dalları gökte, meyveleri dilde, organlarda ve gönüllerde bulunan bir ağaca benzetir. Bu engin ve şümullü sevgi insanı sevdikleriyle dostluğa, onlara yardımcı olmaya, canıyla, malıyla ve diliyle sevdiklerine zarar vermekten sakınmaya yöneltir.
Meyil, hoşlanmak sevginin başlangıcı sayılır. İbnü’l Arabî sevgiyi muhabbet, vüd, aşk ve hevâ diye derecelendirir.1313 İbn Arabi, Fütûhât-ı Mekkiyye, çev. Ekrem Demirli, İstanbul, 1015, c. 8, s. 173 Ayrıca tabii, ruhani ve ilahi sevgiden bahseder. Tabii sevgi hem insanlarda hem hayvanlarda görülür; canlıların yavrularını sevmeleri böyledir. Ruhani sevgi insana özgüdür. Allah’ın kulunu, kulun Allah’ı sevmesi ise ilahi sevgidir.
Bu gibi taksimat meseleyi çeşitli yönleriyle açıklama gayretine matuftur. Asıl olan sevginin bizzat kendisi ve hasıl ettiği sonuçtur. Gene İbnü’l Arabî’ye göre sevginin özü ve mahiyeti tarif edilemez, hatta bu düşünülemez. Sevgiyi sonuçları ve eserleriyle tanımlamak mümkündür.1414 Age, s. 179
Zaten pratikte önemli olan da budur. Yani sevginin teorik izahları değil, yaşanması, hâl edinilmesi hayat kaidesi hâline getirilmesidir.
AŞK
Sevginin ileri derecesine “aşk” denir. Kubbealtı Lugati’nde aşk şöyle tarif edilir: “Bir kimse veya bir şeye karşı duyulan çok kuvvetli sevgi ve bağlılık, aşırı muhabbet.” Tasavvufi anlamı ise şu şekilde verilir: “Hakk’ın zuhuruna sebep olan ilk sıfat [Allah bilinmeyi arzulamış, bu arzu ve aşk kâinatın yaratılmasına sebep olmuştur. Aşk, Hakk’ın zatına izafe edilen ilk sıfatı ve ilk zuhurudur. Mutasavvıflara göre aşk, Hak yoluna giren kimseyi Allah’a eriştiren en kısa yoldur]”.
Kur’an’da “aşk” kelimesi geçmez. “Müminlerin Allah’a karşı pek şiddetli bir sevgisi vardır.” ayeti bir bakıma aşkı tarif eder. Çünkü aşk ifade ettiğimiz gibi sevginin şiddetli ve ileri derecesidir. Âlemin yaratılma sebebi olan sevgi ve aşk cihanşümul bir prensip olarak karşımıza çıkmaktadır. “Allah onları sever, onlar da Allah’ı severler.”1515 Mâide, 5/54ayetine göre sevginin ilk kaynağı Hak Teala’dır, önce o sevmiştir. Aşk, Hak’tan zuhur etmiş ve bütün kâinatın icadına sebep olmuştur. Varlıklar içinde aşkın yabancısı olabilecek bir zerre bile yoktur. Fakat her varlığın aşkı, kendi istidat ve seviyesine göredir. Hakiki aşk ise insan ruhunun, Allah’a karşı bir özlemidir.
Tasavvufta biri hakiki, öteki mecazi olmak üzere iki nevi sevgi ve aşktan bahsedilir. Hakiki sevgide ve aşkta konu Allah’tır, mecazi aşkta ise konu insandır. Bir insanın karşı cinsten bir insana duyduğu sevgiye mecazi veya beşerî aşk denir. Hakiki aşka büyük önem veren tasavvuf erbabı, beşerî aşka da ilgisiz kalmamışlar, çoğu zaman beşerî aşkı ilahi aşka geçmek için bir köprü olarak görmüşlerdir.1616 Bk. Süleyman Uludağ, “Tasavvufî Ulûhiyet Telâkkisi”, Hareket Dergisi, Mart 1981, s.7
Yürü Leylâ ki ben Mevlâ’yı buldum
Leylâ Leylâ derken Mevlâ’yı buldum
Beşerî ve ilahi aşkı terennüm eden sözlerde ifade ve mazmun benzerlikleri vardır. Bu sözlerin sahibi, hayat görüşü ve yaşayışı iyi tanınmazsa, neden bahsettiği iyi anlaşılamaz. Bir de o sözleri değerlendirenler konuya yabancı ve ehil olmayan kimseler ise, ilahi aşkla ilgili ifadeleri tamamen beşerî ve nefsani duyguların terennümü olarak mayalandırma hatasına düşeceklerdir. Yunus bundan müteessirdir:
Bizim hâlimizden bilen kimdir aşka münkir olan
Bizim sevdiğimiz Hak’tır bu halka göz ü kaş gelir
Yukarıda belirttiğimiz üzere sevginin tanımı yapılamadığına göre, aşkın izahı çok daha zordur. Mevlânâ Celâleddîn’in ifadesiyle: “Aşk öyle bir alevdir ki, bir tutuştu mu, Maşuk’tan başka her şeyi yakar.”1717 Mevlânâ, Mesnevî, çev. Veled İzbudak, c. V, beyit: 589
Sinan Paşa ise şöyle der: “Aşk efsâne vü efsûn değildir, aşk san’at-i her dûn değildir. Her aşk dâvâsın eden âşık olmaz ve her mahabbetten dem vuran sâdık olmaz. Aşk bir nurdur he gözde görünmez; aşk bir huzurdur her derûnda bulunmaz. Aşk bir cûştur onun da şeydâları var; aşk bir hurûştur onun da deryâları var. Aşktır yıldızları seyr ettiren, aşktır ay ü günü devr ettiren. Aşktır nebâtâtı bitiren, aşktır çiçekleri getiren.”1818 Sinan Paşa, Tazarru’nâme, hazırlayan: Mertol Tulum, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul, 1971, “İşâret-i evsâf-ı ışk”, s. 187 vd.
*
Sevgi ve aşk konusu nazari, felsefi bir spekülasyon değildir. Özellikle Allah aşkının pratik hayatta önemli bir karşılığı vardır. Sadece kitabi bilgilere dayanan bir iman anlayışı vecd ve heyecandan mahrum, son derece “kuru” bir mahiyet arz eder. Böyle bir dindarlık da şuur ve manevi zevkten yoksun, âdeta robotlaşmış ve mekanik bir görüntüye sahip olur. İman ve dine ruh ve revnak verecek olan sevgidir, aşktır. Hz. Peygamber “Allah ve Resulünü her şeyden çok sevmek gerektiğini” böyle olduğu takdirde “imanın tadının bulunabileceğini”1919 Bk.Müslim, İman 69; Buharî, İman, 9.beyan eder. “İmanın tadı” önemli bir kavramdır. Bu tadı hissedemeyenler için iman kuru bir yük olur. Allah’ı aşk derecesinde, şuurlu ve candan sevmeyenin imanı taş gibi sert ve kurudur:
Cümle âlemin gönlünde vardır O’nun muhabbeti
O’nu candan sevmeyenin bil ki îmânı taş oldu
Aşkın insanı değiştiren, dönüştüren, daha iyi bir kul olmasını sağlayan özelliğini Yunus Emre’nin beyitleriyle açıklayalım2020 Bu konuda geniş bilgi için bkz. Mehmet Demirci, Yunus’ta Hak ve Halk Sevgisi, H yayınları, İstanbul, 202:
Kur’an’da da birkaç yerde “Kalpleri katılaşmış olanlara yazıklar olsun.” denir.2121 Zümer, 39/22; Hacc 22/53
Allah aşkı gönülleri yakarak yumuşatır, muma döndürür, rikkat, incelik ve duyarlık kazandırır. Bundan nasipsiz olan gönüller ise kararmıştır, kaya gibi kaskatı, sert ve kış gibi soğuktur:
Aşkı var gönül yanar yumşanır muma döner
Taş gönüller kararmış sarp katı kışa benzer
Manevi olgunluğa erişmek için, nefsi kontrol altında tutmak, onun isteklerine boyun eğmemek gerekir. “Varlığa sevinmemek ve yokluğa yerinmemek” nefis terbiyesinin başta gelen belirtilerindendir. Aynı zamanda İslam ahlakının zirve noktalarından biri olan bu yüksek karakterin formülü bir Kur’an ayetine dayanır: “Bu da elinizden çıkana üzülmemeniz ve verdiğimize fazla sevinmemeniz içindir.”2222 Hadîd 57/23
İlahi aşk kişiyi böyle bir olgunluğa ulaştırır:
Ne varlığa sevinirim ne yokluğa yerinirim
Aşkın ile avunurum bana seni gerek seni
Aşk hamları pişirir, olgunlaştırır, iyiyi kötüden ayırt etme yeteneği verir:
Esritti aşka düşürdü ben ham idim aşk pişirdi
Aklımı başa düşürdü hayrı şerden seçer oldum
Aşk menfaatsiz ve şuurlu bir kulluğa yöneltir:
Hakk’ın gerçek âşıkları istemezler Cennetleri
Cennetten dahî ileri gider makamın tutmağa
İlahi aşkla yeni bir hayat ve yeni bir dinamizm kazanan kişi, öyle bir ruh taraveti içindedir ki, her an yeni doğmuşçasına çevresine tazelik aydınlık ve ümit ışıkları saçmaya devam eder. Bu kimseyi herkes sever, ondan bıkılıp usanılmaz:
Biz sevdik âşık olduk sevildik Mâşuk olduk
Her dem yeni doğarız bizden kim usanası
↑1 | 1 Başlık rast makamındaki Tahir Karagöz ilahisinden alınmadır: “Sevgi baht olmuş ezelden bize/ Sizde bir türlü, bizde bir türlü/ Alaca düşmüş gördüğümüze/ Sizde bir türlü bizde bir türlü”. |
↑2 | 2 eseî, Işretünnisa, 1 |
↑3 | 3 Müslim, İman, 147 |
↑4 | 4 Bkz. Gazâlî, İhyau Ulûmi’d-Dîn, c. IV, “Kitâbü’l-Mahabbe ve’Şevk”, Kahire, 19 68, s. 365 vd.; İhyau Ulûmi’d-Din, A. Serdaroğlu çevirisi, Bedir yayınevi, İstanbul, 1975, c. IV, s. 538 vd. Ayrıca bkz. Süleyman Uludağ-İlhan Kutluer, “Muhabbet” ve “Aşk” maddeleri, Diyanet İslâm Ansiklopedisi. |
↑5 | 5 Müslim, Tevbe, 14-21 |
↑6 | 6 Müslim, Tevbe, 14-21 |
↑7 | 7 Müslim, Îmân, 94 |
↑8 | 8 Bk. Buhârî, Îmân, 8,9; Müslim, Îmân, 66, 69. |
↑9 | 9 Bk. Buhârî, Rikak, 38. |
↑10 | 10 Buhârî, Îmân, 1 |
↑11 | 11 Ahmed b. Hanbel, IV, 386; V, 229, 233 |
↑12 | 12 Bk. Keşfü’l-Hafâ, II, 191. İbn Arabi “Küntü kenzen..” ifadesinin “naklen sabit olmayıp, keşfen sahih bir hadis olduğunu belirtir. Bkz. Fütuhat-ı Mekkiyye, Dâru Sâdır baskısı, Beyrut, tsz. c. II, s. 399; aynı eser, Ekrem Demirli çevirisi, Litera yayıncılık, İstanbul, 2015,c. 8, s.386. Ayrıca bkz. İsmail Hakkı Bursevi, Kenz-i Mahfî; Ali Vasfi Kurt, Endülüste Hadis ve İbn Arabi, İnsan yayınları, İstanbul, 1998, s. 600. Tasavvuf inanışında “keşf”in bilgi kaynağı olduğuna dair bkz. İbn Arabî, “Kitâbü’i Fenâ ve’l-Müşâhede, Resâilü İbn-i Arabi içinde”, Dâru’l-Kütübi’l-Ilmiyye, Beyrut, 2001, s. 19; İbni Arabi, Mişkâtü’l-Envâr, çev. Mehmet Demirci (Nûrlar Hazînesi) içinde Muhammed Valsan’ın “Giriş” yazısı, İz yayıncılık, 7. Baskı, İstanbul, 2009, s. 50 |
↑13 | 13 İbn Arabi, Fütûhât-ı Mekkiyye, çev. Ekrem Demirli, İstanbul, 1015, c. 8, s. 173 |
↑14 | 14 Age, s. 179 |
↑15 | 15 Mâide, 5/54 |
↑16 | 16 Bk. Süleyman Uludağ, “Tasavvufî Ulûhiyet Telâkkisi”, Hareket Dergisi, Mart 1981, s.7 |
↑17 | 17 Mevlânâ, Mesnevî, çev. Veled İzbudak, c. V, beyit: 589 |
↑18 | 18 Sinan Paşa, Tazarru’nâme, hazırlayan: Mertol Tulum, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul, 1971, “İşâret-i evsâf-ı ışk”, s. 187 vd. |
↑19 | 19 Bk.Müslim, İman 69; Buharî, İman, 9. |
↑20 | 20 Bu konuda geniş bilgi için bkz. Mehmet Demirci, Yunus’ta Hak ve Halk Sevgisi, H yayınları, İstanbul, 202 |
↑21 | 21 Zümer, 39/22; Hacc 22/53 |
↑22 | 22 Hadîd 57/23 |