ÇOK YÖNLÜ BİR ŞAHSİYET: EMİR ABDÜLKADİR EL-CEZAİRÎ

  • Sabah Ülkesi - Cover
  • Yazar: Ahmed Bouyerdene*

    Tarihî bir şahsiyet ve efsanevi bir kişilik olan Emir Abdülkadir muhtemelen kendi yaşadığı devre dair yayınlanmış anı ve hatıratı en çok etkileyen 19. yüzyıl isimlerinin başında gelir. Namı öyle sınırlar aşmıştı ki doğum yerinin katı coğrafi hudutlarının ötesine geçmiş, 1846 gibi bir yılda, ABD’nin Iowa eyaletinde küçük bir kasabanın kurucuları kasabalarına Elkader ismini vermişlerdir.1 Böylece o zamanlar ABD için George Washington kim ise kendi ülkesi için de o olan el-Cezairî’ye hürmetlerini göstermişlerdir. Dünya çapındaki bu şöhret, 1883 yılının baharında ölümü vesilesiyle Chicago’daki bir gazetede yayınlanan manşette de eksiksiz özetlenir: “Bir zamanlar ismiyle dünyayı büyüleyen Abdülkadir vefat etti.2”

    Abdülkadir el-Hassanî, 1808 yılında Osmanlı yöntemindeki Cezayir’in batısında küçük bir köyde dünyaya geldi. Hz. Peygamberin soyundan gelen Şerif bir aileye mensup olan Abdülkadir’in babası Sidi Muhittin, Kâdirî tarikatı şeyhiydi. Bir veli olduğu rivayet edilen babası, genç adam için manevi bir rehber olmuş, onun fütüvvet kaidelerine ve salih amellere bağlanmasını sağlamıştır. Bu tedrisatın temelinde Allah’ın mahlûkata bakışı vardır. Bu manevi eğitim, kaynağını bir hadisten alır. Hadise göre, İslam ve imanla birlikte ihsan, Allah’la irtibatın en yüksek derecesidir, Hz. Peygamber de şöyle der: “Allah’ı görüyormuş gibi ona kulluk edin, zira siz onu görmeseniz de o sizi görüyor!” İşte bu derece, İslam’ın bâtıni boyutu olan tasavvufu tanımlar. Atalarının izinde bir din âlimi olmak için yetiştirilmiş Abdülkadir, 1830 Haziran ayında Fransız birliklerin Cezayir dolaylarına çıkması sebebiyle planlarının akamete uğradığını görecektir.

    22 Kasım 1832’de, babasının da ısrarıyla, Oran bölgesindeki birliklerin başına gelir ve “Emîrü’l-mü’minîn” sıfatını alır. Tarih sahnesine işte böyle çıkar. Nereden başlayacağını bilmeyen, tecrübesiz genç komutan, o zamanlar sadece 24 yaşındadır, birkaç yıl içinde askerî bir teşekkül meydana getirir ve böylece devlet teşkilatının da temellerini atar. 1845 yılından itibaren birliklerinin üçte biri Cezayir’de operasyonda olan dünyanın önde gelen ordularından Fransız ordusunu, 15 yıldan fazla bir süre boyunca kontrol altında tutar. Fransızları 1835 ve 1837 yıllarında iki barış anlaşması imzalamaya zorlar ve böylece idaresini pekiştirir. Tavizi reddetmesi, başarısızlık karşısındaki sebatı ve yüce gönüllülüğü, düşmanlarının nazarında bile öyle bir sempati uyandırmıştı ki Mareşal Bugeaud onu Hz. İsa ile kıyaslamıştır. Emirin halk desteğini yok etmek isteyen Fransa, yakıp yıkma taktiği uygulamıştır. Sivil halka uygulanan onca zulme3 karşın Emir Abdülkadir, “esirlere muamele bildirgesi” yayınlayarak esir alınan Fransızların haysiyetine saygı duyulmasını vekillerine emretmiştir. Fransız bir gözlemci de sunduğu belgede “Abdülkadir, savaşın zalim karakterini yok etmek için elinden gelen her şeyi yaptı.” der.4 Abdülkadir, savaş esnasında Peygamber ahlakını canlandırmaktan başka bir şey yapmıyordu. Henri Dunant’ın girişimiyle 1864 yılında ilk kez toplanan Cenevre Konvansiyonu’ndan en az yirmi yıl önceki bu tutumu sayesinde günümüzde uluslararası hukukun öncülerinden biri sayılabilir.

    Kendi cenahında daha fazla kayba sebep olmamak amacıyla Fransızların sözüne güvenerek 1847 kışında çatışmaların durdurulması karşılığında eman (güvenlik sözü) almayı müzakere etti. Bu tezkere vesilesiyle kendi ve ailesi için Doğu’ya iltica etme imkânı doğuyordu. Nihayetinde Fransız tarafın sözünde durmamasının kurbanı olmuştur. Talep ettiği üzere Mekke’ye varmak yerine, yüzlerce yoldaşı ve aile üyeleriyle birlikte Fransa’nın Toulon, Pau ve Amboise şehirlerinde beş sene tutsak edilmiştir.

    Kaderini onun kaderine bağlayanların üçte biri, Fransa’da tutsakken ölecektir. Durum Abdülkadir için gittikçe daha dramatik bir hâl almıştır, çünkü Fransız otoriteler ona dayattıkları anlaşmanın şartlarını kabul etmesi için ellerinden geleni yapıyorlardı. Kendi sözleriyle dile getirirsek, “dünyanın bütün hazineleri önüne konsa” o yine bir adım geri atmayacaktı. Nihayet, gelecekte III. Napolyon olacak olan cumhurbaşkanı-imparator Louis-Napoléon Bonaparte, 16 Ekim 1852’de şahsen Amboise’a gelmiş ve uzun zamandır beklenen haberi ilan ederek onu serbest bırakmıştır.

    Emir Abdülkadir, 1841 gibi erken bir tarihte, her yer savaş alanıyken, Cezayir Piskoposluğunu temsil eden Fransız din adamı başrahip Suchet ile dinî bir diyalog başlatmıştır. İsa’nın mahiyeti ve hatta ruhban sınıfının işlevi hakkında Kilisenin duruşunu merak eder ve ona sorular sorar. Hristiyanlığa karşı bu merak, Fransa’da tutsak edildiği süre boyunca da devam eder, orada özellikle Charles Eynard ile iyi ilişkiler kurmuştu. Eynard İsviçreli bir Protestan’dı ve İncil’i çok iyi biliyordu, Pau’da onu ziyarete geliyor ve farklı dinî konular hakkında görüş alışverişinde bulunuyorlardı. Bu esnada Emir Abdülkadir İslam bilgisini derinleştiriyordu, ama bunun yanında Aziz Matta İncili’ni incelemesi sayesinde Hristiyanlık hakkında da kapsamlı bilgi ediniyordu. Serbest bırakıldığı an, Fransız yetkililerinden resmî bir talepte bulundu, onu İstanbul’a götürecek geminin Roma’da durmasını isteyecekti, böylece Papa IX. Pius ile tanışıp iman ve Tanrı anlayışları hususunda fikir alışverişi yapabilecekti.

    1852 Aralık ayında Fransa’dan kesin çıkış yaptı, 1853 Ocak ayında Bursa’ya vardı ve ailesiyle buraya yerleşti. Abdülkadir’in yeni hayatı bu şehirde filizlendi, manevi veçhesiyle ruhani kişiliği tam anlamıyla burada tezahür etti. Bursa’dayken büyük mutasavvıf Şeyh Muhiddin İbnü’l Arabî’nin Fütuhat-ı Mekkiye isimli eserinin Konya’da muhafaza edilen tam elyazmalarına erişti. Fütuhat-ı Mekkiye’nin daha sonradan yapılacak Bulak baskılarında, Emir Abdülkadir’in incelediği bu nüsha ve onun edisyonu kullanılmıştır.

    Emir daha sonra 1855 yılının sonunda ailesiyle birlikte Şam’a yerleşti ve araştırmalarına burada devam etti. Bu dönemden sonra Emir Abdülkadir yaşadığı manevi tecrübelerini, ölümünden yirmi yıl sonra ortaya çıkan bir eserinde Kitabü’l Mevakıf’ta anlatır. Bu kitap aynı zamanda Fütuhat-ı Mekkiye’nin bir özeti gibidir. Bu içsel manevi gayretini sürdürürken ve böylece derece derece kendi varlığının merkezine ve Allah’a yaklaşırken, Abdülkadir dünya işlerini de aksatmıyordu ve kendi dönemindekilerin kaygılarını paylaşıyordu.

    Bursa’da meskûn olduğu esnada Kırım Savaşı’nın (1854-1855) doğrudan tanığı olmuştu, bu savaşta Çarlık Rusya’sı, Osmanlı İmparatorluğuna karşı savaşmış ve Fransa ile İngiltere de Osmanlıların yanında olmuştur. Bu sebeple, savaşan farkı devletler arasında barışçıl bir çözüm arayışına girişti, geleceğin Hristiyanlık ve Dârü’l İslam arasındaki iş birliğinde yattığına inanmıştı. Bu derin inanç, 1855 ilkbaharında Bursa’da kaleme alınan Akla İhtar başlıklı bir makalede ısrarla vurgulanır.5

    Felsefi, dinî ve siyasi tasavvurları bir araya getiren bu denemeden alıntıladığımız kısım, hem Ademoğullarının kardeşliğine inancı hem de insanlığın ortak bir vizyon etrafında inşa edilmediği takdirde maruz kalacağı tehlikeleri özetler: “Eğer Müslümanlar ve Hristiyanlar benim sözümü dinleyecek olsalardı, onlara çatışmalarını durdurmalarını söylerdim, içeride ve dışarıda kardeş olmalarını haber ederdim. Ama benim sözüme kulak vermiyorlar: Allah’ın hikmeti onların tek bir inanç bayrağı altında birleşmemelerine hükmetti. Ancak Mesih geldiğinde onların çekişmesi son bulacak. Ama ölüleri diriltse ve körlerle cüzzamlıları iyileştirse bile onları sadece sözle bir araya getiremeyecek. Onları ancak kılıçla ve ölümüne mücadeleyle birleştirecek.”

    Emir Abdülkadir, Şam’da tamamen dinî ilimlere ve hayır işlerine kendini adadı. 1860 yılında şehrin Hristiyan sakinlerini koruma adına kendinin ve ailesinin hayatını tehlikeye attı ve bu hadiseyle tekrar uluslararası sahnede duyuldu. Ailesinin ve yoldaşlarının desteğini alan Abdülkadir, kendi hanesini ve akrabalarının hanelerini dokunulmaz yerlere dönüştürmesi sayesinde yüzlerce Hristiyan bu ayaklanmada oralara sığınabildi. Dönemin gözlemcileri, ayaklanmanın ilk günlerinde ölenlerin sayısının 500 civarında olduğunu tahmin ediyordu, ilk hafta sonunda ise iki binden fazla kişi ölmüştü. Davranışı sebebiyle o günlerin aziz kahramanı ilan edilen Abdülkadir’e Avrupa basınında methiyeler düzülüyordu. Dünyanın her yerinden tebrik ve hediye alıyordu. Birçok devlet onu ulusal nişanıyla mükafatlandırıyordu, Abdülkadir’in ilk biyografisini yazan İngiliz Charles Henry Churchill şöyle diyecektir: “Rusya Büyük Beyaz Kartal Haçıyla, Prusya Büyük Kara Kartal Haçıyla, Yunanistan Büyük Kurtarıcı Haçıyla, Türkiye ise Birinci Sınıf Mecidiye ile onu onurlandırmıştı. İngiltere, altınla muazzam süslenmiş iki kaideli tüfek, Amerika da yine altınla süslenmiş bir çift tabanca göndermişti, Fransa’daki Hür Masonlar ise ona muhteşem bir yıldız göndermişti”.6

    Emir Abdülkadir’in Batı dünyasındaki temsilleri, şaşırtıcı çizimlerden ve resimlerden oluşur; Peygamber torunu bu çizimlerde yüce gönüllü bir hayırsever olarak resmedilmiştir. Ayrıca bu çizimlerden birisinde, dindar Hristiyan erkân onun elini öperken temsil edilir. Bu temsiller, Müslümanların genellikle zemmedildiği alışılagelmiş muhayyileye ters düşen pozitif imgeler sergilemektedir. Paris’ten Londra’ya, Roma’dan Atina’ya, İstanbul’dan Washington’a kadar bu tutumun şöhreti uzansa da Emir aslında merhamet ilkesini ve Peygamber modelini esas almıştı. Fransız bir din adamına yazdığı mektupta Şeriat-ı Muhammedîye ve Hukûk’ül İnsâniye’yi neredeyse bir tutar. Yine aynı mektupta tüm mahlûkata karşı merhamet ve insaniyet ödevlerini hatırlatır, Peygamberin meşhur “Mahlûkat, Allah’ın ailesidir.” hadisinden şaşmaz, “Allah’ın en sevdikleri, ailelerine en faydalı olanlardır.” diye de mektubuna ekler.7

    İslam’ın özünü yansıtan Emir Abdülkadir, bununla birlikte, teknik-bilimsel modernliğe ve döneminin gelişmelerine sırtını dönmez. Avrupa’yı besleyen tartışmalar ve teknik devrimler, eski kıtayı ziyaret etmeye teşvik eder ve Abdülkadir üç kez Avrupa’ya gider. 1855 ve 1867 yıllarında Paris Fuarlarını ziyaret eder, 1865 yılında da Londra’da Kristal Saray’daki Zanaat Fuarına katılır. Yeni teknik süreçlere dair merakı hiç dinmemiştir, bunun en bariz örneği de fotoğrafçılık karşısında büyülenmesiydi, bununla birlikte insanın cisimleştirilmesi sebebiyle gayet endişeliydi. İnsanın manevi boyutunu unutan modernliğin tehlikeleri karşısında özellikle keskin bir görüşü vardı. Modernliğin aktörleriyle kurduğu ilişkilerde mutasavvıf Abdülkadir, ruhsuz modernliğe bir ruh üflemekten başka bir maksat taşımıyordu.

    1869 sonbaharında Süveyş Kanalı’nın açılışına resmî davetle katıldıktan sonra, Abdülkadir el-Hassanî, yavaş yavaş içine kapanır, sessizliğe bürünür, bir hatırat şöyle der, “gününü nasıl başladıysa öyle bitirir, kitaplara ve ibadete dalmış bir emeklilik”.8 1883 ilkbaharında, 75 yaşında hayata gözlerini yumar, torunlarından biri şöyle der, “Kâdir-i Mutlâk’ı bulmaya gitmenin sevinci içinde.9”

    Emir Abdülkadir’in hayatı günümüze birçok şey söyleyebilir. Bazı çok ünlü entelektüellerin “medeniyetler çatışması” ve “tarihin sonu” gibi söylemleri belirli bir kadercilikle ilan edip yaydıkları bir devirde, Emir Abdülkadir ile birlikte hayat bulan umut mesajını hatırlamak sanki daha münasip görünüyor. Tam bir iman adamı olan Abdülkadir, Tarihin bir anlamı olduğuna inanmıştı, hem de başından geçen onca drama rağmen. Onun nazarında insanlık peş peşe gelen safhalardan geçmişti ve insanlığın dönüşümü sürecinde büyük bir adım atmanın vakti gelmişti, artık yırtıcılık döneminden sorumluluk dönemine geçmenin vaktiydi.

    Ölümünden çok sonra Nobel ödülü için önerilen, “21. yüzyıl için hümanist bir model”10 olarak vazedilen, “Birlikte Yaşama ve Birlikte Var Olmaya Teşvik”11 temasına sahip bir ödüle adı verilen Emir Abdülkadir, diyaloğun bir simgesi ve huzurla birlikte yaşamanın bir ozanı hâline gelmiştir.

    Eğer Abdülkadir günümüz için bir model olarak sunulabiliyorsa bunun sebebi öncelikle Allah’a ve insanın insanlığına olan sarsılmaz inancıdır. Yaşamı ve yazılarıyla bize hep bir şey hatırlattı: En büyük savaş (cihad-ı ekber), insanın kendi insanlığını gerçekleştirmek için verdiği savaştır. Gün gelip insanlığın içeride ve dışarıda uzlaşacağına kesinlikle emindi. Zaten, ona göre, homo sapiens de aşama aşama sınama üstüne sınama geçirmiş ve homo creator, yani maddi tarafının hem de manevi tarafının tamamen bilincinde olan insân-ı kâmil olmuştur.12 Böylelikle kemale eren insan, maddi dünyasını şekillendirir fakat aynı zamanda bir rububiyet iddiası taşımaz, sadece Allah’ın mütevazı bir kulu olma peşindedir. Etrafındakilerle ve çevresiyle etkileşimi de saf ahenkten ibarettir.

    İşte bu özelliklerinden dolayı Emir Abdülkadir, manevi ve gelip geçici gerçeklikler arasında, gelenek ve modernlik arasında, ve sembolik açıdan Doğu ile Batı arasında bir aracı figür olarak durmaktadır.

    * Akademisyen, araştırmacı yazar

    1 http://www.elkader-iowa.com/history.html
    2 Chicago Daily Tribune, 27 Mayıs 1883.
    3 Cezayir’de bir araştırma yürüten Alexis de Tocqueville bu konuda şöyle der: “O sıralar, Araplara nispetle çok daha vahşi savaştığımıza dair korkunç gerçeği Afrika’dan bildirmiştim.” A. de Tocqueville, Sur l’Algérie, sunuş: S. Luste Boulbina, Paris, Flammarion, 2003, s. 111-112.
    4 L.-A. Berbrugger, Négociation entre Monseigneur l’évêque d’Alger et Abd el-Kader pour l’échange des prisonniers, Paris, J. Delahaye, 1844, s. 35.
    5 Üç sene sonra Fransızcaya tercüme edilmiş ve Fransa’da yayınlanmıştır: Rappel à l’intelligent, avis à l’indifférent, de l’émir Abd el-Kader, Fransızcaya çeviren: Gustave Dugat, B. Duprat, Paris, 1858.
    6 Ch. H. Churchill, La Vie d’Abd el Kader, op. cit., s. 317.
    7 1279 Muharrem ayı (1862 Temmuz) tarihli mektup, Cezayir Piskoposluğu Tarih Arşivleri.
    8 Alıntılayan Lady Anne Blunt, A Pilgrimage to Nejd, the Cradle of the Arab Race, Gorgias Press, 2002 (1881).
    9 Alıntılayan Marie d’Aire, Abd-el-Kader. Quelques documents nouveaux, lus et approuvés par l’officier en mission auprès de l’émir, Amiens, Impr. de Yvert et Tellier, 1900, s. 247.
    10 R. Benkirane, “Emir Abdülkadir ve Uluslararası İnsancıl Hukuk” başlıklı uluslararası toplantının bildirgesi, CICR-Fondation Émir Abdelkader, Cezayir, 28-30 Mayıs 2013.
    11 Djanatu al-Arif Vakfının sitesine bakabilirsiniz: www.djanatualarif.net/evenements-3/prix-emir-abd-el-kader/
    12 Cheikh Khaled Bentounes, Thérapie de l’âme, Albin Michel, 2011, s. 255.