KAZASKER MUSTAFA İZZET EFENDİ
Yazar: Mustafa Hakan Alvan
Ayasofya-i Kebîr Cami-i Şerîf’ine gidildiğinde ilk göze çarpan ve mekânın bir İslam mabedi olduğunu hissettiren o eşsiz hat levhalarının hattatı, aynı zamanda bir musikişinas ve neyzen olan Kazasker Mustafa İzzet Efendi’yi tanıyalım.
1801’de Kastamonu’nun Tosya ilçesinde doğdu. Babası Bostanoğulları ailesinden Seyyid Mustafa Ağa’dır. Annesi, Kadiriyye tarikatının Rûmiyye kolunun piri İsmâil Rûmî’nin torunlarındandır. Küçük yaşta babasının kaybeden Mustafa İzzet Efendi tahsil için İstanbul’a gönderdi. Yakın bir akrabasının yardımıyla Fatih’teki Başkurşunlu Medresesi’nde tahsiline başlayan Mustafa İzzet aynı dönemde Kömürcüzâde Hâfız Mehmed Efendi’den dinî musiki meşklerine başladı.
1814 senesinde Bahçekapı’daki Hidâyet Camii’nde okuduğu bir Nâ‘t-ı Şerîf’i dinleyen II. Mahmud, henüz onlu yaşlardaki Mustafa İzzet’in sesini beğenerek yanına çağırtıp takdirlerini bildirdi ve eğitimine itina gösterilmesini istedi. Akabinde Silâhdar Ali Paşa’nın dairesinde yetiştirilmesine karar verildi.
Burada İslami ilimler tahsilinin yanı sıra hüsn-i hat, musiki ve ney dersleri de aldı. Bu dönemde sülüs-nesih-rikā‘ hatlarında icazet aldı. Geçen üç yılın ardından tahsilinin devamı için Galata Sarayı’na nakledildi. 1820’de Osmanlı Sarayı’nın en önemli kurumlarından biri olan Enderûn-ı Hümâyun’a kabul edildi.
Enderûn-ı Hümâyun’da İsmâil Dede Efendi ve Şâkir Ağa gibi devrin en büyük musiki üstatlarıyla beraber bulundu. Sesinin ve tavrının güzelliğiyle dikkat çeken Mustafa İzzet Efendi kısa zamanda Osmanlı Sarayı’nın Sermüezzinlik görevine getirildi. Müezzinlik görevini esnasında sesi ve neyi ile padişah huzurunda yapılan fasıllara da iştirak etti. Enderûn-ı Hümâyun’da iken Yesârîzâde Mustafa İzzet Efendi’den ta‘lik hattını meşk edip icazet aldı.
Sarayın ihtişamlı hayatı içinde yaşamasına rağmen, bünyesindeki sonsuzluğa hasret sanatkâr mizacı onu bu ihtiyacı giderecek yegâne merci olan tasavvufa yönlendirdi. Nakşibendî şeyhi Kayserili Ali Efendi’ye intisap ederek derviş oldu.
Derviş olduktan sonra sufiyane bir hayat yaşama arzusuyla asker zabitliği vazifesiyle saraydan ayrılmak istedi. Fakat Sultan Mahmud’un kendisini her zaman dinlemekten hoşnut olduğu için isteği kabul görmeyeceği endişesiyle yetkililer tarafından bu isteği padişaha iletilemedi. Bunun üzerine Mustafa İzzet Efendi Hac vazifesini vesile kılarak saraydan ayrılma isteğini bizzat kendisi padişaha arz etti.
1831 yılında padişahtan izni alan Mustafa İzzet Efendi, mürşidi olan Nakşibendî şeyhi Kayserili Ali Efendi ve musiki hocası Kömürcüzâde Hâfız Mehmed Efendi ile hac yolculuğuna çıktı. Haccı eda ettikten sonra mürşidi Ali Efendi’nin de müsaadesiyle Nakşibendî-Müceddidî şeyhi Mehmed Can Efendi’den feyiz almak için bir müddet daha Mekke’de kaldı ve kendisinden Nakşibendî icazeti aldı. Dönüş yolunun konaklama yeri olan Kahire’de yedi ay kadar bulundu. İstanbul’a dönüşünde Mahmud Paşa Hamamı civarında bir ev satın alarak saray çevresinden uzak sufiyane bir hayat yaşamaya başladı.
1832 yılının Ramazan ayında bir ikindi vakti Beyazıt Camii’nin müezzin mahfilinde, başında Nakşî tacı ve sırtında derviş hırkası ile Kur’an hatmini sürdürmekte olan Mustafa İzzet Efendi’den kamet getirmesi rica edildi. Sultan II. Mahmud’un sık sık bu camiye geldiğini, sesini işitmesinin kendisi için iyi olmayacağını söylemesine rağmen ısrar edilmesi üzerine kamet getirmeye başladığı sırada tevafuk bu ya, Sultan II. Mahmud camiden içeri girdi. Namaz boyunca müezzinliğe devam eden ve sonrasında tesbîhat okuyan kişinin Mustafa İzzet Efendi olduğundan şüphelenen Sultan Mahmud, namaz sonrası yanındaki görevlilere müezzinin kim olduğunu sordu. Müezzin mahfiline giden görevli, okuyan kişinin derviş kıyafetli bir zat olduğunu iletti.
İşittiği sesi kolay kolay unutmayan Sultan II. Mahmud, bu sesin Mustafa İzzet Efendi’ye ait olduğundan emin bir tavırla “Saray hizmetinden izin alıp hacca gitti, dönüşünde de görevine dönmeyip derviş kıyafetiyle ortalıkta dolaşıyor, kendisine gerekli ceza verilsin.” diyerek iradesini belirtti. Sultanın yanında bulunan ve Mustafa İzzet Efendi’yi iyi tanıyan Hüsrev Paşa ve musahip Said Efendi araya girerek konuyu güzellikle halledeceklerini ve İzzet Efendi’yi görevine geri getireceklerini söyleyerek Padişahı yatıştırdılar.
Mustafa İzzet Efendi araya giren hatırlı insanların vesilesiyle ikna edildikten sonra saraydaki görevlerine geri döndü ve II. Mahmud’un vefatına kadar yedi yıl bu şekilde vazifesini sürdürdü.
1839’da Abdülmecid padişah olunca o dönemin önemli bir vazifesi sayılan Eyüp Sultan Camii hatipliğine talip oldu. Bu vazifenin yanı sıra Laleli Camii Vakfı’nın idaresi de kendisine verildi. Mustafa İzzet Efendinin hayatının bu döneminde cuma günlerini hutbe hazırlığına ayırıp bu güne hürmeten yazı yazmadığı için, “Cumartesi günü yazdığım yazıları aradan kırk yıl geçse ensesinden tanırım.” dediği bilinir.
Mustafa İzzet Efendi 1845 senesinde Sultan Abdülmecid’in iradesiyle Saray’ın ikinci imamlığına getirildi. 1849’da ise birinci imamlığa terfi ettirilmesiyle beraber Anadolu, kısa bir süre sonra ise Rumeli Kazeskerliği payeleri verildi. Bu dönemde resmî görevlerinin yanı sıra şehzadelere hat hocalığı yaptı. 1849’da hat hocası Yesârîzâde’nin vefatı üzerine Bebek’teki yalısını satın alarak burada ikâmet etmeye başladı.
Mustafa İzzet Efendi 1853’te padişahın imamlığından ayrılarak devletin üst düzey hukuk kurumlarında görev aldı. 1857’de fiilen Rumeli Kazaskerliğine getirildi. Rumeli Kazaskerliği görevini sürdürmekle beraber 1860’ta kendisine Reîsülulemâ rütbesi tevcih edildi.
Hz. Peygamber (s.a.v.) soyundan gelen, yani Seyyid olan Mustafa İzzet Efendi, 1860 yılında Osmanlı topraklarında yaşayan seyyid ve şeriflerin tüm hukuki işlerinden sorumlu olan Nakîbüleşraflık kurumunun başına getirildi.
Kazaskerlik görevinin resmî olarak sona ermesinin ardından, devletin kendisine duyduğu saygının bir nişanesi olarak üst düzey hukuk kurumlarında çeşitli görevler verildi. Mustafa İzzet Efendi yoğun geçen ilim ve sanat hayatı içerisinde aile hayatında da örnek bir kişi olarak tanındı.
Hüsn-i hat konusunda öğrencisi olan Mehmed Şefik Bey’in teyzesiyle yaptığı evlilikten Atâullah ve Tevfik adlı iki oğlu ile Emine adlı bir kızı dünyaya geldi.
Kaynaklarda orta boylu, mavi gözlü, güzel ve güler yüzlü, beyaz sakallı, yanakları hafif pembe, nazik, edip ve kâmil birisi olduğu kaydedilen Kazasker Mustafa İzzet Efendi, kendisinin portresini çizdirmek için müsaade isteyen oğlu Atâullah Efendi’ye bu konudaki ısrarı üzerine “Baki ve güzel olan Allah’tır, böyle işlerle uğraşmayın.” mealindeki cevabıyla razı olmadığını belirtmiştir.
Kazasker Mustafa İzzet Efendi ömrü boyunca sürdürdüğü resmî görevlerinin yanında, yazdığı Kur’ân-ı Kerîmler, Hilye-i Şerîfler, Cami kubbe yazıları, mezar taşı yazıları, yüzlerce hat levhası ve yetiştirdiği onlarca talebesiyle hüsn-i hat sanatındaki dehasını ortaya koymuş bir şahsiyettir.
Hüsn-i hat konusundaki aşkın sanatkârlığının yanı sıra musiki sanatındaki dehası tartışılmaz olan Kazasker Mustafa İzzet Efendi’nin bugün elimizden olan 26 adet bestesinin kalitesi bu kanaatimizin doğrulamaktadır. Musiki sahasında, bestekârlığının yanında yaşadığı dönemin en iyi neyzeni olduğu ve ses icrası konusunda da üst düzey bir sanatkâr olduğu kaynaklarda sık sık dile getirilir. Kazasker Mustafa İzzet Efendi hakkındaki “hattatların en musikişinası, musikişinasların en hattatı” sözü onun bu iki sanat sahasındaki durumunu en iyi ifade eden tespit olsa gerektir.
Her Osmanlı münevveri gibi Mustafa İzzet Efendi de şiir sanatıyla meşgul olmuş, hat ve musiki sanatındaki aşkınlığına ek olarak az sayıdaki şiirleri ile bu sahada da aynı kalitede eserler ortaya koymuştur.
Şimdi onun hem Neyzenlik hem de şairlik yönünü bir arada hissedebileceğimiz ve her Hak âşığının tek derdi olan cennetten ve cemalden kopup dünya sürgününde yaşanan ayrılık acısına teselli olarak kendine ney sazını yoldaş ettiği şu şiirine gelin hep beraber kulak verelim;
Bezm-i vahdetten cüdâ bir nây bir ben bir gönül
Fânî-i bâkî-nümâ bir nây bir ben bir gönül
Hayretinden geh güler geh aglar inler dem-be-dem
Bü’l-aceb dîvâne hâ bir nây bir ben bir gönül
Cism-i zârı hemçü nâl ü haste-hâl ü bî-mecâl
Hasbihâli her belâ bir nây bir ben bir gönül
Kendi söyler kendi dinler kimse bilmez hâlini
Ehl-i aşka kîmyâ bir nây bir ben bir gönül
Kâr-ı nâtık abd-i âbık zâık-ı iksîr-i Hak
Sana benzer İzzetâ bir nây bir ben bir gönül
Şiirin günümüz Türkçesine çevirisi:
Birlik meclisinden ayrı; bir ney bir ben bir gönül
Fani ama bekadan haber verir bir ney bir ben bir gönül
Hayretinden kâh güler kâh ağlar inler her zaman
Bir garip divaneyiz; bir ney bir ben bir gönül
Kamış gibi inliyor hasta ve mecalsiz cismim
Her bela ile hasbihâl eder bir ney bir ben bir gönül
Kendi söyler kendi dinler kimse bilmez hâlini
Âşıkları taştan altına çeviren simya; bir ney bir ben bir gönül
Kâr-ı nâtık, firar eden köle, Hakk’ın iksirini tadan kişi
Ey İzzet bu üçü gibi sana benzer bir ney bir ben bir gönül
Ömrünü İslam hukukuna, hat sanatına ve musikiye adayan bu abidevi şahsiyet, 15 Kasım 1876’daki vefatının ardından, anne tarafından ceddi olan Kadiriliğin Rûmî kolu piri İsmail Rûmî Hazretleri’nin türbesinin bulunduğu Tophane’deki Kadirihane Tekkesi’nin haziresine defnedildi.
Kaynakça
DİA/ Kazasker Mustafa İzzet Efendi Maddesi/ Uğur Derman- Nuri Özcan.
Son Hattatlar/İbnülemin Mahmud Kemal İnal/1955 İstanbul Maarif Basımevi.
Hoş Sada / İbnülemin Mahmud Kemal İnal/ 1958 İstanbul Maarif Basımevi.