KLASİK EDEBİYATTA MUHAYYEL SEVGİLİ YA DA KULAKTAN ÂŞIK OLMAK

  • Sabah Ülkesi - Cover
  • Yazar: İsa Akpınar

    Aşkın mebdei nedir? Genel kabul, aşkın tezahürünün “birdenbire”liği üzerinedir. Çoğu kez tek bir nazarın başlatmaya yettiği bu süreç, müşahedesi ve anlamlandırılması en zor hadiselerdendir. Her şeyden evvel bu hâlin ortaya çıkmasını hazırlayan sebeplerin teşhisi oldukça güçtür. Âşığın, aşkına sebep olarak göstereceği şeyler ise umumiyetle, klişe ifadelerin tekrarıyla yavanlığa ya da şairane sözlerle muğlaklığa mahkûm görünmektedir. Bu içinde yeni bir varlık kazanılan hâl, anlamayı mümkün kılacak cihazları kapı önünde bırakan insan için “malum bir meçhul” olarak kalacaktır. Belki yıllar sonra, hatıraların karanlık koridorlarında yol alarak zamanla efsununu yitiren bu hissin tezahürüne imkân veren şey neydi, hangi hâlin içinde ve tedailerin tesiriyle böyle bir noktaya varılmıştı sorularına cevap bulunabilir. Hakikatin burukluğunu tatmak pahasına olsa da…

    Klasik şiirde aşk, genellikle ilk nazarda tezahür eder. Bu durum çoğunlukla, sevgilinin bakışlarının âşığa tesadüf etmesi suretiyle gerçekleşir. Bu an, bakış oklarının âşığın kalbine ulaşması şeklinde tasvir edilir. Âşığın bu noktada, hiçbir iradesi yoktur. O sadece kendisine ulaşana boyun eğmek zorundadır. Bu yönüyle aşk, ihtiyari değil ıztıraridir. Şairlerin aşkı bir kaza-yı mübrem olarak ifade etmelerinin arka planında bu düşünce vardır. Ortada bir irade olmadığına göre görmek ile duymak arasındaki fark da önemini yitirir.

    Klasik edebiyatta, bazı aşkların başlangıç noktasını bir güzelin vasıflarını duymak oluşturur. Bir başkasının ağzından dinlenilen bu “masal”, sanki bütün hazırlıklar tamamlanmış iken yola çıkmak için beklenilen bir işaret oluverir. Bir güzelin vasıfları, bütün teferruatıyla ve gerçekçi bir üslupla nakledilse bile dinleyicinin zihninde hakikatte olduğu şekliyle tasavvuruna imkân yoktur. Teşbih ve mübalağanın hayal gücünü beslediği fakat tam olarak bir suretin şekillenmesine imkân tanınmadığı muhakkaktır. Buna rağmen dinleyici âşığın gönlünde bir sevgi belirmeye başlar. Sanki âşığın zihninde farkında olmadan teressüm eden bir sevgili vardır da bir başkasının anlattığı hikâye ile ete kemiğe bürünür. Ya da hikâyenin büyüsü, âdeta bir mıknatıs gibi âşığın zihnindeki dağınık görüntüleri bir araya getirir, ne zaman ve nerede kaydedildiği bilinmeyen renklerle bir suret meydana getirir. Aslında âşık olunan, sevgilinin kendisi değil onun zihinde oluşturduğu imajıdır. Böyle bir vaziyette âşık, kendi tasavvuru ile baş başadır.

    Kulaktan âşık olmanın ilk örneklerinden biri, klasik edebiyatın meşhur mesnevilerinden Hüsrev ü Şîrîn’de karşımıza çıkar. Sasanî şehzadesi Hüsrev’in Şirin’e duyduğu muhabbetin kaynağı dinlediği bir hikâyedir: Hüsrev bir gün, maiyetiyle birlikte işret meclisinde sohbet etmektedir. Bu mecliste, genç şehzadenin nedimi Şavur da vardır. Usta bir nakkaş olan Şavur, konuşmak için Hüsrev’den izin alır. Dünyanın pek çok şehrini gezdiğini, türlü türlü gariplik ve acayiplikleri gördüğünü dile getirerek söze başlar. Bir gün yolunun Ermen diyarına düştüğünü ve o ülkeye Mehîn Bânû isimli bir kadının hükümdarlık yaptığını söyler. Mehîn Bânû’nun; yüzünün parlaklığı ay ve güneşi kıskandıracak, peri misali bir kız kardeşi vardır. Şavur, Şirin’in güzelliğini âdeta bir resim çizer gibi anlatmaya devam eder. Onun güzelliğine dair en küçük teferruatı bile ihmal etmez. Hikâyenin büyüsüne kendini kaptıran Hüsrev, soluk almadan dinlemektedir. Şavur sözlerini tamamladığında, Şirin’in aşkı artık genç şehzadenin gönlüne düşmüştür.

    Görmediği bir güzele gönül veren Hüsrev’in gözlerine uyku girmez. Böyle uyku tutmayan gecelerde Şavur’u yanına çağıran şehzade, ondan Şirin’in güzelliğini tekrar tekrar anlatmasını ister. Artık bu yüke takat getiremeyen Hüsrev, içinde bulunduğu hâli Şavur’a şu sözlerle anlatır:

    Göz odından sızurursa ciger yağ
    Kulag urdı benüm cânuma uş dağ

    Mesel kim dediler elbette hakdır
    Ki gözden ilerü âşık kulakdır (Şeyhî, Hüsrev ü Şîrîn, s.41)

    Benzer bir kulaktan âşık olma hikâyesi, Şem ü Pervâne mesnevilerinde görülür. Güngörmüş yaşlı hizmetkârının ağzından Pervâne’nin evsafını duyan Şem, hiç görmediği bu kişiye gönlünü kaptırır. İzahı güç bu durum, şairin kaleminde ifadesini şu şekilde bulur:

    O dem şaha kulakdan oldı âşık
    Didi olsam kenizek ana lâyık

    Kişi bir dilber işitse ırakdan
    Olur göz görmeden âşık kulakdan (Zâtî, Şem ü Pervâne, s. 564)

    Kulak Gözden Önce Âşık Olur
    Kulağın gözden evvel âşık olduğu Türkçede bir mesel/atasözü hâline gelmiştir. Şairlerin sıklıkla zikrettiği bu mesel, klasik edebiyattaki aşk telakkisinin önemli bir yönüne de işaret etmektedir: Âşık olmak için görmek, lüzumsuz bir teferruattır.

    ‘Âşık olmışdur kulakdan görmedin evsâfını
    Cân virür İshâkı gör ol bir fülâna görmedin (İshak Çelebi, Dîvân, s. 250)

    Hatta bazen sevgilinin sadece ismini duymak bile âşık olmak için yeterlidir:

    Adın işitmek ile oldı kulakdan ‘âşık
    Yüzini görmege Yahya nice takat getüre (Yahya Bey, Dîvân, s. 514)

    Âşık olmakta, duymanın görmeye rüçhaniyeti vardır. Meftun edici güzelliğinin tesiriyle bir sevgiliye gönül vermek kolaydır. Bu, aklen de kabul edilebilir bir durumdur. Fakat sadece işitmekle âşık olmak, aşkın derecesine işaret etmektedir. Hatta bir nevi “aşk imanı”nın göstergesidir. Çünkü böyle bir aşkta, ne kıyas ne de muhakeme söz konusudur.

    Görmedin iki gözüm oldum ırakdan ‘âşık
    Hazret-i Veys-i Karen gibi kulakdan ‘âşık

    ‘Aşk kim ola semâ‘i o kıyâsî olmaz
    Garaz ‘ilm ile ‘ameldür okımakdan ‘âşık (Filibeli Vecdi, Dîvân, s. 232)

    Şair bu beyitlerde, Veysel Karanî gibi hiç görmeden âşık olduğunu ve bu davada ona yakın olma ümidini dile getirir. Âşık olmak için görmeye lüzum yoktur. Zira Hz. Muhammed’e duyulan muhabbetin timsali olan Veysel Karanî de peygamberimizi görmemiştir. Buradan hareketle şair aşkın kıyasî değil semâî olduğunu ifade eder. Burada “işitme yoluyla” anlamındaki semâî kelimesi, Arapça gramer ıstılahını çağrıştıracak şekilde kullanır. Semâî, belli bir kurala bağlı olmayan yani kendine mahsus şartları dolayısıyla şifahî olarak bilinen/öğrenilen kelimeleri tanımlamak için kullanılır. Kıyasî ise muayyen bir kaide bağlı anlamındadır. Aşk semâîdir çünkü hem işitmek vasıtasıyla tezahür eder hem de hiçbir kural ve kıyasa tabi değildir. Öncekiler ya da diğerleriyle aynîlik oluşturmaz. Kıyas kelimesinin mantığın temel kavramlarından biri olduğu dikkate alındığında, aşkın hiçbir kıyas ve muhakemenin mevzusu olmadığının ifadesi de görülür. Bu yönüyle kulaktan âşık olmak, “kıyasî”lik töhmetine maruz kalmaması itibarıyla görerek âşık olmaktan üstündür.

    Âşık olmakta işitmek, görmeye rüçhandır. Fakat aşk, içinde tekâmülü barındıran bir süreçtir. Duymak, âşık olmak için yeterlidir fakat bununla iktifa edilmemelidir. Âşık, aşkındaki sebatının alameti olan niyazkârlığını daima göstermelidir. Bu niyazkârlığın ilk safhası ise sevgiliyi temaşa etme arzusudur:

    Kulakdan gerçi âşıksın gönül didara sa’y eyle
    Meseldür işidenler bir degüllerdür görenlerle (Derzîzâde Ulvî, Dîvân, s. 713)

    Ulvî, kulaktan âşık olan kişinin sevgilinin didarını görmeye gayret etmesi gerektiğini yine bir mesel iradıyla dile getirir. Bu noktada görmek, sevgiliye yakîn kesbetmek itibarıyla duymaya faiktir. Yahya Bey ise kulaktan âşık olduğu sevgilisinin yüzünü görmeyi Hak’tan dilediği bir maksut olarak ifade eder:

    Gördüm yüzüni ‘âşık idüm sana kulakdan
    Maksûda irişdüm dilegüm bu idi Hak’dan (Yahya Bey, Dîvân, s. 472)

    Dillere Destan Olmak: Güzelliğinin Şöhretiyle Âşık Etmek
    Klasik edebiyatta sevgilinin en önemli vasıflarından biri de onun aşkının sadece kendisini görenlere münhasır olmamasıdır. O, güzelliğinin şöhretiyle, nazarları kendisine ulaşmayan kişileri de aşkına esir eder. Bu yönüyle sevgili, dillere destan olmuştur. Şark masallarının önemli bir motifi olarak sıklıkla kullanılan bu imaj, klasik edebiyattaki aşk telakkisi için de hususi bir yere sahiptir. Sevgilinin güzelliğinin etrafında oluşan bu masal halesi, bütün cihanı kuşatmaktadır. Binlerce âşığın dilinde hep o vardır ve ondan gayrısı hep ağyardır.

    Ne nâzükdür bu zîbâ dil-rübâlar
    Tonanmışlar geyüp rengîn kabâlar
    Bularun hüsni çavlanmış ırakdan
    Ki ‘âlem halkı ‘âşıkdur kulakdan (Revânî, Dîvân, s. 3)

    Gül gibi olur kulakdan sad hezârân ‘âşıkı
    Hüsn ile gül gibi şol dilber ki adı çav olur (Edirneli Nazmî, Dîvân, C. I, s. 474)

    Kulaktan âşık olmak fikrinin etrafında bazı imajlar gelişmiştir. Bunlar arasında en dikkat çekeni ise bir kulağı andıran açılmış güllerin, sevgilinin güzelliğine kulak kesilmesidir. Şairler bahar zamanı güllerin açılmasını, hüsn-i talil ile güzelliğiyle şöhreti afakı tutan sevgiliye gönül vermesine bağlar. Sevgilinin aşk bahçesinin gülü olarak tasavvur edilmesi, bu imajı daha bir anlamlı kılmaktadır. Yine bu bağlamda gonca güller de sevgiliye “gönülden” birer bendedir:

    Goncalar dilden kuluñ güller kulakdan ‘âşıkun
    Cezbe-i hüsnüñ ne salmış bilmezin gülzâra ne (Nev‘î, Dîvân, s. 464)

    “Görsellik” deryasına gark olunan modern zamanlarda kulaktan âşık olmaktan söz edilebilir mi, bilinmez. Bugünün insanına, hiç görmediği birine âşık olmanın garip geleceği aşikârdır. Fakat aşkın, zamanın bütün tahribatına karşı kendi muhafaza edecek bir mahiyeti/tabiatı olduğu da muhakkaktır. Belki de kulaktan âşık olmanın günümüzdeki tezahürü “sanal”dan âşık olmaktır, kim bilir?

    Kaynakça
    Armutlu, Sadık, Zâtî’nin Şem ü Pervânesi: (İnceleme-Metin), İnönü Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Doktora Tezi, Malatya, 1998.
    Avşar, Ziya. (haz.), Revânî Dîvânı, Kültür ve Turizm Bakanlığı, e-kitap.
    Derzizâde Ulvî, Dîvân, haz. Büşra Çelik, Muzaffer Kılıç, İstanbul: Dün Bugün Yarın Yayınları, 2018.
    Doğan Averbek, Güler, Edirneli Nazmî Dîvânı, California: CreateSpace Publishing Platform, 2017.
    Kavruk, Hasan, Selçuk, Bahir (haz.), Filibeli Vecdî ve Dîvânı (Metin-Dizin), Kültür ve Turizm Bakanlığı, e-Kitap.
    Nev’î, Dîvân: Tenkidli Basım, haz. Mertol Tulum, M. Ali Tanyeri, İstanbul: İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yayınları, 1977.
    Timurtaş, Faruk Kadri, Şeyhî ve Husrev ü Şîrin’i: İnceleme-Metin, İstanbul: İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yayınları, 1980.
    Üsküblü İshak Çelebi, Dîvân: Tenkidli Basım, haz. Mehmed Çavuşoğlu, M. Ali Tanyeri, İstanbul: Mimar Sinan Üniversitesi Yayınları, 1990.
    Yahyâ Bey, Dîvân: Tenkidli Basım, haz. Mehmed Çavuşoğlu, İstanbul: İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yayınları, 1977.