KADIN BESTEKÂRLARIMIZ
Yazar: Mustafa Hakan Alvan
Sanat tarihimiz incelendiğinde kadın sanatkârların kültürümüze katkılarının azımsanmayacak derecede olduğu görülür. Başta şiir, hat ve müzik sanatı olmak üzere sanatın pek çok dalında kadın sanatkârlarımız birbirinden başarılı eserler vermişlerdir. Söz gelimi edebiyat sahasında Mihrî Hâtun, Leyla Hanım ve Şeref Hanım sırasıyla 16, 17 ve 18. yüzyılların şairleri arasında akla gelen ilk isimlerdendir.
Hat sanatımızda ise Medrese-i Hattâtîn’de yetişmiş, Meliha Sadullah Hanım, Düriye Faik Hanım ve bunlardan önce 18. yüzyılda Kastamonu’da yaşamış Baharzâde Ferîde Hanım başlıca isimler olarak zikredilebilir.
Bugünkü iletişim imkânlarının bulunmadığı bir devirde bu sahalardaki eserlere ulaşmak ve bunlarla keyif etmek oldukça zordu. Dolayısıyla bu sanatlara merakı olan insanlar bu ihtiyaçlarını gidermek için bizzat kendileri meşgul olmak durumunda kalırlardı. Bu meşguliyetler zamanla iştigal edenin kabiliyetine göre belirli çevrelerin alakasını celbeder, böylece sanatçı tarihteki yerini alırdı.
Bu yazımızda adını eserleriyle tarihe yazdırmış başlıca kadın bestecilerimizi tanıtmaya çalışacağız.
Reftar Kalfa
Reftar Kalfa, büyük kadın bestekârımız Dilhayat Kalfa’dan önce yaşamış önemli bir saz eseri bestekârıdır. XVII. yüzyılda yaşadığı tahmin edilir. Hayatı hakkında yeterince kaynak yoktur. Ancak “kalfalık” sıfatı dikkate alındığında “Harem”den yetişmiş olduğu ve sarayın hizmetli kadrosunda görev aldığı söylenebilir. Saz eserlerindeki üslubundan yola çıkılarak tambur icracısı olduğu varsayılmaktadır. 7 peşrev ve 9 saz semaisinden oluşan toplam 16 eseri günümüze ulaşmıştır.1Faydalanılan eser: Dr. M. Nazmi Özalp, Türk Musikisi Tarihi Derlemeleri, TRT yayınları.
Dilhayat Kalfa (v. 1738?)
Dilhayat Kalfa’nın hayatı hakkındaki bilgiler yok denecek kadar azdır. Osmanlı sarayında kadın hizmetli sınıfına verilen “kalfa” unvanını taşımasından anlaşıldığı üzere, sarayda hizmetli olarak çalıştığı bilinmektedir. Bestelediği eserlerdeki yüksek sanat seviyesinden, o dönemde sarayda ders veren büyük musiki üstatlarından ders aldığı anlaşılır. Bazı kaynaklarda iyi tambur çaldığı ve sesinin güzel olduğu bilgisi yer alır. Evcârâ makamındaki bestelediği eserlerin ışığında işbu makamın terkibini yapan Sultan Üçüncü Selim ile tanışıklıkları olduğu kabul edilmektedir. Dilhayat Kalfa, hem bilinen en eski isimlerden birisi olması, hem de bestekârlıktaki mahareti açısından müziğimizin en önemli kadın bestekârı kabul edilir. Dilhayat Kalfa’nın 14 eseri günümüze ulaşmıştır. Bir kısmı sözlü eser, bir kısmı ise saz eseri formunda olan bu eserlerden Evcârâ makamındaki saz semaisi türünün en önemli örneklerindendir.
Esma Sultan (1778-1848)
17 Temmuz 1778 tarihinde doğdu. Babası Sultan I. Abdülhamid Han, annesi Üçüncü Kadın Efendi Mihriban Sultandır. Saray mensuplarına mahsus bir tahsil gördü. Enderun’da görevli musiki hocalarından dersler aldı. Amcasının oğlu olan, dönemin padişahı Sultan Üçüncü Selim Han tarafından Kaptan-ı Derya Hüseyin Paşa ile evlendirildi. Eşinin vefatıyla 25 yaşında dul kaldı.
Bugün Cağaloğlu’nda Sultan Mahmud Türbesi olarak bilinen yerde kendisine ait bir sarayda yaşadı. Günümüze ulaşan tek eseri Bestenigâr makamında bestelediği “Ey âfitab-ı bezm-i nur / Bezm-i safaya gel buyur” şarkısıdır. 4 Haziran 1848 tarihinde 70 yaşında iken vefat etmiştir.2Yılmaz Öztuna, Büyük Türk Musikisi Ansiklopedisi, C. 1, s. 267.
Bestenigâr Şarkı
Beste: Esma Sultan
Güfte:?
Ey âfitab-ı bezm-i nur
Bezm-i safaya gel buyur
Dolsun dile zevk-i sürûr
Bezm-i safaya gel buyur
Sen âlemin sultânısın
Sultân’ın âl-i şânısın
Dehrin mürüvvet kânısın
Bezm-i safaya gel buyur
Gül arzu eder her zaman
Bülbüllerin eyler figân
Evsâfın etmekte cihân
Bezm-i safaya gel buyur
Leyla Saz (1850-1936)
1850 yılında İstanbul’da doğdu. Babası, Sultan Abdülmecid’in özel doktoru Hakkı Paşa, annesi Nefîse Hanım’dır. Dört yaşında kız kardeşi Fatma ile birlikte Padişahın kızlarından Münîre Sultan’ın yanına nedime olarak verildi. Çocukluk ve ilk gençlik yılları saray çevresinde geçti. Sultan Abdülmecid’in vefatından sonra babasının Girit valiliğine tayin edilmesi üzerine beş yıl Hanya’da yaşadı. Bu dönemde Fransızca ve eski Yunanca öğrendi. Rüştiye mektebi hüsn-i hat hocası Esad Efendi’den de hat meşk etti. Aynı dönemde babasının maiyet memurlarından Giritli Sâdık Efendi’den şiir ve aruz dersleri aldı, ilk şiir denemelerine de bu dönemde başladı. Babasının İzmir valiliği sırasında (1869) vilayet memurlarından şair Selim Sırrı Efendi ile evlendi ve İstanbul’a geldi. Eşinin Prizren’e tayin edilmesiyle Prizren’e yerleşti. Memuriyette ilerleyen eşinin valilik makamına gelmesinin üzerine eşi Sırrı Paşa ile beraber Trabzon, Kastamonu, Ankara, Sivas gibi şehirlerde, bazen de İstanbul’da bulundu. Leyla Hanım’ın Sırrı Paşa ile evliliğinden ikisi kız, ikisi erkek dört evladı oldu.
Leyla Hanım eşi Sırrı Paşa’nın vefatından sonra hayatını İstanbul’da devam ettirdi. 6 Aralık 1936’daki vefatına kadar damadı Mehmed Ali Aynî’nin Kızıltoprak’taki evinde yaşadı. Burada vefatını müteakip Edirnekapı Şehitliği’ne defnedildi.
Çocukluk yıllarından beri piyano çalan Leyla Hanım, Klasik Türk Musikisini Nikogos Ağa ile Medenî Aziz Efendi’den öğrenmiş ve aynı dönemde besteler yapmaya başlamıştır. Saray çevresine olan yakınlığı vesilesiyle tanıdığı büyük besteciler Hacı Fâik Bey, Hacı Ârif Bey ve Rifat Bey’in Leyla Hanım’ın bestekârlığı üzerinde büyük tesirleri olmuştur. 200 kadar eser besteleyen sanatçının birçok eseri evinde çıkan bir yangın sebebi ile kaybolmuştur. Daha sonra hatırlayabildiği 50 kadar bestesini tekrar notaya almış ve böylelikle eserler günümüze ulaşmıştır. Leyla Hanım’ın besteleri incelendiğinde, sağlam melodik yapıların, lirik ifadelerle örtüştüğü görülür. Eserlerinde ince ve derin bir zevk hâkimdir. Arapça, Farsça, Yunanca ve Rumca bilen Leyla Hanım, yaşadığı dönemin önemli şairlerinden biri kabul edilir; eserlerinin birçoğunun güftesi de kendisine aittir. Divan Edebiyatı ve Halk Edebiyatı tarzında olan şiirleri, o dönemin yayın organlarında neşredilmiştir
Eserleri beste ve güftelerindeki yüksek seviye sebebiyle geniş bir alakaya mazhar olmuştur. Leyla Hanım’ın eserleri sanatçılar tarafından sıkça icra edilmiş ve geniş halk kitleleri tarafından beğenilmiştir. Yine bestekârlığındaki bu üstün meziyetlerinden ötürü Dilhayat Kalfa’dan sonra en önemli ikinci kadın bestekâr olarak musiki tarihimizdeki yerini almıştır. Yaşadığı dönemin önemli sanatçılarından olan Leyla Hanım’a devlet tarafından, Şefkat ve Mecîdî nişanları verilmiştir. Osmanlı saray hayatına ait yazdığı kitaplar ise sahasının önemli kaynakları arasında kabul edilir.3DİA, “Leyla Hanım”.
İhsan Raif Hanım (1887-1926)
1887’de, babası Mehmed Raif Paşa’nın vali olarak bulunduğu Beyrut’ta doğdu. Babasının görevleri dolayısıyla çeşitli vilayetlerde bulundu. İstanbul’da bulunduğu dönemlerde, günümüzde Şişli Kaymakamlığı binası olarak kullanılan, babasına ait Taş Konak’ta yaşadı. Özel olarak edebiyat, müzik ve Fransızca dersleri aldı. Küçük yaştan itibaren şiir yazmaya başladı. Dönemin şairlerinden Rıza Tevfik Bölükbaşı’nın etkisiyle hece vezniyle şiirler yazdı. Hece veznini kullanan ilk kadın şairlerdendir.
İhsan Raif Hanım’ın başından üç evlilik geçmiş, Ahmet Hikmet Bora (1891-1970), Hatice Mehrüba Atay (1895-1984) ve Mehmet Akif Bora (1899-1972) isminde üç evlat sahibi olmuştur. Kurtuluş Savaşı döneminde yazdığı şiirlerle millî mücadeleye destek vermiştir. Şiirleri kadınsı, aşk dolu ve yoğun duygu içeriklidir. Şiirlerinden bazıları kendisi tarafından, çoğu da diğer sanatçılar tarafından bestelenmiştir. İhsan Raif Hanım’ın şiirlerinden bestelenmiş şarkılar günümüzde de sevilerek dinlenmektedir. En meşhur eseri olan “Kimseye Etmem Şikâyet Ağlarım Ben Hâlime” şiiri Kemânî Serkis Efendi (1885-1944) tarafından Nihavend makamında bestelendi. Söz konusu şiiri İhsan Raif Hanım, çocuk yaşta evlendirilmesi nedeniyle yazmıştır. Bu şarkı, Şişli Kaymakamlığı görevinde bulunmuş Mehmet Öklü tarafından yazılan aynı adlı romana da konu olmuştur.
İhsan Raif Hanım, 1926’da apandisit ameliyatı için gittiği Paris’te ameliyat sırasında vefat etti. Mezarı Rumelihisarı’ndadır.4Turan Taşan, Kadın Besteciler, Pan Yayıncılık, s. 99. Nazmi Özalp, Türk Musikisi Tarihi Derlemeleri, TRT Yayınları, C. 2, s. 136.
Nihavend Şarkı
Güfte: İhsan Raif Hanım
Beste: Kemânî Serkis Efendi
Kimseye etmem şikâyet; ağlarım ben hâlime
Titrerim mücrim gibi baktıkça istikbalime
Perde-i zulmet çekilmiş korkarım ikbalime
Titrerim mücrim gibi baktıkça istikbalime
Hanende Nesibe Hanım (v. 1925)
Müzikle uğraşan Roman bir ailenin çocuğudur. Konaklarda kadınların tertip ettiği musiki meclislerinde ücreti mukabilinde sanat icra ederek hayatını idame ettirmiştir. 1925 yılında vefat ettiği tahmin edilen hanende ve udi Nesibe Hanım’ın doğum tarihi bilinmemektedir. Bestekâr Nasîbin Mehmet Yürü’nün ablasıdır.5Yılmaz Öztuna, Türk Musikisi Ansiklopedisi, C. 2, s. 64.
Hicaz Şarkı
Güfte ve Beste: Hanende Nesîbe Hanım
Elmalıya Vurgunum Aman
Edasına Yangınım Aman
Her Hâli Hoşuma Gidiyor
Aklımı Başımdan Alıyor
Aman Canım Elmalı
Gönlüm Sana Sevdalı
Pek Hoşuma Gidiyor
Seni Nasıl Sarmalı
Elmalının Cilvesine
Mâil Oldum Cilvesine
Pek Hoşuma Gidiyor
Baygınım İşvesine
Aman Canım Elmalı
Gönlüm Sana Sevdalı
Pek Hoşuma Gidiyor
Seni Nasıl Sarmalı
Fâize Ergin (1894-1954)
1894 yılında İstanbul’da doğdu. Babası II. Abdülhamid Han’ın Mabeyincisi Faik Bey, annesi Şem’inur Hanım’dır.
Özel öğrenim görerek yetiştirildi. Çok küçük yaşlarda babasının yakın dostu Tanbûrî Cemil Bey’den tambur ve musiki dersleri aldı. Enderûnî Hafız Hüsnü Efendi’den ve Muallim İsmail Hakkı Bey’den bir hayli eser meşk etti. Kendisiyle aynı muhitte yetişen ablası Kemençevî Fahire Fersan da musiki tarihimizdeki önemli sazendelerdendir. Faize Ergin maarif müfettişlerinden şair Ruhi Bey’le evlendi. Şair olan eşinin teşviki ile bestekârlığa başladı.
Nikriz makamında bestelediği “Gönül ne için ateşlere yansın” şarkısının güftesi eşi Ruhi Beye aittir. Uzun yıllar, Dar’ül-elhan’da ve çeşitli musiki derneklerinde tambur dersleri verdi. Varlıklı ve kültürlü bir muhitte yetişmiş olmasına rağmen ömrünün son demlerini sıkıntılar içinde geçiren Faize Ergin 21 Şubat 1954 tarihinde İstanbul’da hayata veda etti.6Mustafa Rona, Elli Yıllık Türk Musikisi, Türkiye Yayınevi (1960), s.
268.
Nihavend Şarkı
Beste: Fâize Ergin
Güfte: ?
Kız sen geldin Çerkeş’ten
Pek güzelsin herkesten
Farkın yoktur billahi
Lepiska saçlı Çerkes’ten
Annen baban işte bunu bilmezler
Kız seni beylere vermezler
Kız acırım hâline
Aldanma el âline
Satsalardı alırdım
Ben seni dünya mâline
Annen baban işte bunu bilmezler
Kız seni beylere vermezler
Gevheri Sultan
Fâtıma Gevherî Osmanoğlu (1904-1980)
1904’te İstanbul’da doğdu. Babası Sultan Abdülaziz’in oğullarından bestekâr ve mahya ustası Şehzade Seyfeddin Efendi’dir. Gevheri Sultan küçük yaşlarda babasının musiki meclislerine katılmış ve müziğe olan kabiliyeti anlaşılınca Tanbûrî Cemil Bey’den tambur ve kemençe dersleri almıştır. Osmanlı Hanedanı’nın 1924’te yurt dışına gönderilmesi kararının ardından Fransa’ya sürgün edilen Gevherî Sultan ailesiyle birlikte sıkıntılı günler yaşamıştır. Gevherî Sultan sürgün hayatının zorluklarına rağmen musikiden hiç vazgeçmemiş, babası Seyfeddin Efendi’den kalan birçok enstrümanı itina ile muhafaza etmiştir. 1952’de hanedanın hanım üyelerinin Türkiye’ye gelebilmesine izin veren kanundan sonra İstanbul’a dönerken babasından hatıra olan enstrümanları da yanında getirmiştir. Gevherî Sultan, ömrünün son yıllarını amcası Veliahd Yusuf İzzeddin Efendi’nin kızı olan Mihrişah Sultan ile beraber, Taksim’deki bir apartman dairesinde geçirdi. 1980 yılının Aralık ayındaki vefatından sonra Sultan 2. Mahmud’un türbesine defnedildi. Dedesi Sultan Abdülaziz Han’ın şiirinden bestelediği Hüzzam şarkısı en tanınmış eseridir. Saz eserleri ve şarkılardan oluşan on kadar bestesi günümüze ulaşmıştır.7Yılmaz Öztuna, Türk Musikisi Ansiklopedisi, MEB Yayınları, Cilt 1, s. 234. Murat Bardakçı, “Gevherî Sultan’ın çalgıları ne oldu?”, Haber Türk Gazetesi, 11/08/2010.
Nihal Erkutun (1906-1989)
1906 yılında babası meşhur bestekârlardan Giriftzen Âsım Bey’in sürgün olarak bulunduğu Amasya’da doğdu. Annesi Emine Hanım’dır. İki yaşında annesini kaybeden sanatçı daha iyi bir tahsil görmesi için abisi bestekâr Musa Süreyyâ Bey’in yanına İstanbul’a gönderildi. İlk tahsilinin ardından Yedikule’deki Alman mektebine devam etti. Müzik eğitimine ise yine abisi Musa Süreyya Bey’den ve özel hocalardan piyano ve Tambur dersleri alarak başladı. Ayrıca Mesut Cemil Bey ve Ruşen Ferit Kam’dan da istifade etti. Abisi Musa Süreyya Bey’in sanat çevresi müzik yeteneğinin gelişmesine büyük katkıda bulundu. Bu dönemde İstanbul Radyosu ve Belediye Konservatuarı’ndaki programlara piyano çalarak iştirak etti.
1932’de İbrahim Erkutun’la evlenen sanatçının İlkin isminde bir erkek evladı oldu. 1942’de eşinin işi vesilesiyle Ankara’ya yerleşen sanatçı, aynı yıl Ankara Radyosuna ses ve piyano sanatçısı olarak göreve başladı. 1972’ye kadar bu kurumda kesintisiz 30 yıl görev yaptı. Ankara Radyosu döneminde sanatçının sesi ve besteleri halk tarafından tanındı. Ömrünün son yıllarını İstanbul’da geçiren sanatçı 4 Haziran 1989’daki vefatının ardından İçerenköy mezarlığında defnedildi. Bestelediği 30 kadar şarkısı sanat çevrelerince sevilerek icra edilmiş ve halk tarafından kabul görmüştür.8Turan Taşan, Kadın Besteciler, Pan Yayınları, s. 169.
Hicaz Şarkı
Beste: Nihal Erkutun
Güfte: Mualla Anıl
Gül açarken bahçemde
Hep hayalin gülümser
Uzaktan bana
Öyle bir dertliyim ki
Daldım hüsrana
Rüzgârlar söylesin
Şarkımı sana
Mevsim seninle bahar
Aşkım dünyalar kadar
Sonsuzluk gibi
Beklerim ümit ile
Gelirsin diye
Rüzgârlar söylesin
Şarkımı sana
Akşamlar erdi suya
Gariplik çöktü koya
Sensiz ben gibi
Gönlüm hasretle doldu
Gün yine soldu
Rüzgârlar söylesin
Şarkımı sana
Mualla Anıl (1909-1985)
1909 da Edirne’de doğdu. Babası Tevfik Ertekin Bey, annesi Ayşe Hanım’dır. İlk öğrenimini İstanbul’da, orta öğrenimini İzmir Kız Muallim Mektebi’nde bitirdi. Yüksek öğrenimini ise Ankara Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nde tamamladı. Mezuniyetinin ardından öğretmenlik mesleğine atandı. Ankara ve İstanbul’da çeşitli okullarda çalıştı.
1949-1951 yılları arasında Türk Kadınlar Birliği adlı sivil toplum kuruluşunun genel başkanlığını yaptı. 1952’den itibaren de Türk Kültür Ocakları’nın başkanlığını üstlenerek halk eğitimi amaçlı sosyal etkinlikler yürüttü. 1955’te İngiltere’ye gitti ve iki yıl süreyle halk eğitimi üzerine araştırmalar yaptı.
Bunların yanı sıra dergi ve gazetelerde bazen kendi adıyla bazen de Mualla Karakazan adıyla yazılar yazdı. Mualla Anıl, yoğun çalışma hayatında şiirle de ilgilendi. Kırklı yaşlarından yaşlılığına kadar uzanan bir zamanda yazdığı şiirlerini kendi imkânlarıyla bastırdı. Anıl’ın edebiyatımıza önemli bir hizmeti de Şinâsi’nin “Müntehabat-ı Eş’ârım” eserini Latin harflerine aktararak 1945’te yayınlamak olmuştur.
Şiirle birlikte müzikle de ilgilenen sanatçı, gençliğinden beri piyano çalmasının yanı sıra, bestekâr Fahri Kopuz’dan dersler almış ve bu sahada da eserler üretmiştir. Mualla Anıl, şiirlerinden otuz dördünü besteleyerek yayınlamış, ayrıca kendi adını taşıyan “Anıl Gençlik Korosu”nun da kuruculuğunu yapmıştır.
Ömrünün son yıllarında geçirdiği bir hastalık sonucu gözlerini kaybeden sanatçı teselliyi şiir ve müzikle uğraşmada bulmuş, 23 Ekim 1985’teki vefatına kadar sanatla ilgisini kesmemiştir.9Turan Taşan, Kadın Besteciler, Pan Yayınları, s. 135.
Melahat Pars (1910-2005)
23 Mart 1919’da İstanbul Fatih’te doğdu. Babası tütün eksperi İsmail Hakkı Bey, annesi Zehra Hanım’dır. İlk tahsilinden sonra İstanbul Kız Lisesinde okudu. Musiki tahsiline, komşuları olan Kânûnî Mustafa Bey’le başladı. 1932’den itibaren Dâr’üt-tâlim- i Mûsikî Cemiyeti’ne devam etti. Burada, Fahri Kopuz, Mesut Cemil, Münir Nurettin Selçuk gibi hocalardan ders aldı. Udi bestekâr Fahri Kopuz’dan Ut çalmasını öğrendi. 1931 yılında Askerî Doktor Hâzım Pars’la evlendi. Erol, Behiç ve Bengiz isimlerinde üç erkek evladı oldu. Eşinin şark görevi vesilesiyle bir müddet Bitlis’te yaşadı. 1944’te Ankara Radyosu’na ses sanatçısı olarak girdi.
Eşinin geçirdiği bir hastalık sebebiyle 1953’te İstanbul’a geri döndü. 1964’te çok sevdiği eşi Dr. Hazım Bey’i kaybetti. 1958-1965 yılları arasında İstanbul Belediye Konservatuarı’nda hocalık yaptı. 1953’te başladığı İstanbul Radyosu’ndaki ses sanatçılığı görevine, emekli olduğu 1975 yılına kadar devam etti. 1982 yılından itibaren İstanbul Radyosu’nda Kadınlar Korosu şefi olarak tekrar görev aldı. Melahat Pars 1885 yılından sonra da Kalamış Musiki Derneği ile Kadıköy Musiki ve Marmara Musiki Derneği’nin şefliğini yaptı. Serap Mutlu Akbulut, Bülent Ersoy ve Sevim Deran yetiştirdiği talebelerinden bazılarıdır.
10 Mayıs 2005’teki vefatının ardından Zincirlikuyu Mezarlığı’nda toprağa verildi.
Hicaz Şarkı
Beste: Melâhat Pars
Güfte: Sıtkı Angınbaş
Ben gamlı hazan sense bahar dinle de vazgeç
Sen kendine kendin gibi bir taze bahar seç
Olmaz meleğim böyle bir aşk bende vakit geç
Sen kendine kendin gibi bir taze bahar seç
Nevzat Akay (1915-1969)
Nevzat Akay 1915 yılında İstanbul Kanlıca’da doğdu. Babası Mehmed Bey, annesi Fitnat Hanım’dır. Annesi ut, babası kanun çalan Nevzat Hanım, ortaokul tahsilinden sonra Santûri Ziya Bey, Yesâri Âsım Arsoy ve Sadettin Kaynak’tan uzun yıllar musiki meşk etti. 1939’da Ankara Radyosu’na ses sanatkârı olarak girdi. Kısa bir süre sonra İstanbul Radyosu’na tayin edildi. Bir müddet burada çalıştıktan sonra, görevinden istifa ederek müzik piyasasında çalışmaya başladı. 100’den fazla plak dolduran sanatçı, gür sesi ve bilhassa okuduğu gazellerle ünlüdür.
15 Şubat 1969’da vefat eden Nevzat Akay tüm servetini Dârüşşafaka’ya bırakmıştır.
Nihavend Şarkı
Güfte ve Beste: Nevzat Akay (1915-1969)
Doymadım sana ağlarım âh ederek yana yana
Geç buldum çabuk kaybettim hicran oldu hayat bana
Aldı felek çaresi yok acısın Allah bana
Geç buldum çabuk kaybettim hicran oldu hayat bana
Şarkının yazılış hikâyesi:
Nevzat Akay Hanım’ın yakın bir arkadaşı, geç yaşında sevdiği biriyle evlenmiş ve uzun zaman çocukları olmamış. Bekledikleri çocuğa, bir kız çocuğuna kavuşmuşlar ama, ne yazık ki kısa süre sonra bir hastalık nedeniyle kaybetmişler. İkinci çocukları erkek olmuş ve bir hastalık onu da almış ellerinden. Mutluluğu üçüncü çocuklarında bulmuşlar. Kötü kader bu kez bir yıl sonra bir kazada almış bebeklerini ellerinden. Nevzat hanım bu güfteyi yakın dostunun ağzından yazmış ve bestelemiş.10Şarkının öyküsü, Radyo Nağme’de 4 Şubat 2018 tarihinde “Öyküsü de var” adlı programda anlatılmıştır. Kaynak: Safiye Özer.
Sevim Şengül (1935-1999)
29 Mart 1935’te İstanbul Çarşamba’da doğdu. Babası Mehmet Bey, annesi Remziye Hanım’dır. İlk ve orta tahsilini Fatih’te yaptı. Tan sinemasında kasiyerlik yaparken tanıştığı Hasan Bey, Sevim Şengül’ü, Galatasaray’daki Turkuaz Gazinosu’nda Gönül Yazar’ın yerine sahneye çıkarttı. Böylelikle sahne hayatı başlayan sanatçı, ömrü boyunca sahnelerde çalışarak hayatını idame ettirdi.
Küçük yaşlardan beri şarkı söylemeye meraklı olan Sevim Şengül, musiki bilgisini Udi Vecihe Engin Hanım ve besteci Suat Sayın’dan dersler alarak ilerletti. Pek çok Yeşilçam filminde, Muhterem Nur, Neriman Köksal, Türkan Şoray ve Hülya Koçyiğit’in pleybek yaptıkları şarkıları seslendirdi. Üç filmde de Engin Çağlar ile baş rolü paylaştı. Otuz kadar şarkı besteleyen sanatçının elli kadar plağı bulunmaktadır. Ömrünün son yıllarını ekonomik sıkıntılarla geçiren Sevim Şengül, 27 Ağustos 1999’da Bursa’da vefat etti.
Uşşak Şarkı
Güfte ve Beste: Sevim Şengül
Mehtaplı gecelerde hep seni andım
Belki gelirsin diye boş yere yandım
Yeter Allah’ım yeter çektiğim çile
Belki gelirsin diye boş yere yandım
↑1 | Faydalanılan eser: Dr. M. Nazmi Özalp, Türk Musikisi Tarihi Derlemeleri, TRT yayınları. |
↑2 | Yılmaz Öztuna, Büyük Türk Musikisi Ansiklopedisi, C. 1, s. 267. |
↑3 | DİA, “Leyla Hanım”. |
↑4 | Turan Taşan, Kadın Besteciler, Pan Yayıncılık, s. 99. Nazmi Özalp, Türk Musikisi Tarihi Derlemeleri, TRT Yayınları, C. 2, s. 136. |
↑5 | Yılmaz Öztuna, Türk Musikisi Ansiklopedisi, C. 2, s. 64. |
↑6 | Mustafa Rona, Elli Yıllık Türk Musikisi, Türkiye Yayınevi (1960), s. 268. |
↑7 | Yılmaz Öztuna, Türk Musikisi Ansiklopedisi, MEB Yayınları, Cilt 1, s. 234. Murat Bardakçı, “Gevherî Sultan’ın çalgıları ne oldu?”, Haber Türk Gazetesi, 11/08/2010. |
↑8 | Turan Taşan, Kadın Besteciler, Pan Yayınları, s. 169. |
↑9 | Turan Taşan, Kadın Besteciler, Pan Yayınları, s. 135. |
↑10 | Şarkının öyküsü, Radyo Nağme’de 4 Şubat 2018 tarihinde “Öyküsü de var” adlı programda anlatılmıştır. Kaynak: Safiye Özer. |