HELOİSE VE ABELARD’IN AŞK MEKTUPLARI

  • Sabah Ülkesi - Cover
  • Yazar: Adem Beyaz*

    Heloise ve Abelard’ın tensel aşktan ilahi aşka uzanan serüveni, iki sevgili arasında geçen yazışmalarda izlenir. Büyüleyici ve esrarengiz hikâye 12. yüzyılda Fransa’da geçiyor.

    Kırk yaşlarına yakın bir filozof, entelektüel cüreti yüksek zengin ve başarılı bir hoca, bir kızı olağanüstü hediyelerle baştan çıkarır; aslında bu kızı amcası ona emanet etmiştir, onun bilge bir kadın olmasını istemiştir. Kız hamile kalır. Gizlice evlenirler. O zamanlar Paris piskoposu olan amca Fulbert, bu evliliği kabullenir, daha sonra kandırıldığı sanısına kapılır, bir öfke patlaması esnasında Abelard’ı sakatlar. Bu olaydan sonra Abelard, Saint-Denis Manastırına sığınır ve karısına tövbe etmeyi ve tekrar dindar bir hayat sürmeyi öğütler. Artık eşler ayrı yaşayacaktır. İnsan sevgisinden mahrum, kararsız ve huzursuz bir keşiş olan Abelard, bir mantıkçı ve ilahiyatçı olarak faaliyetlerine devam edecektir. Hem maddi hem manevi yaralar alan Heloise ise Paris yakınlarındaki Argenteuil Manastırında çabucak rahibe seçilerek münzevi bir hayat sürdürmeye kendini zorlayacaktır.

    Orta Çağ Avrupa felsefesi söz konusu olduğunda Thomas Aquinas ve Aziz Augustinus gibi dev isimlerle birlikte anılan Peter Abelard (1079–1142) ve başrahibe olmanın yanında kendi çağında bir kadın için çok nadir kullanılan filozof ve yazar sıfatlarına sahip Heloise (ölümü 1164), Avrupa tarihinin en ünlü kişilikleri arasında yer alırlar. Bunun en önemli sebebi iki figür arasında soru cevap şeklinde geçen ve derin bir entelektüel birikimi gösteren mektuplardır. Sonraki devirlerde Problemata Heloissae [Heloise’ın Soruları] olarak anılan bu mektuplarda önce Heloise sorar:

    Şu ifadenin anlamı nedir: “Yasanın her dediğini yerine getirse de tek konuda ondan sapan kişi bütün Yasaya karşı suçlu olur. Nitekim ‘Zina etmeyeceksin.’ diyen, aynı zamanda ‘Adam öldürmeyeceksin.’ demiştir. Zina etmez, ama adam öldürürsen, Yasayı yine de çiğnemiş olursun.” (Yakup 2:10-11)

    Abelard da çözüm sunar:

    Yasanın bütün hükümleri, ayrı ayrı değil, bir bütün olarak Yasanın kendisidir. Bu nedenle, Yasanın tümüne uyup tek bir buyruğu atlayan kişi, Yasanın tamamını çiğnemekten suçlu olur. Demek ki (belirttiğimiz gibi) birlikte alındığında Yasanın kendisi olan tüm ilkelere uymamış. Sanki açıkça şunu söylüyormuş gibi: “Kişi, Yasanın bir emrine uymakla Yasayı yerine getirmiş sayılmaz, ama onun ilkelerinden sadece birini ihlal ederek Yasayı çiğneyen biri olabilir.”

    Bu nedenle, resul, “bütün Yasaya karşı suçlu olur” ifadesini açıklarken “Yasayı çiğnemiş olursun” ifadesini ekler; demek ki diğer hükümlerle eşit derecede emredilen bir hükme uyulmamış. Resulün eklediği “Nitekim ‘Zina etmeyeceksin.’ diyen, aynı zamanda ‘Adam öldürmeyeceksin.’ demiştir.” ifadesinden çıkaracağımız sonuç ise şu: Allah bunlardan birinin ihmal edilmesine asla müsaade etmezdi, dolayısıyla günah işleyen, bunların hepsinden suçlu oldu. Demek ki günahkâr kişi, kanunun tamamına uymayarak Tanrıyı hor gördüğü için hüküm giymiştir. Zira Yasayı veren Allah’ın kendisi, bu emrin diğerleriyle eşit derecede uygulanmasını emretti ve bu, sadece bütünden bir parça değil, hepsi anlamına gelir. Bir kişi, Yasanın emirlerinden birini çiğneyerek günahkâr olduğunda, yalnızca hepsinden suçlu sayılmakla kalmaz, aynı zamanda hüküm de giyer, çünkü bu emirleri yerine getirmemiştir.

    Orta Çağ felsefesi, ilahiyatı ve diyalektiği için son derece önemli belgeler bunlar, fakat biz bugün bile Heloise ve Abelard’dan bahsediyorsak bunun asıl sebebi Historia Calamitatum[1] yahut Felaketlerimin Tarihi eseri ve iki sevgili arasındaki müteakip aşk mektuplaşmalarıdır. Yaklaşık 900 yıl boyunca bu iki kişilik neredeyse efsanevi figürler olarak tasavvur edilmiş; akıl ve otorite, sevgi ve feragat, bilgelik ve din gibi kavramlar onların ilişkisi üzerinden düşünülmüştür.

    Abelard, bazıları için muazzam analitik kapasiteye sahip bir dehadır, özellikle o devir için düşünüldüğünde otoriteye saldırması son derece cüretkârdır ve duygularını saklamama konusunda gösterdiği yüreklilik ise gerçekten takdire değerdir. Ancak Felaketlerimin Tarihi eseri biraz dikkatli okunduğunda Abelard’ın zor kişiliği belli olur, yeteneklerine aşırı güveniyordur. Heloise’ın güvenini istismar etmiş, onu zorla kurumsal din yaşamına sokmuş ve sonrasında çok da umursamamış görünür. Bu ilişkide daha fazla sempati toplayan taraf Heloise olmuştur. Abelard takdir edilecek bir karakter olabilir ama tarihte onun gibi erkek kahramanlar yine de bolca bulunur. Bunun yanında Heloise gibi kadın karakterlere ancak hayran oluruz, çünkü bütün otoriteyle birlikte otoriteyi elinde tutan erkeklere karşı da cephe aldıkları için cesaretleri çok daha üstündür. Abelard’a fedakâr sevgisini açıkça beyan etmenin yanında aşk konusunda evrensel ve saf niteliklere sahip sözlerinin retorik gücü belki de bu sempatinin sebeplerinden biridir: “Huzursuz bir evlilikten ve kötü bir ilişkiden uzak durmanın sebepleri hakkında konuşmaktan çekinmediniz ama sevgiyi evliliğe, özgürlüğü esarete tercih etmem konusunda söylediklerim üzerine neden suskun kaldığınızı anlayamıyorum. Allah şahidim olsun ki, bütün dünyaya boyun eğdiren Augustus çıkıp gelse ve beni evlilikle şereflendirmeye tenezzül edip tüm dünyanın mülkünü ebediyen bana bağışlasa onun kraliçesi yerine sizin yosmanız olarak anılmak bana yine de daha sevimli gelir.[2]

    Heloise, ilişkilerinin yalnızca fiziksel arzular üzerine kurulu olduğunu reddeder. Sevdiği kişiden herhangi bir maddi mükafat beklentisinde olmadığında ya da bencil şehvetle hareket etmediğinde ısrarcıdır. Kendini aşkına adamıştır, hem de sevgilisinin inciten ve hatta aşağılayan davranışlarına rağmen: “İğrenç zevkleriniz uğruna beni mektup yağmuruna tuttunuz; adıma şarkılar yazdınız ama şimdi âlemin diline düşmüşüm, herkesin ağzından ‘Heloise’ şarkısı duyuyorum, her pazar yerinde, her evde ‘Heloise’ yankılanıyor. O zamanlar beni şehvetle uyandırdığınız gibi, şimdi de Tanrıya uyandırmanız ne kadar doğru?” [Mektup 2] Heloise’ın amor ya da sevgi ideali Abelard’ın sevgi anlayışından belli ki çok farklıydı; Heloise aşkı gerçek dostluk ve çıkarsız ilişki olarak görüyordu, bu yüzden başlangıçta birbirlerine aşk mesajları gönderirken paylaştıklarını düşündüğü etik ilkelere ihanet edilmiş gibi hissediyordu, Abelard ise Felaketlerimin Tarihi eserinde açıkça belirttiği üzere akıl dışı bir tutku olarak aşka bakıyordu. Bir başka deyişle, iki sevgili aşka çok farklı açılardan yaklaşıyordu, ki mektupların verimliliğinin ve eskimemesinin nedeni de budur.

    Kadından Adama [5. Mektup]

    Neşeli umuduma:

    Yaşadığım sürece tüm benliğimle inandığım kişiye.

    Bana tüm maharetlerimi ve zekâmı bahşeden zat göğsümü öyle bir felsefe sanatıyla doldursun ki, sevgilim, sizi arzu ettiğim üzere yazılarımda selamlayabileyim.

    Allahaısmarladık, hoşça kalın, gençliğimin umudu.

     

    Kadından Adama [9. Mektup]

    Yanan lambaya, tepenin üzerine kurulmuş kente:

    Kazanmak için savaşsın ve ödülü kazanmak için yarışsın.

    Benim en büyük arzum, sizin talep ettiğiniz üzere, mektuplaşma yoluyla aramızdaki sıcak dostluğu kuvvetlendirmektir, ta ki o mutlu gün zuhur edip sizin yüzünüzü görmeye nail olana kadar. Tüm dualarımda o günün hayalini kuruyorum. Yorgunlar bir gölgeliğin, susuz kalmışlar suyun hasretini nasıl çekiyorsa ben de öyle sizin hasretinizle kavruluyorum. Ama biliyorum ki bedenim için bu kadar zor, ruhum için bu kadar tehlikeli şeylerin bedelini size adanmış olmam fazlasıyla öder.

    Allahaısmarladık.

     

    Adamdan Kadına [12. Mektup]

    En samimi aşk ne gerektiriyorsa

    Her şeyin ötesinde sadık olan ve her zaman sadık kalacak kişiden

    Tutkuyla sevilen ve her zaman daha büyük tutkuyla sevilecek kişiye

    Eylemlerinle gösterdiğin sadakati sözlerle göstermene gerek yok tatlım. Tüm gücümle emrine amade olsam yine de hak ettiğinin yanında çok cüzi bir iş yapmış olurum. Dünyanın bütün nimetlerini toplayıp önüme dökseler, ve karşılığında senin dostluğunu feda etmemi isteseler, onların hepsini elimin tersiyle iterim ve bundan hiç pişmanlık duymam.

    Allahaısmarladık, güzelim, tatlıların en tatlısı. Arzum odur ki yaşadığın müddetçe mutlu olasın.

     

    Kadından Adama [18. Mektup]

    Pırıl pırıl zambakların altında kızaran bir güle:

    Kara kış geldi çattı, fakat göğsüm aşk ateşiyle sımsıcak. Başka ne diyebilirim ki? Size daha fazla şey yazabilirdim, ancak zeki bir adam için bu kadarı da yeter.

    Allahaısmarladık, bedenim, ruhum, ve sevdiğim her şeyim.

     

    Adamdan Kadına [19. Mektup]

    Evet, sözlerin az, ancak ben onları defalarca okuyarak çoğalttım. Ne söylediğin değil, ne kadar kalpten söylediğin benim için önemli.

    Allahaısmarladık, tatlım.

     

    Adamdan Kadına [20. Mektup]

    Yıldızlar semada seyirde, ay geceyi kızıla boyuyor,

    Rehberim olacak yıldız sönük.

    Yıldızım tekrar parlasa ve karanlığı boğsa

    Zihnim artık hüzün zulmeti nedir bilmeyecek.

    Sen benim gün ışığım, Lucifer.

    Sensiz gün gecedir bana

    Ama seninle birlikte gece bile görkemli ışık saçar.

    Allahaısmarladık, ışığı hiç sönmeyecek yıldızım. Allahaısmarladık, benim en büyük umudum, tek memnun olduğum, aklımdan hiç çıkmadığı için hiç hatırlamadığım. Allahaısmarladık.

     

    Kadından Adama [21. Mektup]

    Sevgilime

    Zihnim “eşya” hakkında birçok soruyla meşgul, ama aşkın keskin kancası hepsini delip geçiyor. Ateşi terbiye edecek tek maddi şey su olduğu gibi, zira doğa onu etkin bir deva kılmıştır, benim aşkımın tek çaresi de sizsiniz, derdime sadece siz deva olursunuz. Karşılığında ne sunabilirim? Maalesef, bilmiyorum. Sizinle birlikte olmak sevincim, sizden ayrı kalmak kederimdir.

    Allahaısmarladık.

     

    Adamdan Kadına [23. Mektup]

    Dipsiz karanlığa gömülmüş kişiden

    Gün ışığından daha saf ve parlak mücevherine:

    Hiç sönmeyen doğal ışığınla övünmekten başka elimden ne gelir?

    Doğa bilimcilerinin bize dediğine göre ay ışığını güneşten alırmış. Yaydığı ışıktan yoksunmuş, kendi ısısı ya da parlaklığı yokmuş, aslında ölümlülere yalnızca soluk ve solgun bir küre gösteriyormuş. İşte sen ve ben de öyle. Sen benim güneşimsin ve ben yüzünün mutlu görkemiyle parlıyorum, bana ışık veriyorsun. Benim senden başka ışığım yok; sensiz ben solmuş, karanlık, donuk ve ölüyüm. Ama doğruyu söylemek gerekirse, sen bana güneşin aya verdiğinden fazlasını veriyorsun. Çünkü ay güneşe yaklaştıkça sönükleşiyor, ama ben sana yaklaştıkça, sana daha fazla sokuldukça, daha çok yanıyorum ve o kadar alev alıyorum ki, tam yanındayken yanıp tutuşuyorum, hem de kemiklerimin iliğine kadar.

    Seni göğsümde sonsuza dek saklayacağım ve ben yaşadığım sürece oradan asla çıkmayacaksın. Orada yatıyorsun ve orada dinleniyorsun. Uyuduğumda yanımdasın ve beni asla bırakmıyorsun ve uyuduktan sonra güneşi görmeden seni görmek için uyanıyorum. Başkaları dilimde, sen düşüncelerimdesin. Bazen konuşmam aksıyor, çünkü düşüncelerim başka yerde. Göğsümde gömülü olduğunu kim inkâr edebilir. Zaman daralıyor, aşkımızı kıskanıyor, ama sen hâlâ ebedî zamanımız varmış gibi erteleyip duruyorsun.

    Allahaısmarladık.

     

    Adamdan Kadına [24. Mektup]

    Yeryüzünde filizlenen her şeyden daha parlak ve tatlı bir ruha

    Ki o ruh sayesinde bu beden nefes alıp hareket ediyor.

    Nefes alıp hareket etmeme imkân sunan o ruha:

    Mektuplarının zenginliği bana iki şeyi kanıtlıyor: Dolup taşan sadakatin ve sevgin, tıpkı “Ağız yürekten taşanı söyler.[3]” ifadesinde olduğu gibi. Mektuplarını hevesle alıyorum ama bana hep çok kısaymış gibi geliyorlar, arzumu doyururken alevlendiriyorlar. Hummalı bir adam gibiyim, su içtikçe hararet basıyor. Allah şahidim olsun ki mektuplarına yakından baktıkça tuhaf bir ruh hâline bürünüyorum, evet tuhaf bir ruh hâli, çünkü kalbim o vakitlerde öyle ürperiyor ve bedenim öyle yeni bir duruş kazanıyor ki bunun tarifi imkânsız. Mektupların her övgüye layık, onları okuduğumda dikkatimi istedikleri yöne çevirebiliyorlar.

    Bazen bana aşk nedir diye soruyorsun tatlım. Bu noktada cahilliğimi ilan edip affını isterim, çünkü asla bilmediğim bir şey hakkında soru soruyorsun bana. Çünkü aşk beni hükmü altına aldı, hem de dışarıdan, yabancı bir şey olarak değil, tanıdık ve yakın bir şey olarak, hatta içimden bir şey. O hâlde aşk ruhun bir gücüdür, kendi kendine var olmayan ve kendi içinde yetinmeyen, aksine her zaman belli bir iştah ve arzuyla bir başkasına akan, diğeriyle bir olmak isteyen ve iki farklı iradeden kendi kayıtsızlığı içinde tek bir irade yaratan bir ruhtur.

    Aşk evrensel bir şey olabilir, ama o kadar dar bir alana sıkışmış ki, sadece bizde hüküm sürdüğünü, sadece sende ve bende yuva kurduğunu cesurca iddia ederim. Bizim içimizde o bir bütündür, korunmuştur ve içtendir, çünkü bir şey ikimize birden fayda sağlamıyorsa birimiz için de tatlı veya güzel olamaz; her şey hakkında aynı şeyleri onaylarız, aynı şeyleri reddederiz, aynı şeyleri hissederiz. Benim düşüncelerimi seziyor olman bunun kanıtı; bir şey yazacak olsam onu önce sen yazıyorsun, hafızam beni yanıltmıyorsa, sen de kendi hakkında aynı şeyi söylemiştin.

    Allahaısmarladık, sarsılmaz bir aşkla düşün beni, tıpkı benim seni düşündüğüm gibi.

     

    Kadından Adama [25. Mektup]

    Eşsiz hazineme, dünyanın tüm nimetlerinin ötesindeki nimetime:

    Ben de aşk üzerine düşünüyordum, nedir, ne olabilir, çünkü kişiliklerimizin ve ilgilerimizin aynılığından nasıl türediğini görüyorum, ki dostluk bağını en çok kuran şey bu, ve tabii her şeyde size uymamı ve aşkınıza karşılık vermemi teşvik eden şey de. Bizim aşkımız hafif bir müdahaleyle yok olacak olsaydı, asla gerçek bir aşk olmazdı; daha önce aramızda geçen tatlı, hoş sözler de doğru olmazdı, sadece sözde aşk olurdu. Çünkü aşk, okuyla bir kez vurduğu kişiyi öyle hemen yüzüstü bırakmaz. Biliyorsunuz sevgilim, gerçek aşkın yükümlülükleri durmadan, dostane, gücümüz elverdiği ölçüde ve daha fazlasını yapmayı arzulamaktan vazgeçmediğimiz müddetçe icra edilebilir.

    Allahaısmarladık.

     

    Kadından Adama [60. Mektup]

    Şimdiye kadar sadakatle sevilen ve bundan sonra da zayıf bir fedakârlık bağını hissetmeyecek olan kişiye:

    En samimi aşk ve sadakat vaatlerimle.

    Gerçek aşkınız, temeline sağlam oturmuşken, büyük bir cömertlik yeminiyle kendimi size açmıştım ve bütün ümidimi size, kuvvetli kuleme bağlamıştım. Ayrıca, eğer izin verirseniz, size karşı asla aldatıcı olmadığımı ve olmak istemediğimi de söylemek isterim. Şunu aklınızdan çıkarmayın: Sizin uğrunuza birçok şeye hiç düşünmeden atıldım ve katlandım. Sizi sevmeye başladığımda hissettiğim gücü ve yoğunluğu asla anlatamam; ama daha fazla feryat etmeyeyim, sözlerinizi daha fazla duymayayım, çünkü iyilik umduğum her yerde karşılaştığım tek şey acı dolu göz yaşları oldu.

    Kimsenin mahvolmasını istemeyen, günahkârları bir babadan daha çok seven yüce Tanrı, lütfunun görkemiyle yüreğinizi aydınlatsın. Sizi kurtuluş yoluna geri çağırsın. Siz de onun iradesinin iyi niyetli ve mükemmel olduğunu anlayabilin.

    Allahaısmarladık. Bilgeliğiniz ve bilginiz beni cezbetti. Bugünden sonra, rica ederim, yazışmayalım.

     

    Adamdan Kadına [61. Mektup]

    Yaşayıp yaşamadığı zar zor ayırt edilen en mutsuz sevgili ve dosttan her zaman sevilmiş ve sevilecek sevgilisine:

    Başlattığımız dostluk ilişkisi sen istesen de istemesen de bitmesin diye.

    Bilemiyorum bu kadar kısa süre içinde ne günah işledim ki benim için hissettiğin tüm şefkat ve yakınlık hislerinden bir çırpıda vazgeçmek istiyorsun. Bunun ancak iki imkânı olabilir: Ya sana karşı çok ciddi bir günah işledim ya da önceki aşkın çok önemli değildi ki şimdi kolayca ve hiç dikkat etmeden bir kenara atabiliyorsun. Ne kastettiğini bana açıklamazsan sana karşı işlemiş olduğum suçu göremem. Bunlar bir dostun ya da herhangi bir başka nazik kişinin sözleri değil, bir aşka son vermek için çok ciddi bir bahane ya da sebep uman birinin sözleri. Böyle merhametsiz sözler söylemene sebep olacak ne yaptım, ne söyledim, yalvarırım söyle? Beni yarı ölü denizin ortasında bıraktın, yaralarıma yenilerini ekledin, acılarıma acı kattın. Eğer beni gerçekten sevmiş olsaydın bunları söylemezdin. İkimizden birini yargılamaya çıkarsalar, senin bana karşı işlediğin günahların benim sana karşı işlediğim günahlardan daha çok olduğunu ispatlayabilirim. Sözlerine daha yakından bakan biri bu sözleri söyleyenin bir âşık değil de surda gedik arayan bir kişi olduğunu hemen anlayacaktır: hiçbir yerinde sevecen bir kalp yok, sadece zalim bir göğüs var, sevginin nüfuz etmesine izin vermeyen. Gözyaşlarını sil benim ruhum, en azından ikimizden biri ağlamamış olur.

    Allahaısmarladık. Senin mektubunu senin gözyaşlarınla aldım, benimkini kendi gözyaşlarımla gönderiyorum.

     

    Kadından Adama [62. Mektup]

    Sevgiliden sevgiliye:

    Sözlerinize akıllıca yanıt verecek zekâ ve ifade becerisine sahip olsaydım, uygun bir edeple memnuniyetle yanıtlardım. Bilgimin sınırları dâhilinde elimden gelenin en iyisini yapacağım ama sizi memnun edeceğimin garantisini veremem.

    Rica ederim, aramızdaki meseleyi çözelim artık, ne sizin başınıza bir bela gelsin, ne de ben bir rezalete karışmış olayım. Ah şu erkeklerin taş kalpliliği! Erkeğin adanmışlığı bir zar atımına bağlıdır diyen atasözü doğruymuş meğer. Prangalara ya da zincirlere vurulmuş olsaydınız, ışıksız ve havasız hücrelere kapatılsaydınız, kılıcın soğuk demirini boynunuzda hissetseydiniz mektubunuzda yazdığınız her şeyi sizinle tartışmaya hazır olabilirdim. Gözlerinizden daha fazla yaş süzülmesine katlanamam. Ağlamak bir erkeğe yakışmaz. Şerefli ve soylu bir adamın ağırlığı olmalı.

    Ama, canımın içi, bu acı ve ızdırap dolu konuşmalara bir son vermenin vakti geldi artık. Haydi daha mutlu ve neşeli şeylerden bahsedelim birbirimize. Bana bir aşk şarkısı söyleyin tatlım, umut ve teselli saçsın. Sanırım beni unuttunuz sevgilim. Ne zaman görebilirim sizi? En azından bir saat ayırın bana.

     

    Adamdan Kadına [63. Mektup]

    En sevgiliye

    Âşıklardan talep edilen samimi adanmışlık her ne ise…

    … Mektubunda güzel kurulmuş cümleler ve hem düzenli hem mantıklı bir muhakemeden başkasını görmedim. Herhâlde daha düzgün yazılmış bir mektup olamazdı. Allah izin verirse, tatlım, birlikte birçok saat geçireceğiz, hepsi tatlılık ve neşe dolu olacak.

    Allahaısmarladık, canım.

     

    Adamdan Kadına [74. Mektup]

    Sonunda anladım, canımın içi, sen tüm kalbinle ve ruhunla benimsin, çünkü aptalca ve kalın kafalılıkla işlediğim, sonrasında ne olur diye hiç düşünmediğim bütün hatalarımı hiçbir hesaba girmeden unutabiliyorsun. Söylediğim her şey boş, bir ağırlığı yok, hiçbir anlam ifade etmiyor, eğer sözlerimi eylemlerimle karşılaştırırsan birinin diğerini tasdik etmediğini görürsün. Sağlığımı sormuşsun. Sen iyiysen ben de iyiyim; sen memnunsan ben de memnunum.

    Canımın içi, Allahaısmarladık.

     

    Adamdan Kadına [101. Mektup]

    Daima haz veren şeyi gören, acı hissettiren bir şeyi asla görmeyen

    Yaldızlı gözüme…

    Ben geçmişte kimsem şimdi de oyum. Senin için duyduğum aşk hiç değişmedi, her gün daha yükseklere erişen aşk alevim hariç. İtiraf edeceğim tek değişim bu, aşkım her an kat kat artıyor. Utanç sevgiyi öfkelendirir, tevazu onu kontrol eder, sele kapılmasını engeller, böylece tüm tatlı arzularımızı yerine getirebiliriz ve yavaş yavaş hakkımızdaki bu söylentiyi dindirebiliriz.

    Allahaısmarladık.

     

    Kadından Adama [102. Mektup]

    Süt ve bal damlayan kişiye…

    Kalbimde en aziz, en sevgili olduğunuz için, aşkıma en çok yakışan, en hayırlı olduğunuz için, duamın tam karşılığı olduğunuz için, dilerim her zaman iyi olun, her zaman tatlı yaşayın. Bunu tüm kalbimle diliyorum. Sahip olduğum en değerli şeyi size veriyorum— sevgisinde ve inancında sağlam, arzusunda sabit, sonsuza dek değişmeyecek olan kendimi.

    Allahaısmarladık, hep mutlu kalın, hiçbir şey sizi incitmesin; sizden gelen bir şey de beni.

     

    *Editör, çevirmen.

    [1] Abelard, Historia Calamitatum, ed. Jacques Monfrin, Paris, Vrin, 1974.

    [2] Lettres d’Abélard et Héloïse, ed. Éric Hicks, çev. É. Hicks, Paris, Le Livre de Poche, 2007, II. Mektup.

    [3] Matta 12:34.