ALMAN ORMANINA TAPINMA: TARİHSEL BİR BAKIŞ

  • Sabah Ülkesi - Cover
  • Richard Hacken*

    Alman ormanı, binlerce yıldır, salt botanik bir olgudan çok daha fazlası olmuştur. Dönemin Federal Şansölyesi Helmut Kohl, 1983 tarihli bir röportajda şunları söylüyor: “Mitoloji, Almanlar ve orman – bunların hepsi birbirine aittir.” Alman ulusunun filizlenmesi, en başından beri, ormanlarını mitolojikleştiren, sembolize eden, insansılaştıran veya başka bir şekilde hayal eden bir halkın hayal gücünü içerir. Elbette, Alman ormanının bazı tematik unsurları başka kültürlerde, hatta evrensel olarak da bulunur. Ancak bu metin, “kutsal ormanın” tipik olarak Alman gibi görünen yönlerine dikkat çekiyor.

    Ormanlık alanlar, yaşam, ölüm, yenilenme, sosyal süreç ve kolektif kimliğin güçlü ve canlı sembollerini sunar. Peki Almanlar ormanlarıyla, tapınma noktasına gelecek kadar neden bu derece ilgilendi? Cevabın bir kısmı, M.S. 9. yılda gerçekleşen Teutoburger Wald (günümüzde Kuzey Ren-Vestfalya’da bulunan Teutoburg Ormanı) Savaşı’nda Roma işgal ordusuna karşı Cermenlerin kazandığı zaferde yatar. Roma’nın, bir tarihçinin sözleriyle “imparatorluktan limitet şirkete” dönüştüğü süreçte, tarihin önemli dönüm noktalarından biridir bu: Kuzey Cermen Avrupa ile Romalılaşmış güney arasında, Avrupa tarihi boyunca görülmeye devam edecek önemli bir kültürel (dilsel farktan bahsetmeden) ayrım meydana getirmiştir. Zafer aynı zamanda, dünyadaki en büyük askerî gücün üstesinden gelen orman savaşçılarının yenilmezliğinin bir sembolünü de yaratmıştır.

    Cermen kabileleri geçimini ortak kutsal ormanlarından sağlar. Bir yazarın melodramatik ama gösterge niteliğindeki sözlerini aktarırsam: “Sonra, ağaç tepeleri rüzgârda hışırdadığında ve dua etme zamanının geldiği anlaşıldığında, her şey tamamlanır. Alman ruhunun doğduğu andır bu.” Yazar, Alman insanının asaletinin ormanda kök saldığını öne sürer.

    Cermen kabileleri arasında ağaçlara saygı duyanlar, insanı bitki ile bir tutar. Antik tıbbi uygulamalar, bir ağacın hastalıkları ortadan kaldırabileceğini veya geri çağırabileceğine inanır. Bir kişiyle ruhsal olarak birleşmiş canlı bir ağaç, o kişinin kaderini paylaşmak, tahmin etmek ve hatta belirlemek için bir ruh ikizi işlevi görebilir. Coğrafi farklılıklar (Hessen, Baden ve diğer bölgeler arasındaki), orman ve ağaç ruhlarının ve cinlerinin biçimleri ve işlevleri olarak gelişir. Bazı ağaç ve bitkiler, Yağmur Kız, Yabani Yaprak Adam gibi insana benzeyen ama bitkiden müteşekkil uğursuz varlıklar olarak düşünülmüştür, bazıları da sağlık ve canlılığı koruyan dilek ağacı totemlerine dönüşmüştür. Grimm Kardeşler’den yüzyıllar önce Hansel ve Gretel, dilek ağacının tepesindeki doldurulmuş heykeller hâlinde mitolojik birer figür olarak karşımıza çıkarlar.

    Yeni ve tamamlanmış bir konutun en üst kirişine bir ağaç yerleştirmek, bugüne kadar devam eden bir başka eski dönem ağaç geleneğidir ve adına Richtfest veya “son taşı koyma” töreni denir. Yerli Amerikalılar için bufalo avı neyse, eski Cermen kabileleri için ağaç kesme odur. Ağacın kullanılmayan en üst kısmı, ağacın ruhunun evsiz kalmaması için dua ederek yeni barınağın üzerine takılır. Kuzey Amerika’ya gelen Alman göçmenler geleneklerini yanlarında getirmişlerdir ve şimdi ironik bir şekilde, demir ve cam gökdelenlerde “son taşı koyma” ritüelini gerçekleştirenler çoğunlukla demir işçileridir. Daha kanlı bir ritüel, muhtemelen Töton tanrısı Wotan’la ilişkilendirilen ve yeniden doğuş ile kabilenin geçimi amacıyla yapılan, ağaçların dallarında insan kurban etme uygulamasıdır.

    İlk binyılda Hristiyan tapınmasının yeni biçimleri, büyük ölçüde ağaç sembolizminin “putperest” kalıntılarıyla ilişkilidir. Bugün bile, ahşap haçlarda, yol kenarındaki mabetlerde, orman şapellerinde ve Bavyera’dan Rheinland’a görülen hac kiliselerinde bulunan bazı totemik unsurlar, daha önceki ağaca tapınmanın izlerini taşır. İlk Hristiyan misyonerler, Hristiyanlığa geçiş sırasında Almanların ağaca bağlılığına atıfta bulunmuşlardı: Bilgi Ağacı ve Hayat Ağacı, Cennet Bahçesi’nin ana unsurları olarak görülürdü; Mesih adil bir insanı verimli bir ağaca benzetiyordu (Matta 7:17) ve meyve vermeyen bir ağacı lanetliyordu (Matta 3:10). Îsâ’nın bir marangoz olduğu, Hristiyanlığa geçiş sürecinde kulaktan kulağa yayıldı. Hristiyanlığı seçen Cermenler için belki de en önemli olay, insanlık tarihinde bir ağaç üzerinde yapılan en önemli kurban verme hadisesi olan ve yeniden doğuma işaret eden çarmıha gerilmedir. Haçtan çıkan tahta kıymıklar kutsal emanetler hâline gelmiştir.

    Zamanla, putperest inançların kelimenin tam anlamıyla “kökünü kazımak” için harekete geçildi. 723 yılında, “Almanların Havarisi” olarak adlandırılan Aziz Boniface, Kuzey Hessen’de Thor’a adanan kutsal Meşe ağacını söktü. Thor müdahale etmeyi başaramayınca, insanlar Hristiyanlığa geçmeye başladılar ve Boniface kesilen ahşabı şapel inşaatında kullandı. Boniface, Geismar’da ikinci bir kutsal Meşe ağacını kestikten sonra, köklerindeki bir köknar ağacına işaret etti ve ikincisini, alçakgönüllü, mevsimsel ölümün üstesinden gelen ve cenneti işaret eden Mesih’le karşılaştırdı. Bu, yılbaşı ağacı geleneğinin de olası bir kaynağı olabilir.

    Dinî etki, erken Alman edebiyatına da taşınmıştır. Ormanın özellikleri ile sarayın talepleri arasındaki Orta Çağ ikiliği, Wolfram von Eschenbach (soyadı dişbudak ağacı anlamına gelir) tarafından Orta Yüksek Almanca olarak yazılan ve Arthurvari bir destan olan Parsifal’de görülebilir. Destan daha sonra Richard Wagner tarafından operaya uyarlanmıştır. Annesi tarafından, babasının ölümüne yol açan şövalyelik yollarından habersiz kalması için ıssız bir ormanda, büyütülen Parsifal, bir gün ormanı saf bir oğlan olarak terk eder. Bununla birlikte, doğuştan gelen şefkati ve manevi nitelikleri, ona, sonunda Kutsal Kâse’nin yeni kralı olarak tanınmasına yol açacak bir dizi macera ve tesadüfler boyunca rehberlik eder. Genç Parsifal’in yaşamı ve gelişimine eşlik eden büyülü kılavuzluk, daha sonraki peri masallarında da merkezî rol oynayacaktır.

    Kuzey bölgesinde gelişen Rönesans, dağılmış hâldeki Alman halkı ile ormanları arasında güçlü paralellikler kurar. Aziz Boniface’den sekiz yüzyıl sonra Luther’in Noel’de köknar ağacına mumlar eklediği söylenir, bu mumlar geceleri ağacın içinden parlayan yıldızları anımsatır. Sonraları Noel ağacı, Boniface ve Luther’in hayal bile edemeyeceği şekilde plastikten inşa edileceği veya elektrikle aydınlatılacağı başka ülkelere doğru yol alacaktır.

    Sanatta ise kutsal olanı tasvir etmek için kullanılan başlıca araçlar ahşap oymalar ve gravürler hâline gelir. Kuzey Rönesansı’nın en büyük sanatçısı olarak kabul edilen Albrecht Dürer, “Kutsal Aile”nin bir dizi gravürünü yapar ve arka plan olarak kutsal toprakları değil, Alman ağaçlarını, evlerini ve ormanlarını kullanır. Albrecht Altdorfer, 1510 civarında, sık Alman ormanını, dönemin stilize İtalyan sanatıyla açık bir tezat oluşturacak biçimde büyük bir kahramana dönüştürdüğünde, sanatta manzaranın türü sarsılır. “Aziz Georg Ormanda”, adlı esere adını veren kişi, devasa yeşilliğin içinde bir cüce gibidir ve sanki minyatür bir ejderha ile savaşmak yerine sohbet ediyor gibi görünür. Çünkü eserin asıl kahramanı ormandır, bir şekilde kutsallık sağlamak için gelenekselleştirilmiştir, ancak aynı zamanda vahşi ihtişamı ve doğal asaleti sunmak için şaşırtıcı, kıvrımlı natüralist yapraklarla bezelidir.

    Barok dönemde, Otuz Yıl Savaşlarının uzun süreli yıkımı sırasında ve sonrasında, tefekkür genellikle ulusal olanlardan ziyade kişisel ve manevi arayışlara doğru içeriye ve yukarıya doğru dönmüştür. Bunun bir örneği, Barok ilahi yazarı Paul Gerhardt’ın Tanrı’ya hitap ettiği bir dizede görülebilir:

    İçimde ruhuna yer aç ki senin için büyük bir ağaç olayım,

    Köklerimi toprağa batırayım.

    İzin ver, sadece senin övgün için

    Bahçende, yeniden doğuşta fidandan yükseleyim.

     

    İki yüzyıl sonra, soyadı “meşe köyü” anlamına gelen ve şiirleri genellikle halk türküsü olarak müziğe uyarlanan Romantik bir şair olan Joseph von Eichendorff şöyle yazar:

     

    Ormanlık gölgelerde duruyorum Hayatın kıyısında gibi;

    Toprak kararan çayırlara dönüşüyor,

    Nehir gümüş bir kurdele oluyor.

    Uzaklardan çanlar çalıyor

    Ve sesleri ormana kadar ulaşıyor;

    Bir geyik telaşla başını kaldırıyor ve hemen tekrar uykuya dalıyor.

    Ama orman ağaçların tepelerini kıpırdatıyor

    Sağlam bir kayanın rüyasında,

    Çünkü Tanrı doruklardan geçiyor

    Sessiz diyarı kutsamak için.

     

    Schumann’ın “Orman Manzaraları” gibi eserlerde romantik besteciler, müziği şiirle başarıyla birleştirdiler. Filozof Kant’ın, son zamanlarında ortaya çıkan rasyonaliteye dair şüpheleri ve duygunun akıl yürütme üzerindeki hâkimiyetine ilişkin görüşü, Alman ormanı imgesine önemli bir Romantik katkıdır. Bu da bizi, kutsal ormandan 19. yüzyıl peri masalındaki “büyülü” orman kavramına götürür.

    Kutsallık ve büyülenme duygusu giderek psikolojik, sosyolojik, milliyetçi ve ekolojik imalar içermeye başlar. Bu unsurlar 19. yüzyıldan günümüze kadar hâkimiyetini sürdürmüştür. Bununla birlikte, Alman halkı, ormanı –ne kadar küçülmüş ve sekülerleşmiş olsa da– manevi bir tazelenme yeri, kök anlamıyla “din” (re-ligion) kelimesinin çağrıştırdığı üzere kişisel olarak yeniden bağlanma mekânı olarak görmeye devam etmektedir.

    * Prof. Dr., Bringham Young University, Beşerî Bilimler.