NAOKİ YAMAMOTO VE ELVİDA ÜNAL İLE SÖYLEŞİ: NİÇİN DOĞU ASYA İSLAM GELENEĞİNİ ÇALIŞMALIYIZ?
Söyleşi: Merve Yiğit
Müslüman entelektüeller niçin Doğu Asya İslam geleneği üzerinde durmalı?
Naoki Yamamoto: Oryantalist mühtedi Vincent Mansour-Monteil, “İslam’ın Beş Rengi Üzerine” (Aux cinq couleurs de l’islam) isimli eserinde İslam medeniyetini beş kategoriye ayırır. Bunlar Türkiye, Afrika, Malay, Arap ve Hint-Fars havzasında tezahür eden İslam geleneğidir. Fakat Monteil’in teorisinde önemli bir açık olduğunu düşünüyorum. Örneğin ben Japon bir mühtediyim. Peki bu teoriye göre, Doğu Asyalı bir insanın yeri nerede? Çin-İslam kültürü diye bir şey hiç mi yok, veyahut bu yeni başlamış bir olay mı? Sahabenin Çin’e ulaştığını gösteren kayıtlara göre, Çin-İslam medeniyeti, aslında İslam geleneğindeki en eski kültürlerden biridir. Dolayısıyla Çin-İslam tarihini bilmedikçe, İslam geleneğini bütünüyle kavrayamayız.
Elvida Ünal: Naoki hocanın dediği gibi, İslam sadece birkaç bölgeye has bir medeniyet oluşturmamış, aksine, evrensel son din olarak bütün insanlığı, dilleri ve ırkları içine almıştır. Akademi camiasında İslam denince, öncelikle Ortadoğu ya da Batılı akımlar akla gelse de Ortadoğu, Hindistan-Pakistan, Malay, Afrika ve Batı havzası haricinde, Çin’de de önemli bir Müslüman nüfusu var. Yahut Çin Müslümanları denildiğinde sadece Uygurlar akla geliyor. Ama Çin’de 10 farklı etnik gruptan Müslüman yaşamakta. Kimi Uygur, Kırgız, Kazak, Özbek, Salar gibi Türki kökenli, kimi Dongxiang gibi Moğol kökenli, kimi de Çin içinden ve dışından birçok milletin İslam kimliğinde bir araya gelmesiyle oluşan tamamen yeni bir millet, Hui Müslümanları.
Diğer yandan, niçin Doğu Asya İslam geleneğini çalışmamız gerek sorusuna verilecek ikinci cevap ise şu: İslam Anadolu’dan, Afrika’dan, Hindistan’dan daha önce Çin coğrafyasına girmiş. Örneğin, İslam tarihinde inşa edilen üçüncü, dördüncü camiler Anadolu’da ya da İran’da değil, Çin’dedir. Bu yüzden de bizlerin oradaki Müslümanlığı ve kültürü tanıması gerekiyor. Çin’de tahayyülümüzün ötesinde çok büyük bir İslam mirası var. Bu miras, Çin’den gelen hac kafileleriyle, gezgin sufilerle, İslam dünyasında elden ele dolaşan kitaplarla aslında bütün bir medeniyetin ayrılmaz parçası. Parçalar eksik kalırsa ümmetin birbirini tanıması, bir beden olması mümkün değil. Bizim bu mirası yeniden gündeme getirmemiz gerekiyor.
Çin’deki İslam kültürüne dair önemli bir eser olan Han Kitap[1] hakkında ve buradaki İslami geleneğe dair bizi biraz bilgilendirebilir misiniz?
Naoki Yamamoto: Çin Müslümanları her zaman azınlıkta olmuştur. Japon mühtedi olarak ben de bir azınlığın içerisinde yer aldığımdan, bu konuyu çok önemsiyorum. Neticede mesele şu: “İslam’ın temel dinamik olarak görülmediği bir yerde İslam’ı nasıl anlayacağız?”
Bakın ben İslam’ı kabul ettikten sonra, “Japon Müslüman ne anlama geliyor?” diye uzun süre düşündüm. Mesela bir Türk gibi mi, Arap gibi mi, yoksa Malay gibi mi Müslüman olacaktım? İslam’ı kabul etmem, Japon geçmişimi ve kimliğimi terk etmek anlamına mı gelecekti? Pek çok farklı kaynağı okumamın ardından beni en şaşırtan Çin-İslam kitapları oldu. Çünkü bu kitaplar sanki Müslüman bir Samuray tarafından yazılmış gibiydi! Taoist, Budist veya Konfüçyanist terimler bir Taoist, Budist veya Konfüçyanist’ten çok daha etkili bir şekilde kullanılmıştı. Bu değerli mirası ihya edebilirsek, Japon-İslam kültürünü inşa etmemiz de kolaylaşır diye hissetmeye başladım.
Bu yüzden, Çin-İslam kültürünü öğrenmek yalnızca akademik eksikliği gidermek için değil, Japon Müslümanlığı adına doğru bir usul geliştirmek için de gerekli. Örneğin Malay bölgesinde, gölge oyunu Sufiler tarafından insanlara İslam tarih ve düşüncesini öğretmek için bir araç olarak kullanılmıştır. Bir yandan da Malayca, Cava ve Sundaca gibi çeşitli dillerdeki el yazmaları devam etmiştir. İslam’ın vizyonu evrenseldir, ancak İslam’ı deneyimleme biçimi çeşitlidir. Durum buysa, o zaman Japonların İslam’ı deneyimlemesi için de bir usul olmalı diye düşünüyorum. Böyle bir usulü anlamanın anahtarı olarak da Doğu Asya İslam tarihini öğrenmek istiyorum.
Elvida Ünal: Çin Müslümanlarının 1300 yıllık tarihi ve Han Kitap, günümüz İslamofobi ortamında Müslümanların nasıl yaşaması gerektiğine dair bize ipuçları veriyor. Çin kültürünün hegemonyasında, Müslümanlar hem toplumun değerleriyle çatışmadan kendi inançlarını korumuş, hem de Çin kültürü, felsefesi, ahlak değerleriyle İslami prensipleri bir araya getirmişlerdir. Han Kitap, Çin düşünce tarihinde yeni bir kapı açarken, İslami eserlerin Konfüçyanizm, Taoizm gibi “yabancı” fikirlerle nasıl uzlaşabildiğini göstermiştir. Han Kitap yazarları Arapça, Farsça ve Türkçenin dışında, İslami terimlerin Çince ile de en güzel şekilde açıklanabileceğini hatırlatmıştır.
Peki Han Kitap külliyatı tam olarak neyi kapsıyor?
Elvida Ünal: Han Kitap külliyatı arasında öncelikle Kur’ân-ı Kerîm gibi Arapçadan çevrilen kitaplar görüyoruz fakat elbette Budist ve Konfüçyanist terimler eşliğinde çevrilmiş. Bunun yanı sıra Farsça çeviri, orijinal olarak Çince yazılan kitaplar ve Çince yazılıp Arapçaya çevrilen eserler var. Bir de Kur’ân-ı Kerîm okumasını bilen ama Çince bilmeyen insanlar için Çince telaffuzun Arapça ile yazıldığı kitaplar görüyoruz. İçerik olaraksa Han Kitap arasında seyahatnameler, hac yolculuğuna dair anılar, takvim, astronomi, şiir, hadis, akait, tasavvuf gibi geniş bir skala mevcut.
Naoki Yamamoto: Bir kez daha hatırlatayım. Çin’deki Müslümanlar azınlık olduğundan, Han Kitapları yazarken Çin düşünce sisteminin unsurları ile uzlaşmak zorunda kaldılar. Bu, İslam’ı Çin coğrafyasına getirmenin ötesinde, İslami düşünce sistemini Çin toplumuna tanıtma uğraşının bir uzantısıydı. Geleneksel Çin felsefesinin kavramlarını kullanarak, İslam’ın Çin’e ait bir düşünce olabileceğini göstermeye çalıştılar.
Elvida Ünal: Evet. “İslami kitap” denildiğinde hepimizin aklına Arapça, Farsça ve Türkçe gelir. Bunun dışında İslami bir kitap anlayışı yok. Ya da mesela “İslam dili” denildiğinde bu üç dilden birini öğrenmeniz gerektiğini düşünürsünüz. Hâlbuki Arapça ve Farsça bilmeden, Han Kitaplardaki Çince ile de İslam’ı öğrenmek mümkün. Özelikle Konfüçyanist terimlere aşina olduktan sonra anlamak kolaylaşıyor. Han Kitap geleneğinin her ne kadar çok eski bir tarihi varsa da İslam’ı Çince üzerinden öğrenmek hem Çinliler hem de bizim için alışılmadık bir düşünce.
Naoki Yamamoto: İslam medeniyetini incelemek, işte böylesine karmaşık bir dil ve kültür ağını incelemek demektir. Biz ise çoğu zaman dünyayı basitleştirme ve kendi kültürünü mutlaklaştırma eğilimindeyiz. Fakat bu önyargıların üstesinden gelmeden, İslam medeniyetinin zenginliğini asla anlayamayacağız.
Çin’de yaşayan bir Müslüman bugün Han Kitaplara rahatça ulaşabilir ve okuduğunda anlayabilir mi?
Elvida Ünal: Han Kitap, sıradan halkın okuyup anlayabileceği bir tür değil. Genellikle âlim sınıfına veya Konfüçyanizm, Taoizm ve Budizm bilen üst düzey Çinli memur kesimine hitap eden eserler. Biraz akademik kitaplar diyebiliriz. Dil açışından, günümüz Mandarin Çincesinden daha ağır bir dil olan Klasik Çince kullanılmış. Dönem olarak ise, 1500’lü yıllardan 20. yüzyılın ortasına kadar, yaklaşık 5 asırlık dönemde yazılan kitapları kapsıyor. Akademide kabul edilen görüşe göre, Han Kitap külliyatının son kitabı imam Da Pusheng tarafından 1940’larda yazılmış. Çince ve Arapça öğretmeye yönelik dil bilgisi kitapları ise herkes tarafından anlaşılabilir.
Naoki Yamamoto: Açıkçası ben bir Japon olarak, derinlemesine anlayamasam da Han Kitap eserlerini okuyabiliyorum çünkü Japonya’da Çince eğitim devam ediyor. Dolayısıyla Han Kitap sadece Çinliler için değil, Hanzı medeniyeti içinde yaşayan tüm insanlar ve âlimler için yazılmış eserler. Kaldı ki eski dönemde Kore, Japonya, Vietnam… hepsi klasik Çince (Hanzı) kullandığından, 18. yüzyılda Han Kitaplar kolayca okunabilirdi. Han Kitapları bilmek Hanzı medeniyetini tekrar hatırlamak için çok faydalı.
Han Kitap bize ne öğretir?
Naoki Yamamoto: Mesela ben şu sıralar Jin Tian Zhu’nun (金天柱) “Şühpeyi Gidermek” isimli kitabını okuyorum. Bu kitap Ming Hanedanlığı sonu, Qing dönemi başlangıcında yazılmış ve Çin toplumundaki Müslümanlara yönelik ön yargıları anlatıyor. Örneğin, Konfüçyanist elitler özellikle Müslümanlara karşı kılık kıyafetten tutun da yemek yeme ve cenaze pratiğine karşı dahi ön yargılıydı. Dolayısıyla yazar, mevcut ön yargıların aşılması adına bu kitabı yazma ihtiyacı hissetti. Şimdi de aslında benzer bir dönem yaşıyoruz. Dünya çapında ve Japonya’da İslamofobi devam ediyor. Gerek Jin Tian Zhu’nun gerek diğer Han Kitap yazarlarının yürüttüğü entelektüel çaba ve İslam adına gösterdikleri cesaret bu yüzden çok önemli. Bu kitap ilginç bir şekilde “Biz Müslümanlar, Çinlilerden daha Çinliyiz.” diyor. Çin medeniyetinin özünde Çin-İslam geleneğinin yer aldığını belirtiyor çünkü.
Mesela, Han Kitaplarda zikredilen önemli bir kavrama, kung fu’ya (工夫) değinmek istiyorum. Kung fu bir dövüş sanatı olarak bilinse de aslında dövüş sanatı kung fu’nun bir parçasıdır. Kung fu, hakikate ulaşmak adına yaptığımız nefis terbiyesidir. Bugün ise sekürlerleştirme ve oryantalizm sonucu, Asya’daki bütün geleneksel pratikler ve düşünceler egzotik bir hâle getirildi. Yoga ve çay seremonisi de bu etkilere maruz kaldı. Hâlbuki Çay seremonisi, “çay yolu” (茶道) demek mesela. Japon çay seremonisi, bir ustadan misafirlere nasıl çay servis edileceğini öğrenerek, hakikate ulaşmaya çalıştığımız ruhsal pratiktir. Yani çay seremonisi kung fu’dur! Nefsin terbiye edilmesidir.
Dolayısıyla, Han Kitaplardaki terimleri bilmek, geleneksel Asya felsefesini daha iyi anlamamızı sağlayacaktır. Çünkü bu kitaplarda geçen terimler oryantalizm tarafından bozulmamış, hakiki anlamlarını yitirmemiş bir vaziyette karşımıza çıkmaktadır. Sadece İslam’ı öğrenmek için değil, Asya medeniyetini daha iyi kavramak için de mutlaka Han Kitap okumalıyız.
Elvida Ünal: Han Kitabı özümseyerek okuduğumuzda Konfüçyanist, Budist ve Taoist bütün o Çin felsefesini öğrenmiş oluyoruz. Bir de tüm bu sürecin İslam ile entegre edildiğini unutmayalım. Örneğin, bu kitaplarda İslam kelimesi Çince telaffuzunu verecek şekilde yazılmış. Helal kelimesi Çincedeki temiz sözcüğünün karşılığı olarak verilmiş. Kısaca, İslam var olmak için Çinceye uyum sağlamak zorunda kalmış. Etkileyicidir ki, Han Kitabın tek bir paragrafında hem Kur’ân-ı Kerîm’den bir ayet hem Konfüçyanist öğreti hem de Taoist bir deyiş yer alabilir. Elbette ki hepsi “İslamlaşmış” bir şekilde karşımıza çıkar.
Özetlemek gerekirse, Han Kitap bize İslam’ın sadece belli bölgelere, belli dinlere ait bir din olmadığını öğretir. Dahası, İslam’ın evrensel son din olarak, tüm insanlarca anlaşılabileceğini ve yaşanılabileceğini gösterir.
Naoki Yamamoto: Burada şunu bir kez daha tekrar etmek gerek; terimlerin İslamlaştırılması egzotikleştirilmesi değildir. Daha derin bir şekilde Çin medeniyetinin anlaşılması demektir.
Son soru. Şu an üzerinde çalıştığınız bir Han Kitap çevirisi var mı?
Elvida Ünal: Evet, Han Kitabın ilk kitaplarından birini, Qingzhen Daxue (清镇大学), Türkçeye çeviriyorum, Naoki hoca da inşallah editörlüğünü yapacak. Daha sonra sırasıyla Türkçe ve İngilizce çevirilere devam edeceğiz.
[1] Çince yazılmış İslami kitap.