BİR SIRP TÜRK’E NİYE HÂLÂ YUMRUK ATAR?

  • Sabah Ülkesi - Cover
  • Sevba Abdula

    1990 ortalarında Münih’te bir sempozyumda konuşan Sırp metropolit şu anekdotu paylaşır: Bir gün Münih’te yaşayan bir Sırp işçi Türk meslektaşını sokakta görür. Gidip ona bir yumruk vurur ve onu yere düşürür. Türk, neye uğradığını şaşırır ve arkadaşına kendisine neden vurduğunu sorar. Sırp işçi “Siz bizim kralımızı öldürdünüz!” der. Türk’ün iyice kafası karışır ve “Ne zaman?” diye sorar. Sırp işçi “1389 Kosova savaşında” deyince Türk “Aradan 600 sene geçmiş.” der. Bunun üzerine Sırp “Ama ben şimdi öğrendim!” diye cevap verir.

    Balkanlarda yaşayan yerel halklar 19.yy’dan bu yana bu gibi binlerce olayın içinde yer aldı, şahidi oldu ve “yumruğunu” sıktı. Bu süreç sonunda savaşlara, göçlere, sistematik baskılara, soykırımlara kadar vardı. 20.yy başlarındaki Balkan Savaşları ile 20.yy sonlarındaki Bosna ve Kosova savaşlarının kılcal damarlarına inince geçmiş anlatısının ne denli büyük bir yer kapladığını görmek mümkündür. Geçmiş anlatısının içine bazen ustaca bazen de kabaca yerleştirilen kurulu ve kurucu olaylar, tercihler ve tavırlar, dönemlendirmeler, unutulanlar, hatırlananlar, “biz”e dâhil edilenler, seçilmiş travmalar, mitler büyük bir işlev gördü. Bu yazıda aşağıdaki sorulara yanıt aranacaktır; geçmiş anlatısının sürekli yeniden üretildiği, içeriğinin ötekileştirmelerle, dışlamalarla, düşmanlaştırmalarla dolu olmasının temel dayanağı neydi? Bunlar hangi araçlarla yapıldı? Bu süreç yapısal bir süreç mi? Devlet politikalarının temel bileşeni hâline gelen kimlik politikalarına neden bu kadar çok ihtiyaç duyuldu? Örnek olarak Sırp ulusal tarihi nasıl kurgulandı ve kimliğe nasıl yansıdı?

    Kadim dönemden modern dönemi farklılaştıran temel öğelerden biri kuşkusuz modern devlettir. Geleneksel iktidar yapısından farklı olarak meşru şiddeti tekelleştirmekte, sınırları belirlenmiş teritoryaya sahip olmakta, personel ve kurumlarla güçlü bir merkezîleşme üretmekte, topluma bilfiil müdahale edebilmekte, gözetleyebilmekte ve denetleyebilmektedir. Modern devletin XIX. yüzyılda hızlı bir şekilde vergi toplayıp kitleleri asker olarak mobilize etmesini sağlayan gelişme ise ulus devlet olarak yeni bir forma dönüşmesidir. Modern devletin ulus devlet formu insanlık tarihinin önemli kırılmalarından birini teşkil eder. Bu kırılma şunu ifade eder, devletin özerk iktidar yapısı doğası gereği kendi iktidarının sürekli var kılması, meşrulaştırması ve yeniden üretmesi için nüfusu homojenleştirir, ideolojileri, kimlikleri ve tarih perspektiflerini de şekillendirir. Bu şekillendirme devletin birçok ideolojik/baskıcı aygıtı ve politikalarıyla gerçekleşir. Özellikle Balkanlardaki modern devlet kendi özerk iktidarının maksimize etmek için ideoloji olarak milliyetçiliği sürekli kullanmıştır. Bu rıza üretimi sürecinde nüfusun homojenleştirmesi veya ulusların icadı, teritoryanın vatan olarak kutsanması, geçmişin yeniden kurgulanması, hafızanın oluşturulması ve dinin araçsallaştırılması gibi bir dizi sonuç ortaya çıkmıştır

    Özetle modern devlet otorite kaynakları ve altyapısal iktidar süreçleri ile toplumsal ve siyasal düzeni yeniden üreten, devamlılığını sağlayan, kendi karar ve eylemlerini meşrulaştıran, sürekli kılan, temellendiren, rasyonel kılan, rıza üreten, ideoloji, gazete, TV, ordu, eğitim, okul, ders kitapları, tarih eğitimi, törenler, bürokratik kurumlar ve kahramanlar gibi araçlara sahiptir ve bunları iç ve dış sadakat alanlarını dikkate alarak kendi özerk iktidarının devamını sağlamak için sonuna kadar kullanmaktan geri durmamaktadır. Modern devlet birlik, bütünlük ve uyum içerisinde homojen nüfus talep ederek resmî ideolojiyi üretmekte, eğitim bu resmî ideolojinin ana dayanak noktası olarak öne çıkmakta ve eğitim ve resmî ideoloji ise tarihi/geçmişin üretimini araçsallaştırarak resmî kimliği inşa etmektedir. Bu sürecin bir boyutu tarih eğitimi ve tarih ders kitapları üzerinden gerçekleşirken diğer bir boyutu ise tarihyazımının yönlendirilmesinde ortaya çıkmaktadır.

    Modern devletin kendi özerk iktidarına dair müdahaleler belki de en çok ideolojik çerçeve ve dönüşümünde, eğitim ve eğitim reformlarında, geçmiş anlatısı ve perspektiflerinde ile resmî kimliğin yeninden üretilmesinde ortaya çıkar. Bu müdahalelerin en yalın dışavurumu kuşkusuz tarih ders kitaplarında gerçekleşir. Tarih ders kitapları iktidar, ideoloji ve kimlik inşa süreçlerinin bir sonucu olarak üretilir ve tarihin yeniden icat edilmesi, yorumlanması, araçsallaştırılması ve meşrulaştırılması açısından modern iktidara muazzam bir fırsat sunarlar. Bir başka deyişle tarih ders kitapları törenler, bayramlar, marşlar, anma etkinlikleri gibi ortak geçmişi inşa eden mekanizmalardan en önemlisidir. Modern iktidar tarafından üretilen geçmiş en çok homojen nüfusun yani resmî kimliğin “biz”in inşası için değerlidir. Ritüellerin, savaşların, törenlerin, mitlerin, acıların, kahramanlıkların süreklilik içerisinde özcü bir şekilde “hatırlatılarak” aktarılması ortak imgenin ve “Biz”in inşasına neden olduğu gibi dışlananları, ötekileştirenleri ve düşmanlaştırılanları da görünür kılar. “Biz”in içinde yer alan bireye tarih ders kitaplarında yer alan anlatı üzerinden sürekli ve kalıcı olmanın, katılma koşullarının, kendini tanıma ve tanınma kriterlerinin, biriciklik duygusunun, kendi hakkındaki bilincinin ve aidiyet duygusunun sağlanması için zemin oluşturulur.

     

    Bu çerçevede tarih ders kitapları geçmişi yeniden düzenleyen “tarih” alanının iktidarla buluşmasını sağlar. Tarih, kuşkusuz geçmişin kendisi olmadığı gibi günümüze ulaşmış bir geçmiş de değildir. Tarih, günümüze ulaşabilmiş belgelere dayanarak geçmişin belirli parçalarının yeniden kurgulanmasıdır. Diğer bir ifadeyle tarih, kolektif belleğin/hafızanın iktidar tarafından inşa edilmesi sonucu ortaya çıkar. Özellikle XIX. yüzyıl ulus devlet çağı ve pozitivist bilim geleneği, geçmişin iktidar tarafından yeniden üretilmesini merkeze taşıyarak  tarihyazımı ve eğitimi kimlik, meşruiyet, süreklilik, rıza ve aidiyet gibi konuların inşası açısından devlet, din, ulusçuluk, sosyalizm, küreselleşme gibi dönemin egemen siyasal/felsefe akımlarının temel aracı hâline dönüşmüştür. Modern devletin rıza üretimi için ihtiyaç duyduğu uluslaşma süreci, tarih araştırmalarını disiplin hâline getirmiştir. Bununla beraber tarih, ulusların kökeni, ulusların farkları, bu farkların dayandığı özler, ulusların ezelden beri var olduğuna dair süreklilik oluşturma arzularını bilimsel bir düzleme aktarmıştır.

     

    Tekrar başlığa gelecek olursa Bir Sırp’ın Türk’e hâlâ yumruk atmasının derinlerinde yatan nedenlerin başında modern devletin ilgili dönemin ideolojik çerçevesini dikkate alarak geçmiş anlatısına sürekli müdahale ederek resmî kimliği inşa etme zorunluluğundan kaynaklanmaktadır. Modern devletin özerk iktidar yapısının sürekli var kılmasını Sırp tarih ders kitaplarının Osmanlı/Türk anlatısına bakarak çözümlemek mümkündür. Sırp tarih ders kitaplarında yer alan tarih anlatısı farklı dönemlerde farklı ideolojilere tarafından müdahalelere açık olsa da genelde milliyetçi paradigmanın egemenliğindedir. Bu anlatının içeriği çözümlendiğinde ise Türkler ve Osmanlı genelde “Sırp altın çağını sonlandıran”, “vatanımıza saldıran ve bizi süren”, “Sırpları vatanından kopartan, bölgeden Hristiyanları süren”, “Sırp kimliğini bölen” “Sırpları İslamlaştıran” olarak tanımlanır. Türkler ve Osmanlı uzak öteki olarak geçmiş anlatısında ve Sırp kolektif hafızasında yer alır. Osmanlı ve Türk anlatısında özellikle Kosova toprakları ve Boşnaklara önemli bir yer verilir, İslamlaşma, kan vergisi, göçler, devşirme merkez temaların başındadır. Diğer yandan da Sırp tarihinin kırılma tarihleri muhakkak Türkler ve Osmanlı ile ilişkilidir: 1371 Meriç Savaşı, 1389 Kosova Savaşı, 1521 Belgrad düşüşü, 1699 Büyük Göç, 1804-1805 Sırp İsyanları, 1876 Sırp krallığının kurulması, 1912-1913 Balkan savaşları.

    Sırp tarih ders kitaplarında tarih anlatısını belirleyen ve resmî kimliği üreten birçok mekanizmaya rastlamak mümkündür. Bu mekanizmalar 20.yy boyunca tarih eğitimi üzerinde Sırpların kimliklerini, geçmiş tasavvurlarını, biz ve öteki inşasını belirlemede başat rol oynamıştır. Bu mekanizmalardan birkaçını Osmanlı ve Türk anlatısı üzerinden inceleyerek Sırp resmî kimliğinin ana hatlarına ulaşılabilir. Sırp tarih ders kitaplarında Osmanlı İmparatorluğu anlatısının öne çıkan bir diğer özelliği de sürekli göç, ayaklanma/isyan, direnme, boyundurluk, savaş hâli, Kilisenin koruyuculuğu, eski topraklara Arnavutların yerleştirilmesi ve ilerlemeye Osmanlı’nın mâni olması gibi temaların birçok farklı tarih, zaman ve mekânlarda birleştirilerek, dinamik bir transfer içerisinde sürekli var olan bir olgu olarak kurgulanmasıdır. Bu kurgu Sırpların “biz kimliğinin” sıkılaştırılmasına, insanların yaşamlarında kolektif travmalarına ve güvenlik algılamalarının sürekli yeniden üretilmesine neden olur.

    Sürekliliği üreten, isyanlarında ve ayaklanmalarda rahipleriyle yer alan, Osmanlı ve Habsburg savaşlarında sürekli olarak Habsburg İmparatorluğu’nu destekleyen bir diğer tema da Sırp Ortodoks Kilisesi ve onun kurumsal gücüdür. Direnme ve sahip çıkmayı 350 yıllık tarihin tamamında, her yerde ve zamanda sürekli bir şekilde yapan, Sırpları koruyan ve temsil eden, kiliseleri ile büyük bir coğrafyada Sırpların dinî hamilik görevini üstlenen Sırp Ortodoks Kilisesidir. Türklerden Sırpları koruyan Sırp Ortodoks Kilisesi tarih boyunca Ortodoksluğu ve Sırplığı iç içe geçirirken, birçok ulusal kahramanın azizleştirilmesini, Sırp ulusunun mazlumlaştırılmasını, kutsallaştırılmasını ve kurbanlaştırılmasını görseller ve bölüm başlıklarıyla gerçekleştirir. Sırp Ortodoks Kilisesi’nin XIX. yüzyıl sonlarından itibaren siyasetin içerisinde yer alması kriz dönemlerinden görünürlüğünü artırması ve birçok olaya meşruiyet zeminini üretmesi tarih anlatısındaki yeri tespit edildiğinde hiç de şaşılacak bir şey değildir.

    Osmanlı İmparatorluğu anlatısının her döneminde Sırp kolektif/ulusal kimliğin inşasında kurulu ve kurucu olay olarak Kosova’nın öne çıktığını öncelikle tespit etmek mümkündür. Kurulu olaylar anlatının öne çıktığı olayların inşa edildiği mekân ve zamanı, kurucu olaylar ise bugünü meşrulaştıran çağlar/olayların zaman ve mekânını ifade eder. 1918 sonrası yayınlanan Sırp tarih ders kitaplarında resmî ideoloji fark etmeksizin (Krallık, Sosyalist Yugoslavya, Milliyetçi-Geçiş ve AB ile etkileşim dönemleri) Kosova savaşı hem kurucu hem de kurulu olaydır. Kosova, Kosova Savaşı, İpek’te kurulan ilk Sırp Ortodoks Kilisesi, XIV-XVI. yüzyıl Orta Çağ Sırp Krallığı ve hanedanının toprakları olarak Sırp görkemli tarihinin başlangıç olarak kurgulanır. Kosova toprakları aynı zamanda da kurulu ve kurucu olayların mekânı yani topografyasını oluşturur ki modern ulus devletin “vatan” topraklarının sınırlarını ve kutsiyetini üretir.

    İktidarın tarih üzerinden kimlik inşa ettiği mekanizmalardan biri kuşkusuz, kesintisiz devamlılık ve kültürel homojenliğin inşa edilmesi için kronolojinin kesintiye uğraması veya anlatıda kopukluktur. Özellikle kurucu olayların anlatılarında bu mekanizma öne çıkar. 1918 sonrası Sırp tarih ders kitaplarında dönem fark etmeksizin özellikle Osmanlı İmparatorluğu anlatısında muhakkak anlatıda kopukluklar var olmuştur. Savaşlar, isyanlar, göç, kilise anlatılarında süreklilik kronolojinin kesintiye uğramaması üzerinden kurulur. 1987-2000 arası Milliyetçi-Geçiş dönemi anlatıda kopukluğu en çok kullanan dönem iken Osmanlı anlatısının XVI-XVIII. yüzyıl dönemi ise tüm dönemlerde olabildiğince sessiz kalınan dönemdir. Bu sessiz kalınan dönem Osmanlı devletinin Balkanlardaki en parlak dönemlerinin başında gelmektedir.

    İlgili dönemde üretilen kimlik, hatırlananlar ve unutulanlarla uyum içerisinde olmalıdır. Bu açıdan hatırlananlar ve unutulanlar üzerinden kimlik tanımlanır, kimlik yüceltilir, ilgili grubu haklılaştırır ve harekete geçirir. 1918 dönemi sonrasında Sırp tarih ders kitaplarının Osmanlı anlatısı üzerinden gelişen kimliğin ilgili dönemlerde hatırladığı ve unuttuğu birçok tarihî olay mevcuttur. Meriç ve Kosova savaşları, İslamlaşma, göç, isyanlar, Sırp Ortodoks Kilisesi’nin konumu, Sırp Voyvodina’sının ulusal bilince etkisi içeriklerdeki küçük nüanslar dışında her dönem muhakkak hatırlanır. Bu hatırlama Sırp ulusal kimliğin sürekliliği, devamlılığı, ayaklanma ve isyanlar üzerinden direnmesi ve karşı koyuşu, kilise ile ayrışmaz bütünlüğünün vurgusunun yapılması açısından merkezî konumdadır. Özellikle Milliyetçi-Geçiş döneminde ise hatırlama ve unutma mekanizması diğer kimlik inşa mekanizmaları gibi yoğun olarak kullanılmıştır. Kosova Savaşı her detayıyla, Orta Çağ kralları, İslamlaşma süreci, Sırp ırkının soykırıma uğraması ve göçlerin Sırp kaderinin sonucu olarak görülmesi, Sırp Ortodoks Kilisesi Sırpların koruyucusu ve temsilcisi olarak zikredilmesi, Aziz Sava miti, Sırp isyanları da Türk zulmüne başkaldırı olarak hatırlanmıştır

    Mitler, seçilmiş travmalar, metaforlar, imgeler Osmanlı İmparatorluğu anlatısında bulunur. Sırp tarihinin Osmanlı anlatısında en çok dikkat çeken ve her dönemde farklılaşsa da muhakkak konu edilen savaşlar, Kosova Savaşı’dır. Sırp Krallığı’nın sonuna neden olması, Sırpları devletsiz bırakması, Osmanlı yönetimi altında bütün kötü tarihin başlangıç noktası olarak görülmesi, savaşçılarının savaş sonrası kutsanması, ilk Sırp Ortodoks Kilisesi olan İpek Patrikliğinin Kosova’da kurulması, Sırp Ortodoks Kilisesinin dahli, travmayı epik şiirlerine yansıtarak unutturmaması ve XIX. yüzyıldan itibaren 500, 550 ve 600. yıl kutlamalarını organize etmesi, XX. yüzyıl boyunca Kosova sorunu etrafında dönen siyasal gelişmelerle beraber tarihyazımı ve tarih ders kitaplarından eksik olmamıştır. Sima Cikovic, Rade Mihaljćić, Dušan Bataković ve Radovan Samarđić gibi tarih ders kitabı yazan tarihçiler, ideolojik iktidar dönemlerine göre anlatılarındaki vurguyu değiştirseler de Sırp ulusal bilincinin merkezinde yer alan, kahraman, kurban ve hain figürleri üzerinden mite dönüşen bir anlatıya referans yapmaktan geri durmamışlardır. Özellikle 1990’ların Osmanlı İmparatorluğu anlatısında seçilmiş travmaya dönüşen Kosova miti; güncel savaşlara meşruiyet üretme, soykırım fikrini halka nakşetme, halkı mobilize etme ve Kosova topraklarını ölmeye değer kutsal vatan toprakları olarak benimsetmek için kullanılmıştır.

    Kurulu ve kurucu olay, sürekli hatırlanan, “biz ve ötekinin” inşasında belirleyici tarihî olaylardan biri olan Kosova Savaşı’nın mite dönüşmesiyle birlikte tartışmasız bir şekilde Sırp tarihinin sürekli kolektif hafızada yer verdiği ve bunun olağan üstü dönemlerde de tüm kitleyi mobilize edebilecek bir içeriğe sahip olduğu söylenebilir. Kutsanmış altın çağın merkezî toprakları olarak Kosova, Milliyetçi-Geçiş döneminde seçilmiş travma ve mit olarak ortaya çıktığında olası sonuçları görme adına önemli bir deneyim olmuştur. Kısaca Kosova miti üç temel olay, kişi ve motif üzerinden mitleştirilmiştir. Prens Lazar, Miloš Obilić ve Vuk Branković. Prenz Lazar savaştan bir gün önce rüyasında Hz. Meryem’i görür ve “Dünya Krallığı” ile “Cennet Krallığı” arasında seçim yapması gerektiği söylenir, eğer dünyanın krallığını seçerse savaşın galibinin o olacağı belirtilirken, cennetin krallığını seçtiği takdirde savaşta askerleriyle beraber öleceği ona aktarılmıştır. Prens Lazar cennetteki krallığı seçerek dünyadan vazgeçen, fedakârlık yapan bir kişi olarak Kosova Savaşı’nı kaybeder, bu da onun dünyadan vazgeçen bir prens olarak kutsanmasına neden olur. I. Murad’ı kendi canı pahasına öldüren Miloš Obilić, mite göre hem kahraman hem de kendini kurban eden savaşçıdır. Prens Lazar’ın damadı olan Vuk Branković ise Kosova mitinin en önemli bileşenlerinden biri olarak ihanetin simgesidir. Savaş sırasında Osmanlı ordularına geçen Branković mite göre savaşın kaybedilmesinin en temel sebebidir. Kosova mitinde yer alan kahraman, kurban ve ihanet motifleri ilgili dönemin Kosova politikasına göre isimleri yeniden inşa edilerek sürekli kullanılır.

     

    Kosova mitinin bu içeriği ve Sırp ulusal bilincinde sürekli yeniden inşası Vamık Volkan gibi araştırmacıların miti seçilmiş travma olarak tanımlamasına neden olmuştur. Volkan seçilmiş travmanın bir grubun üyelerinde aşağılanmışlık, mağdur edilmişlik duyguları uyandırdığını aynı zamanda da tarihî olayı psikolojik ve mitolojik bir formda sürekli var kılmayı seçtiğini ifade eder. Duygusal incinmeler, utanç temsilleri kuşaktan kuşağa aktarılırken tarihî olayla ilgili gerçeklerin önemi yitirilir. Kosova Savaşı bu çerçevede Sırpların kutsal vatanı olan toprakların düşmana teslim edilmesinin doğurduğu yas sürecinin asırlarca son bulmamasını temsil eder. Bu aşağılanmışlık, kin ve kızgınlık her yeni nesilde atalarına yapılanları onarmak, aşağılanmışlık yükünden kurtulmak için bilinçli veya bilinçdışı birçok arzu taşır. “Biz yeterince acı çektik, aşağılandık, başkaları bize borcunu ödemeli” tutumu kitlelerin ve siyasal iktidarların eylemlerini etkiler. 1945 sonrası Kosova Savaşı’nın ilgili dönemin ideolojik iktidarının değerlerine bakılmaksızın tarih ders kitaplarında yer alması bu seçilmiş travmanın izlerinin yeni nesle aktarılmasına neden olmuştur. Kosova miti 1980 sonrası Kosova sorununun Sırp siyasal hayatında yarattığı etkinin zeminini işaret etmesi açısından son derece önemlidir.

     

    Milliyetçi-Geçiş dönemi iktidarı bu anlamda Kosova seçilmiş travmasını yeniden harekete geçirme adına tarihî olaya sadece tarih ders kitaplarında yoğun atıfta bulunmaz, 1989 Kosova Gazimestan’da topladığı bir milyona yakın insanla güncel siyasete taşır, kitlelere de yansıtır. (Milošević, Gazimestan’a helikopter ile inerek Kosova mitine atıfla cennetten Prens Lazar’ın geri döndüğüne dair simgelerle tören düzenler). Kosova seçilmiş travmasının yeniden harekete geçmesi Türkleri, Müslümanları, Arnavutları, Boşnakları ötekileştirmiş, düşmanlaştırmış, aşağılanmanın getirdiği tüm kötü duyguların ortadan kaldırılması için bu gruplara dair her türlü politikayı mübah kılmış, 1990’lı yıllardaki savaşlar sırasında Arnavutlara ve Boşnaklara yönelik soykırımın meşrulaştırılmasında büyük bir kolaylık sağlamıştır. Kosova Savaşı 28 Haziran 1389 tarihinde gerçekleşmiştir. Özellikle XIX. yüzyıldan sonra 1889, 1939, 1989 yıllarında Vidovdan günü olarak Sırp Ortodoks Kilisesi’nin öncülüğünde büyük törenlerle kutlanmıştır. 28 Haziran Vidovdan günü Sırp tarihi açısından birçok ilginç kırılmaların tarihi olarak da dikkat çeker: 1876’da Sırpların Osmanlı’ya savaş ilan etmesi, 1914’te Avusturya Macaristan Prensi Ferdinand’ın bir Sırp tarafından öldürülmesi, 1921’de Sırp kralı I. Aleksandar’ın Sırp, Hırvat ve Sloven Krallığı Anayasasını ilan etmesi, 1989’da Sırp lider Slobodan Milošević’in Gazimestan’daki konuşması ve 2001’de Milošević’in Lahey’deki savaş suçları mahkemesine teslim edilmesi örneklendirilebilir.

     

    Sonuç olarak 19.yy’dan itibaren uluslaşan ve Osmanlıları/Türkleri uzak öteki olarak kurgulayan Balkan halklarından herhangi biri inşa ettiği tarihsel kimliğine ve kolektif hafızasına dayanarak zihnî dışavurumlarını eylemlere dönüştürdü ve dönüştürebilir. Bu hafızanın eylemlere dönüşmesinin birçok yapısal nedeni olduğu gibi birçok mekanizma sonucu ortaya çıktığı da rahatlıkla ifade edilebilir. Balkan halkları yüzyıl boyunca modern ulus devletin ideoloji, eğitim, tarih ve kimlik politikalarıyla yakın dönemde beraber yaşadığı birçok halkı ötekileştirmiş, düşmanlaştırmış veya yok etmeye varan politikalar yürütmüş, yürütmeye devam etmiş ve bunlara meşruiyet zemini de oluşturmuştur.