YOBAZ KÖTÜ ADAMDAN AYDIN İMAMA  TÜRK SİNEMASINDA DİN ADAMI VE İMAM TEMSİLİ

  • Sabah Ülkesi - Cover
  • Havva Yılmaz

    Erken Cumhuriyet Dönemi’nin ideolojik çekişmelerinin kültürel alandaki tezahürlerinden biri, sinemanın dinle, dini temsil eden unsurlarla ve dindarla kurduğu gerilimli ilişkidir.[1] II. Abdülhamid Dönemi’nden itibaren yavaş yavaş kültürel hayata dâhil olan, saray gösterimlerinden yazlık sinemalara kadar pek çok formatta seyirciyle buluşan ve tiyatro, edebiyat, müzik gibi sanatın çeşitli alanlarından istifade ederek güçlenen sinema, toplumsal değişimin önemli bir parçası olmuştur. Sinemada tiyatrocular dönemi olarak adlandırılan Erken Cumhuriyet Dönemi’ne damgasını vuran ideolojik tartışmalar, toplumca henüz veda edilen imparatorluktan geriye kalan mirasın nasıl değerlendirileceği üzerinedir. II. Meşrutiyet’in ilanı, Balkanların kaybı, yükselen milliyetçilik akımı ile parçalanan imparatorluk, ardından I. Dünya Savaşı, Millî Mücadele Dönemi, Kurtuluş Savaşı, yeniden çizilen sınırlar ve Türkiye Cumhuriyeti’nin doğuşuyla birlikte sarsıcı bir dönüşüm sürecini deneyimleyen toplumun dinle kurduğu ilişki de birtakım imtihanlardan geçmiştir. Bu bakımdan Türk sinemasında dinin ve din adamlarının yeri, Osmanlı-Türk modernleşmesinin dinle ilişkisiyle paralel bir seyir izler.

    Aynı zamanda inkılaplar dönemi olarak da bilinen Erken Cumhuriyet Dönemi, yeni toplumsal düzenin tüm sembolleriyle rüştünü ispat etmeye çabaladığı bir dönemdir. Üst üste çıkarılan kanunlarla toplumun çeşitli konularda yeniden dizayn edilmesi hedeflenirken, sinema da yer yer bu çabanın bir parçası olur. Toplumu değişime ikna etmenin, toplumda yer edinen çeşitli düşünce, inanış ve pratiklerin sorgulanmasının aracılığına soyunur. Hâlihazırda etkileri sürmekte olan çarpıcı olaylar, inkılapları meşrulaştıracak türden yeni bir tarih anlatısı inşa etmek üzere kurgulanır bu dönemde. Millî Mücadele Dönemi’ni, Kurtuluş Savaşı’nı konu edinen filmlerde, mücadele zemini dinî motivasyonlardan arındırılarak “millî” niteliğiyle ön plana çıkarılır, topluma önderlik eden figürler sekülerleştirilir, dinî unsurlar görmezden gelme, hafifseme, düşmanlaştırma gibi farklı yollarla hikâyenin dışına itilir. İmamlar ve din adamları da bu dışlama sürecine dâhil edilirler.

    1922’de Nur Baba’da başrolde bir Bektaşi şeyhi vardır; müritleriyle yaşadığı gönül ilişkisi roman yapraklarından sıyrılıp siyah-beyaz imajlara dönmüştür. Halide Edip Adıvar’ın aynı adı taşıyan romanından sinemaya uyarlanan Ateşten Gömlek’te konu İzmir’in işgali sırasında eşi ve çocuğunu kaybeden Ayşe’nin İstanbul’da işgal karşıtı mitinglere katıldıktan sonra millî mücadeleye destek olmak üzere hastabakıcılık yapmak için Anadolu’ya gidişi ve Binbaşı İhsan’la birlikte verdikleri mücadeledir. 1923 tarihli film Kurtuluş Savaşı’nı konu edinen ilk filmlerden biridir ve Türk kadınların rol aldığı ilk film olması yönüyle de önemlidir. Bedia Muvahhit’in hayat verdiği Ayşe karakteri, sonradan yeni rejimin doğrularını öğreten Cumhuriyet mürebbiyesi olarak pek çok filmde stereotipleşecek, toplumsal ilerlemenin önünde duran yobazlarla mücadelenin sembolik figürü olacaktır. Filmde imamın üstlendiği rol de dönemin prototipi gibidir; istiklal mücadelesine karşıt, yobaz, ikiyüzlü.

    Bir Millet Uyanıyor’da (1932) ezan vakti işgal ordusunun gelişini kutlayan Rumlara ses etmeyen, işgalcilerin el koyacağı silahları saklamaya çalışan mülazım Faruk Efendi’ye Zat-ı Şahane’nin emrine riayetsizlik etmemesini tavsiye eden, köyler yakılıp yıkılır, kadınlara tecavüz edilip masumlar öldürülürken istiklal mücadelesini ateşlemeye çalışan yüzbaşını itaatsizlik ve ihanetle suçlayan yine bir imamdır. Ankara Postası’nda (1929) Büyük Taarruz öncesi Kuvva-i Milliye’ye destek olmak üzere kuryelik yapan Osman’ın nişanlısına tasallut eden üç kişiden biri kasabanın imamıdır. Ayranoz Kadısı’nda (1938) reşit olmayan bir genç kızın kalan mirasını hileyle ele geçiren bir Şeyhülislam vardır. Film, eski rejimin adalet sistemini temsil eden bir din adamının, kendi yürüttüğü davada yaptığı usulsüzlükler üzerinden din adamlarının paraya ve kadınlara karşı zaaflarını konu edinir. Vurun Kahpeye’de (1949), mandayı savunan Hacı Fettah Kuvâ-yı Milliye’cileri “Padişahın başını yiyecekler, hem de düşmanı gazaba getirip ırzımızı payimal, malımızı yağma ettireceklerdir.” diyerek antipropaganda yürütür ve idealist mürebbiyenin linç edilerek öldürülmesine neden olur.

    Hazretli Filmler ve “Aydın İmam” Tiplemesi

    Erken Cumhuriyet Dönemi’nin yerini çok partili yıllara bıraktığı 1950’ler, 27 Mayıs darbesinin damgasını vurduğu 1960’lar, sağ-sol karşıtlığının toplumun ve siyasetin hemen her katmanında gerilimi yükselttiği 1970’ler ve 12 Eylül darbesinin otoriter renginin şekil verdiği 1980’ler boyunca ana akım Türk sinemasında din adamının temsili çıkarcı, vatan haini, riyakâr bir profil çizer. Ancak ana akıma alternatif oluşturma çabasına girişen denemeler de olmuştur. 1950’lerde başlayıp 1970’lerin ortalarına kadar etkili olan Hazretli Filmler Akımı bu açıdan ilginç bir tecrübedir. 1950’ler, din, toplum ve kültür ilişkileri açısından, tek parti rejiminin sona ermesiyle dinî pratikler üzerindeki baskının hafiflediği, dönemin iktidar partisi olan Demokrat Parti’nin sık sık dinî sembollere referans vermesiyle giderek dinî pratiklerin ve temsillerin görünürlüğünün arttığı bir dönemdir. 1952 yapımı Hac Yolu belgeseli ve Hicri Akbaşlı’nın yönettiği 1956 yapımı Âşıklar Kâbesi Mevlânâ adlı film bu dönemde çekilir ve seyircinin yoğun ilgisine mazhar olur. Öyle ki, Hac Yolu filminin yapımcılarının seyircilere, bu filmi yedi defa seyrettikleri takdirde hacı olacaklarını söylediği ve her seyrediş için ayrıca bilet kestikleri; seyircilerin, sinemanın etrafında yalınayak dolaştırıldığı, aralarda gülsuyu dağıtıldığı ve seyirciye filmi abdestli olarak seyretmeleri tavsiye edildiği; bazı bölgelerde seyircinin gerçekten de bu tavsiyeye uyduğu; böylece -bu filmin yapımcılarının elde ettikleri kâr bir kenara bırakılacak olursa – sinemacıların muhafazakâr kitleyi sinema salonlarına çekme çabalarının sonuç verdiği ve o döneme kadar sinemaya adım atmamış insanların sinemaya gitmeye başladıkları biliniyor.[2]

    Hac Yolu’ndan sonra, bu akım dâhilinde 1979 yılına kadar 36 adet film çekilmiş;  Asaf Tengiz, Tunç Başaran, Muharrem Gürses, Hüseyin Peyda, Osman F. Seden, Çetin İnanç, Mehmet Dinler, Türker İnanoğlu, Yılmaz Atadeniz, Süreyya Duru, Atıf Yılmaz, Nejat Saydam gibi yönetmenler filmleriyle bu akıma katkıda bulunmuşlardır. Bu filmlerde Hazreti İbrahim, Hazreti Eyüp, Hazreti Ömer, Hazreti Ali, Hazreti Ayşe gibi peygamber ve sahabelerin yanı sıra farklı zamanlarda yaşamış Veysel Karanî, Hacı Bektâş-ı Velî, Yûnus Emre, Pir Sultan Abdal, İbrahim Ethem gibi evliyalar ve Kerbela vakası gibi dinî olaylar konu edinilmiştir. Hazretli filmler akımının ortaya çıkışına dair farklı nedenler öne sürülse de, Türk sinemasında din adamı temsili açısından bu filmlere gösterilen ilginin ana akım sinemada din adamı temsiline karşı bir itiraz olduğu aşikârdır.

    Öte yandan, İslam tarihinde çeşitli biçimlerde ön plana çıkmış, dinin genişlemesinde rol oynamış önemli şahsiyetlerin beyaz perdede görünür olmasının mevcut olumsuz profile ne ölçüde antitez olabildiği kuşkuludur. Zira bu filmlerin kahramanları olan din adamları, ana akım filmlerdeki çıkarcı ve riyakâr din adamı tiplemesinin aksine kusursuz bir şekilde iyi ve doğru karakterler olarak resmedilirken “filme konu olan kişilikler ve olaylar, arkaik bir sinema dilinin içinden geçtiği için, ele alınan tarih bir fantazyaya dönüşür” ve “üretilen bu fantazyanın neredeyse ‘masalsılaşan dili’, duygulara ve gerçeklikle ilişkisi koparılmış bir ruh âlemine yönelmiştir”.[3] Dolayısıyla ana akım sinemada hayatın içinde olan çıkarcı din adamı, bu filmlerdeki iyi ama ütopik din adamına göre hâlâ daha güçlüdür. Yine de 1960’larda toplumsal gerçekçiliğin, 1970’lerde erotik sinemanın beyazperdeden uzaklaştırdığı geniş bir kitle için Hazretli filmlerin sinemada dinin ve din adamlarının temsiline dair bir arayışı ortaya koyduğu söylenebilir. Bu arayış daha sonra TGRT ve Kanal 7 ile televizyon ekranlarına kadar uzanacak kadar güçlüdür üstelik.

    Hazretli filmler sinema seyircisinin müspet din ve din adamı temsili beklentisini görünür kılmış olmasına rağmen, 1960 darbesi sonrasında çekilen filmler bu beklentinin tamamen zıddı temsillere yer verir. Yılanların Öcü’nde (1962) haksızlıklara direnmek, adaletsizlikleri düzeltmek yerine tevekkül etmeyi vaaz eyleyen pasif bir imam vardır. Şafak Bekçileri’nde (1963) halka “okuma yazma öğretilmeli, dar kafalı, cahil köy imamlarının elinden kurtarılmalı”dır. Orhan Aksoy yönetimindeki ikinci çevrimiyle Vurun Kahpeye, ilk filmdeki imam tiplemesini tekrarlar; Kuvâ-yı Milliye karşıtı, mal-mülk için vatanını satmaya hazır, çıkarcı ve yobaz bir imam portresi çizilir. Sinekli Bakkal’da (1967) yine yobaz, değişime kapalı, toplumsal ilerlemeden bihaber bir imam vardır. Gâvur İmam’ın (1967)[4] imamı ise tüm köyleri haraca bağlayan, evleri yakan, halka zulmeden bir eşkıya çetesinin lideridir.

    Bu durum 1970’lerde farklı boyutlar edinerek sürer. Türk sinemasında çok sık rastlanmayan bir örnekle 1973’te Vurun Kahpeye üçüncü kez sinemaya aktarılır örneğin. Halit Refiğ’in yönettiği bu versiyonda yine aynı kötücül imam tiplemesi yer alır. Film, toplumsal ilerlemenin karşısında kişisel hırslarıyla dikilen ve din kurumunu toplumun aleyhine kullanan bu imamın dinin doğru yorumunu temsil etmediğine dair vurgulara yer verse de imam vatan haini olarak ölecektir. Anadolu Kini’nde (1970) ise kız kardeşinin iffetini korumaya çalışan Ali’yi kafirlikle suçlayan dar kafalı bir imam tiplemesi görülür. Umut’ta (1970) yoksul halkı boş hayallerle oyalayıp ellerindeki üç kuruşa göz diken dolandırıcı bir imam vardır, Kibar Feyzo (1978) ve Şark Bülbülü’nde (1979) ağalık düzenine teşne olmuş, çıkarcı karikatürize din adamı tiplemeleri yer alır. Yozlaşmış bir sömürü düzeninin sürmesine destek olan şeyh ve hocalar paragöz, ikiyüzlü ve bencil karakterlerdir.  

    Bununla birlikte, mizahi üslup din adamı temsilinin çeşitlenmesine de kapı aralar. Aram Gülyüz’ün 1972 yılında çektiği Aynı Yolun Yolcusu filminde Sadri Alışık’ın canlandırdığı genç imam, Ali Şen’in hayat verdiği yaşlı imam karakterinden ayrışır. Mevcut ana akım imam temsilini karşılayan Cabbar’ın karşısına, çocuklarla top oynayan, balık tutan, değişen zamana ayak uyduran, gülmeyi seven, ismiyle müsemma “aydın” bir imam tiplemesi çıkartılır filmde. Müftü tarafından bizzat başimam olarak görevlendirilen Aydın, Arifpaşa Camii’ne “esaslı bir ıslah” için tayin edilmiştir.

    Aydın imam tiplemesinin bir örneği de Dar Geçit’te (1976) görülür. Filmin kötü karakterleri tarafından “halkı baştan çıkarmaya” çalıştığı iddia edilen imam, daha yaşlı ve göbekli olmadığı için görünüşü itibarıyla standart bir imama benzemeyen, sıra dışı biridir. Ada sakinlerini çalışmaya, bölgenin alt yapı sorunlarını çözerek, okul inşa ederek şartları iyileştirmeye teşvik eder, “Allah ibadet kadar çalışmayı da emretmiştir.” diyerek toplumsal ilerlemenin önünü açmaya çalışır. Askerden dönen Ahmet’in borcuna karşı toprağından vazgeçmeyip köyün ağasına direnişini konu edinen Yiğitlerin Türküsü’nde (1970) ise “tek mukaddesatı para” olan ağaya karşı köylüyü bir araya getiren, Ahmet’e yardım edip zulme direnmelerini öğütleyen bir imam vardır. Hatasız Kul Olmaz’da (1977) kocasını kaybettikten sonra hasta kızına bakmak için barlarda çalışmaya başlayan Cennet ve Orhan’ın aşkı konu edinilir. Cennet ile hasta kızına yardım etmeye başlayan Orhan bir süre sonra onunla evlenir ve köyüne yerleşir. Ancak Orhan’ın köyde kurduğu işin kendisine müşteri kaybettirdiğini düşünen Hikmet, köylünün aileyi dışlamasını sağlar. Bütün bu olup bitenlere aldırmadan tüm köyün dışladığı çifte kucak açan kişi caminin imamı olur. Tüm cemaat camiyi terk etse de Cuma namazını Orhan ve Cennet’le kılar, Cennet’i linç girişiminden kurtarır ve her fırsatta köylüyü sakinleştirmek için elinden geleni yapar.

    Çeşitlenen İmam İmgesi

    1970’ler Millî Sinema akımının ortaya çıkışıyla 1950’lerdeki gibi beyaz perdede dini temsilin arttığı bir dönemdir. Ancak bu artış din adamı tiplemelerini doğrudan etkilemez. Yücel Çakmaklı, Mesut Uçakan, Salih Diriklik, İsmail Güneş gibi yönetmenlerin katkı sağladığı akım büyük ölçüde Yeşilçam kalıplarına sadık kalarak hazırlanan filmlerle dinin gündelik hayattaki karşılığı üzerine kafa yorsa da, din adamı profilini dönemin “aydın imam” alternatifinin ötesine taşıyamaz. Erken Cumhuriyet Dönemi’nden beri demonize edilen geri kafalı, yobaz, riyakâr din adamı tiplemesinin karşısına 1970’ler itibarıyla çıkarılan “aydın imam” figürleri, dinin “modern” yüzünü görünür kılarak resmî ideolojinin sınırlarını belirlediği bir din ve din adamı temsiliyeti oluşturmak ister. Ana akım filmler arasında önemli bir yekûna ulaşmayan bu örnekler, millî sinema akımında da “gerçek İslam” konusunda açıklayıcı olma çabasının bir sonucu olarak benzer bir tiplemeye karşılık gelir. Öyle ki, akımın canlılığını çoktan yitirdiği 2005 yılında İsmail Güneş’in yönettiği The İmam filmindeki imamla, Aynı Yolun Yolcusu filmindeki imam tiplemeleri arasında paralellikler mevcuttur. Her ikisinde de dini önceki kuşakların abus yüzlü çehresinden kurtarmaya çalışan genç, şehirli, aydınlık fikirli imamlar vardır.

    1970’lerin sonlarından 2000’lerin başlarına kadar senaryosunda kayda değer bir şekilde imama veya herhangi bir din adamına yer veren film sayısı oldukça azdır. Şerif Mardin’in ünlü “Cumhuriyet’in öğretmeni Osmanlı’nın imamına yenildi.” tespitindeki mukayeseyi karşılayan Öğretmen Kemal (1981) filminde Cumhuriyet rejiminin ilkelerine bağlı bir öğretmen olan Kemal’le, görev yapmak üzere geldiği Karalar köyünde hocalık yapan Şerif arasında karşıtlık kurulur. Köye okul yaptırıp, tüm çocukları okutmak isteyen Kemal’i ancak hile ve iftirayla alt eden Şerif, tütün kaçakçılığı yapan, köyün ağasına yardakçılık yaparak kişisel hırslarını tatmin eden bencil biridir. Kemal’se Şerif ve onun temsil ettiği düşünceyle hesaplaşıp “kör taassubu” baltalarken aslında gerçek dinin üzerindeki “kara urba”yı yırtmaya çalışan bir 19. yüzyıl aydınlanmacısı gibidir.

    Üçkâğıtçı’da (1981) yağmayacak yağmur için köylüden elli bin lira alan “geri kafalı” bir sahtekâr şeyhle aydın bir diyanet imamı vardır. Ölen babasının mallarını satmak için Almanya’dan köyüne geri dönen Rıfkı’nın, mallarını ele geçirmeye çalışan akrabası Sabri’yle mücadelesini konu edinen filmde, dizlerindeki romatizma rahatsızlığı nedeniyle yağmurun ne zaman yağacağını iyi tahmin eden Rıfkı, köy halkının medet umduğu Arif Efendi adındaki şeyhi karikatürize bir tiplemeye dönüştürür. Sahte şeyhin alternatifi olarak yer verilen diyanet imamı ise saygı uyandıran, aklı başında, temiz yüzlü, şık giyimli biridir. Rıfkı’yı kendisine evliya muamelesi yapan köylüyü bu konuda manipüle etmek yerine işin aslını açıklayarak mantıklı davranmaya davet etmesi gerektiğine bu imam ikna eder.

    Yücel Çakmaklı’nın 1983 yılında TRT televizyonu için 4 bölümlük bir dizi olarak çektiği Küçük Ağa “millî mücadele saflarında çarpışan din adamı” portresiyle “aydın imam” tiplemesini kuvvetlendirir. Geç Osmanlı Dönemi’nden beri süren “Din terakkiye mani midir?” tartışmasına reddiyede bulunan açık fikirli din adamı tiplemesi, dinin modernleşmeyle çatışmadığını, aksine onu desteklediğini ispatlamaya çalışır. Keza 1990’lı yıllar boyunca İslamcılık modern bir ideolojik akım olarak siyasal ve toplumsal arenada ivme kazanırken, sinemada da yine Minyeli Abdullah (1989), Yalnız Değilsiniz (1990), Sonsuza Yürümek (1991), İskilipli Atif Hoca (1993), Garip Bir Koleksiyoncu (1994), Bize Nasıl Kıydınız? (1994), Ölümsüz Karanfiller (1995), Gülün Bittiği Yer (1999) gibi filmlerde din ve din adamı temsilinde ortak bir “aydınlık” vurgusu mevcuttur.

    Öte yandan, Bir Yudum Sevgi’nin (1984) imamlarından biri başkahramanın kötü giden evliliğini akıl sınırlarını zorlayan yöntemlerle “çözmeye” çalışan bir karakter iken diğeri komşunun karısına göz diken bir alçaktır. Neyse ki, 1990’lardan 2000’lere geçerken filizlenen dini ve dindarları anlama çabasının yansımaları zamanla din adamı ve imam tiplemesinin çeşitlenmesini sağlamış; hâlâ insani yönleriyle güçlü bir temsile kavuşamasa da, beyaz perdede din adamı ve imamların sırtına yüklenen kamburun bir kısmını üzerinden almıştır. 1990’lar, aynı zamanda, Yeni Türk Sinemasının ayak seslerinin duyulmaya başladığı, Nuri Bilge Ceylan Koza’sından (1995) çıkmaya hazırlanırken, Zeki Demirkubuz’un Üçüncü Sayfa (1999) haberleri üzerinden toplumun Masumiyet’ini (1997) sorgulamaya başladığı, Derviş Zaim’in Tabutta Rövaşata’yla (1996), Yeşim Ustaoğlu’nun Güneşe Yolculuk’la (1998) bu kervana katıldığı bir dönemdir. Bu yıllarda, ideolojik çekişmeler yerini “yaşam tarzı” ve “kamusal alan” tartışmalarına bırakmaya başlarken, sinema da makro anlatılardan bireysel arayışların, yalnızlığın, anlam krizinin vurgulandığı bir dile geçiş yapar. 1990’lar sineması bu geçiş sürecini teşkil ederken, sürecin asıl meyveleri 2000’lerin başında toplanır.

    Derviş Zaim’in ilk yönetmenlik denemesi olan Tabutta Rövaşata, 1990’larda Yeni Türk Sinemasında imam karakterine yer veren tek filmdir. Dönemin zorlu toplumsal iklimini İstanbul’da yaşayan evsiz bir adam olan Mahsun’un hüzünlü hikâyesine odaklanarak konu edinen filmde, imam karakteri sokakta yaşayan bir ayyaşın cenaze merasimi sırasında görünür. Merasimde cenazeyi uğurlamaya gelenler sadece mevtanın kendisi gibi bir avuç gariban arkadaşıdır. Merasimi yürüten genç imam görevini yürüttüğü sırada mevtanın arkadaşlarının mezarın üzerine şarap dökerek ona veda etmelerine sesini çıkarmaz. Ne 1930’lar, 40’lar boyunca beyaz perdeye hâkim olan bencil, riyakâr, kötücül imam ve din adamı tiplemesine, ne de sonraki yıllarda silik bir şekilde de olsa bu tiplemeye alternatif olarak ortaya çıkan “aydın imam”lara benzemeyen bu karakter, 2000’li yıllar boyunca farklı yönetmenler tarafından geliştirilecektir. Vizontele’nin (2000) kekeme imamından itibaren, imam karakterinin irili ufaklı rol aldığı 2000-2010 aralığındaki yapımlarda, beyazperdede imam temsili, genel anlamda, gündelik hayatın içinde sıradan bir karakter olarak hayat bulur.

    Bu filmler arasında The İmam (2005), Takva (2006), Adem’in Trenleri (2007), Hayatın Tuzu (2009), Uzak İhtimal (2009), Eşrefpaşalılar (2010) başrollerden birinde imam karakterine yer vererek diğerlerinden ayrılırlar. The İmam’da, imam-hatip mezunu bilgisayar mühendisi Emrullah, kanser tedavisi gören arkadaşının ricasıyla geçici bir süre için imamlık görevini yerine getirir. Şehir hayatında imam-hatip lisesi mezunu olduğunu arkadaşlarından gizleyen Emrullah, Ramazan ayı boyunca imamlık yaptığı köyde kendisiyle yüzleşme fırsatı bulur. Takva’da yalnız bir hayat süren derviş Muharrem’in şeyhi tarafından tekkenin mali işlerini takip etmekle görevlendirildikten sonra değişmeye başlayan hayatı konu edinilir. Yaşadığı sade hayatın içinden çıkmak zorunda kalan Muharrem’in nefsiyle mücadelesi sandığından çok daha zor geçecektir.  Adem’in Trenleri kendisini hamile bırakan eski sevgilisi tarafından terk edilen Hacer’le, ona ve küçük kızına sahip çıkan imam Hasan’ın yaşadıklarını konu edinir.[5] Hayatın Tuzu Bitlis’in tarihî camilerinden birinde imamlık yapan Şehsuvar ve ailesinin başından geçenlere odaklanır. Farklı mesleklerde çalışan kardeşleri Sırrı, Harun ve üniversiteye hazırlanan Meryem’in yanı sıra anneleri Medine’yle birlikte her bir ferdi yaşam mücadelesini alternatif biçimlerde sürdüren bir ailenin hikâyesini anlatır. Uzak İhtimal’de taşralı bir müezzin olan Musa’nın İstanbul’a tayiniyle taşındığı Tophane-Galata civarında yeni bir muhitle karşılaşması ve karşı komşusu rahibe adayı Clara’ya âşık olması konu edinilir. Eşrefpaşalılar’da ise kabadayıların hüküm sürdüğü bir mahallede görevlendirilen bir imamın yaşadıkları konu edilir.

    Görüleceği üzere bu filmlerde imam ve din adamı tiplemesi hayli sıradanlaşmış, düşmanlaştırma ve yüceltme ikileminden uzaklaşıp hayatın içine karışan, ahlaki ikilemlere düşen, dini yaşamının bir parçası kıldığı hâlde kimliğini bayraklaştırmayan karakterleri ifade eder. 2010 sonrasında yine beyazperdede imam ve din adamı profilinin değişimine tanık oluruz. Bu filmlerden New York’ta Beş Minare ve İftarlık Gazoz politik vurgusuyla ön plana çıkar. New York’ta Beş Minare, New York’ta ikamet eden ve terör örgütü kurma suçuyla aranan Müslüman bir din adamının masumiyetinin ortaya çıkışını konu edinirken İslamofobi, terörizm, kan davası, dinî yozlaşmaya dair birtakım toplumsal mesajlar verir. İftarlık Gazoz açlık grevine giren siyasi mahkûm Adem’in çocukluğunu konu edinirken, Ramazan, oruç, din, emek, nefis mücadelesi, haksızlıklara direnme gibi konuları birbirleriyle ilişkilendirerek politik bir anlatı kurar. Adem’in çocukluğunun geçtiği köyde cami ve imam sahnelerine sık yer verilirken, yaşlı imam sıradan bir köy imamı olarak tasvir edilir. Ayrıca açlık grevi nedeniyle ölen Adem’in cenazesinde mezarın üzerine gazoz dökülmesine, çocukluk aşkının gazoz kapaklarını mezara gömmesine ne cenaze merasimini yürüten imam, ne de emekliye ayrılan eski imam karşı çıkmaz.

    İtirazım Var’da başrolde camisinde işlenen bir cinayeti aydınlatmaya çalışan bir imam vardır. Sonu çocuk istismarına çıkan hikâye boyunca imam her türlü önyargının ötesinde bir hoşgörülülük, açık fikirlilik, anlayışlılık timsalidir. Kelebekler (2018) ve Nuh Tepesi (2019) filmlerinde bu açık fikirlilik dinî yaşayışa içerden eleştiri getirme, yobazlıktan ayrışarak dine akılcı yaklaşma şeklinde tezahür eder. “Aydın imam” tiplemesinin yeni sürümü canlandırılır bir bakıma. Kış Uykusu’nda üst sınıfa mensup, iyi eğitimli, entelektüel bir karakter olan Aydın’ın babasından kalan evde kiracı olan Hidayet ve ailesiyle ilişkisi üzerinden Cumhuriyet aydınlarının dinle kurdukları ilişki eleştirilir. 2020 yılında Netflix için hazırlanan 8 bölümlük Bir Başkadır dizisi de bu eleştiriyi tamamlayan bir yapımdır. Meryem adında başörtülü genç bir kadın karakterin başrolde olduğu dizide, Türkiye’nin son yıllarına damgasını vuran kimlik krizine bir çözüm aranırken, eşini kaybetmiş, kızıyla yaşayan bir imam rolüne de geniş bir yer ayrılır. Dizide, mahallelinin sorunlarıyla sabırla ilgilenen hoca, kendi kızının başını açmasına itiraz etmeyecek kadar anlayışlı biri olarak tasvir edilir.

    Diğer yandan, bu yazı sinema filmlerine odaklansa da, son yıllarda Yeşilçam’ın kültür birikimini devraldığı konusunda hemfikir olunan televizyon dizilerinde imam rolüne pek sık rastlanamayışının üzerinde düşünülmeye değer bir mesele olduğunu not etmek gerekir. 2000 sonrası sinemada din adamı ve imam temsilinin çeşitlenmesinin de tek başına bir anlam ifade etmediğini, dinle kurulan ya da kurulamayan her türlü ilişkinin din adamı ve imam tiplemelerine yansımaya devam ettiğini de hatırda tutmakta yarar var.

    [1] Bu yazıya değerli yorumlarıyla katkı sağlayan Murat Pay ve Serhat Aslaner’e teşekkür ederim. Yazıdaki kusurlar elbette yazara aittir.

    [2] Yalçın Lüleci, Hazretli Filmler Akımı: Yönetmenler, Filmler, Temalar” içinde, Medya ve Din Tartışmaları Sempozyum Bildirileri (2015), Haz. Mete Çamdereli, Nihal Kocabay Şener, Betül Önay Doğan, İstanbul: İstanbul Ticaret Üniversitesi, s. 166.

    [3] Lüleci, s. 168.

    [4] Bu film kaynaklarda İmamın Gazabı ve Efe’nin İntikamı adlarıyla da yer almaktadır.

    [5] 1987 yapımı Kurtar Beni filminde de benzer bir temayla başrolde bir imamın yer aldığını not edelim.