DİN VE DÜNYAYI EKLEMLEMEK

  • Sabah Ülkesi - Cover
  • Ismail Fajrie Alatas*

    18 Haziran 2012 gecesi Endonezya’nın Orta Cava eyaletinin başkenti Semarang’ın en büyük meydanında Mevlit Kandili kutlandı. Endonezya’nın en etkili çağdaş tasavvuf üstatlarından biri olan Habib Lutfi bin Yahya (doğumu 1947, Pekalongan, Orta Cava) ve Endonezya Kara Kuvvetleri Orta Cava Bölge Komutanlığı (KODAM) ortaklığıyla düzenlenen etkinlik, Semarang ve çevre illerden binlerce Müslüman’ı çekmenin yanında yaklaşık 5 bin ordu mensubunun katılımıyla gerçekleşti. Davetliler, etkinlik için kurulmuş devasa bir sahnenin önünde sessizce oturuyorlardı. Sahnede Habib Lutfi bin Yahya, KODAM komutanı, kıdemli Müslüman âlimler, hükümet yetkilileri ve yüksek rütbeli ordu mensupları vardı. Etkinlik, Habib Lutfi’nin on talebesi ve KODAM’dan on askerin çıkacağı bir yolculuğun başlangıcını ilan eden bir törenle sona erdi. Habib Lutfi, keramet sancakları adıyla tarif ettiği bayrakları vücuda getirmekle grubu mükellef kıldı. Mutasavvıf üstat ve KODAM komutanı kırmızı beyaz Endonezya bayrağını altıya bölüp grup üyelerine dağıttı. Habib Lutfi onlara Java’nın çeşitli bölgelerinde yer alan dokuz mübarek şahsiyetin türbelerini ziyaret etmelerini tembihledi ki bu velilerin sahabeler arasında yer aldıklarına inanılır. Her bir türbede bayraklar velilerin kabrinin yanı başına dikilecek ve tüm bir gece boyunca talebeler Kur’an’ı hatmedeceklerdir. Dokuz farklı türbede hatimler tamamlandıktan sonra grup bayrakları toplayacak ve Habib Lutfi ile KODAM komutanına teslim edecektir. Hem sahabelerin türbelerinde bulunmuş olmaları hem de ilahi kelamın dile getirilmesi sayesinde kutsanan bayraklar şimdi KODAM karargahında ve Habib Lutfi’nin zaviyesinde saklanıyor, devlet ve milletin kopyalanabilir simgeleri hâline gelmelerinin yanı sıra kutsal yadigarlar olarak da muamele görüyorlar.

    Habib Lutfi neredeyse 40 yıl boyunca Endonezya devletinin farklı unsurlarıyla ilişkiler tesis etmek adına faal hâlde çalıştı. Bu bağlantılar sayesinde çeşitli devlet büyüklerine —belediye başkanlarından hükümet yetkililerine, generallerden başkanlara— dinî danışmanlık yapma rolünü üstlendi. Karşılığında da onların desteğinden faydalandı, böylece cemaatini diri tutup genişletebildi. Habib Lutfi bu rolü icra ederken Müslüman cemaatler ve devlet arasında aracı gibi faaliyet gösteren İslam âlimlerinin uzun geleneğiyle özdeşleşir. Gerçekten de dünyanın çeşitli bölgelerinde örgütlenmiş İslam’ın tarihi devletle gerilimlere ve çatışmalara değil, aynı zamanda ittifaklara da sahne olmuştur. Fakat bu tür ilişkileri seküler siyasi ifadelerle açıklama eğilimi uzun zamandır sürüyor; buna da dinin siyasallaşması ya da siyaset safına çekilmesi diyorlar.

    Siyasallaşma genelde örgütlü dinin siyasi alana sızmaları olarak tasavvur edilen şeyi tasvir etmek için kullanılır; dinî açıdan daha sahih görülen inançtan, ritüelden ve dindarlıktan ayrışan “siyasallaşmış din” formlarının da bu şekilde ürediği düşünülür. Antropolog Charles Hirschkind’in de ifade ettiği üzere bu açıklayıcı paradigma, genel olarak dinî faaliyetler olarak gördüklerimiz de dâhil olmak üzere birçok kişisel faaliyet söz konusu olduğunda devlet gücünün nasıl zorunlu bir şart hâline gelmiş olduğunu göz ardı eder. Devleti ele geçirmek şöyle dursun, devletle karşılaşma isteğini bile bir an bile duymamış bir dindarlığın tohumlarını atmaya odaklanan en muhafazakâr dinî kurumlar bile modern devletin hukuki ve idari yapılarına birçok açıdan bağlı ve bağımlıdır ve bu nedenle siyasi alanlara yerleşirler.

    Diğer yandan, siyaset safına çekilme, örgütlü bir dinin daha güçlü olan devlet tarafından yutulmasına işaret eder. Böyle bir strateji genelde devlet büyüklerince izlenir, amacı da halk ve bölgeler üzerinde denetimi sürdürmenin zorluklarını hafifletmektir, yerel yetkililere yetki verebilir, bu yetkililer arasında dinî liderler de vardır, böylece hami-müşteri ilişki kümeleri doğar. Bu açıklayıcı paradigma, yönetim teknolojileri vasıtasıyla cemaatlerin siyasi açıdan aşırı belirlenmelerini yeniden teyit eder ve böyle bir yönetim stratejisine maruz kalanların konumunu niteleyebilen muğlaklıkları değersizleştirir. Devlet mantığını önceler ve devlet gündeminden farklı olabilecek ya da seküler politikalara indirgenemeyecek nedenlerden dolayı devletle çalışan dinî liderlerin ve cemaatlerin faaliyetini önemsiz gösterir.

    Siyasileşme ve siyaset safına çekilme ile ilgili temel sorun, her iki açıklayıcı paradigmanın da din ile dünya arasındaki, siyaset ve din arasındaki, devlet ve toplum arasındaki aşırı basit ve katı ayrımlardan hareket etmesidir. Siyasileşme din ve siyaset arasındaki mümkün bağlara dair her türlü ciddi analizi meneder; siyaset safına çekilme ise birçok toplumsal ilişkide üretilen devletin çoklu-değerli [polyvalent] ve çelişkili yapısına dair keşiflere engel olur. Bu iki analiz çıkmazının üstesinden gelmek için basite indirgenmiş bir devlet kavrayışından ve özüne indirgenmiş bir din kavramından ziyade hem devleti hem dini dünyada ve günlük yaşamda değişken toplumsal gerçeklikler olarak tekrar tekrar üreten muhtemel ve gerçekçi ilişkilerden hareket eden bir yaklaşım benimsemek gerekir. Böyle bir yaklaşım hem devleti hem dini unsurlarına ayırır; devleti ve dinî cemaatleri meydana getiren farklı yetkililer arasındaki dalgalı ilişkileri açığa çıkararak tutarlıklarını dengesizleştirir, ki anlamlar ve ajandalar da zaten bu ilişkiler nedeniyle belirsizlik içinde üretilir ve bir araya getirilir.

    Toplumsal İslam Dünyası

    2011 yılının ortasında İslami dinî otoritenin oluşumunu araştırmak için Pekalongan şehrine gittim. Endonezya’nın en etkili tasavvuf üstadının memleketi olduğundan Pekalongan araştırma için biçilmiş kaftandı. Cava’nın kuzey sahillerinin birçok kent ve kasabasında olduğu gibi şehrin sakinlerinin çoğu bizim genelde geleneksel Müslüman diye tarif ettiğimiz kişiliğe uyuyordu. Endonezya’da bu tarif genellikle dinî konularda bağımsız bir muhakemeye başvuran değil de çağdaş ve geçmiş âlimlerin öğrettiklerini izleyen ve tasavvuf tarikatlarının mensupları olmasa da tasavvufun önemini kavramış ve mevlit, ziyaret ve sohbet gibi kamusal dinî ritüellere meraklı kişilere işaret eder. Eş’arî itikadına ve Şâfiî mezhebine tabidirler; gerçi her iki ekol de belirli temel çerçeveleri paylaşsa dahi bazen çatışan birçok ilmî görüşü içerecek kadar engindir. Genel hatlarıyla söyleyecek olursak geleneksel Müslümanlar, 60 milyondan fazla mensubu olduğu söylenen ve hem Endonezya’nın hem de dünyanın en büyük İslami topluluğu olan Nahdlatul Ulama (NU) ile ya resmen bağlantılı ya da ona eğilimlidir. Buna karşın modernist Müslümanlar genelde yerleşik ilim geleneklerini pas geçerler ve modern gelişmeler ışığında rasyonel yorumlamaları kullanarak Kur’an ve hadisi referans alırlar. Kur’an ve hadiste geçmeyen mevlit gibi uygulamaları ise bidat sayma eğilimindedirler.

    İki yıldan fazla bir süre boyunca siyasi-toplumsal belirsizlikler ortasında Habib Lutfi’nin cemaatini bir arada tutmak ve genişletmek için ne kadar azimli çalıştığını gördüm. Bu sürekli çalışma sayesinde zamanla Endonezya’nın önde gelen Müslüman âlimlerinden biri olmuş ve ön plandaki siyasi kişilikler de ona kayıtsız kalmamıştır. 2000 yılından beri Nahdlatul Ulama’nın tasavvuf tarikatları derneğinin başkanı; ve otoritesini daha da güçlendirmek için bu konumundan istifade ediyor. Zamanla benim dikkatimi çeken şey, Habib Lutfi’nin cemaatini devam ettirmek ve genişletmek adına verdiği sürekli çabanın çok rekabetçi bir zeminde geçtiği oldu. Ulusal çaptaki şöhretine rağmen kendisi sadece birçok geleneksel Müslüman âlimden biri ve Pekalongan’daki dinî cemaatleri eğitmeyi faal hâlde sürdürüyor. Bu cemaatlerden bazıları birkaç nesildir devam ediyor ama Habib Lutfi’ninki de dâhil olmak üzere diğerleri daha yakın zamanda vücuda gelmiş. Bu Müslüman âlimler farklı hususlarda ayrışan ilmî görüşlere sahip ve farklı tarikatlara mensup olsalar (tabii mensuplarsa) bile benzer dinî yönelimlere sahipler, aynı itikat ve mezheplere tabiler, talim için çoğu zaman benzer metinleri kullanıyorlar ve Nahdlatul Ulama ile bağlantılılar.

    Aynı temel çerçeveleri paylaşan bu taraflar arasındaki yorum çatışması tabii ki İslam’ı yaşayan bir gelenek mahiyetinde tesis eden dinamik bir unsurdur. Bununla birlikte bu âlimler sadece kendi aralarındaki ilmî tartışmalarla yetinmezler; aynı zamanda vaaz vermede, kurumların inşasında ve yorumlarına tabi olan talebelerin kültürünü oluşturmada da etkin bir rol oynarlar. Bu Müslüman âlimler, dinî vazifelerini yerine getirirken daha fazla talebe kazanmak için kendi aralarında nezaketle çekişirler. Aynı esnada, cemaatlerine hizmet etme ve onlara mukabele etme hususunda ellerindeki imkânları da çok iyi kullanmak zorundalar ki yoksa onları kaybetme riskiyle karşı karşıya kalırlar. Habib Lutfi’nin cemaatini vücuda getiren geleneksel Müslümanlar, kendi doktrinlerine sadakatlerine halel vermeden bu cemaatten ayrılma ve benzer yönelimdeki diğer cemaatlere katılma kararını her zaman verebilirler. Hatta bazıları, ortak bir dinî ifade biçimi paylaşsa da yorumlama ya da başka bir sebepten dolayı ters düşen geleneksel âlimlerin liderlik ettiği farklı cemaatlere faal biçimde katılabilir. Demek ki kıyaslanabilir İslami öğretiler sunan geleneksel Müslüman âlimler, modernistler gibi kendi geleneklerinin dışında addettikleri kişilere karşı birlikte çalışabilseler de cemaatlerini genişletmek ve ilmî yorumlarını yaymak istiyorlarsa takipçilerini artırmak için birbirleriyle mücadele etmeliler.

    Pekalongan’ın geleneksel âlimleri ve cemaatleri, yorum anlaşmazlıkları dışında, siyasi kamplara da bölünmüş durumdalar. Yeni Düzen dönemi (1966-1998) boyunca, sadece üç siyasi partinin varlığına izin verildiği bir dönemde, bunların çoğu İslam yönelimli Birleşik Kalkınma Partisi’ne (PPP) üye oldu. Yeni Düzen döneminin sonunda 48 yeni parti kuruldu, bunlar arasında Millî Uyanış Partisi (PKB) de vardı, partinin kurucusu ve müstakbel başkanı geleneksel bir Müslüman âlim olan Abdurrahman Vahit (ölümü 2009) idi. PKB’nin ortaya çıkışıyla birlikte geleneksel Müslüman âlimler ve takipçileri bölündüler, ne de olsa önceden hep birlikte PPP’yi destekledikleri için belirli bir ölçüde birlik oluşturuyorlardı. PPP’ye sadık kalan âlimler, yeni partiye katılan meslektaşlarına açıktan saldırmaya başladılar, tabii kendileri de aynı saldırının muhatabı oldular. Hatta geleneksel Müslüman takipçilerini diğer partiyle bağlantılı âlimlerin liderlik ettiği dinî cemaatlere katılmaktan men ettiler.

    Bu nedenle, toplumsal İslam dünyası hem yorumlama hem ekonomi hem de siyasetten kaynaklanan uçarı mikro etkileşimler ve çatışmalardan müteşekkildir. Âlimler ve cemaatleri dinî bir ortam oluştursalar da faaliyetleri siyasi alandan bağımsız değildir, çünkü devletin kısıtlamalarına tabi olurlar ve bazen devlet kurumlarıyla rekabete girebilirler. Gerçekten de en çok dikkatimi çeken şey devlet yetkililerinin genelde dinî alan addedilen alana durmadan dâhil olmalarıydı. Farklı devlet yetkilileri rakip Müslüman liderlerle ve cemaatleriyle ittifak kuruyorlardı ve takip ettikleri programların siyasi mi dinî mi olduğu kolay ayırt edilmiyordu. Bu devlet yetkilileri bazı Müslüman liderleri ve dinî yorumlarını teşvik ederken diğerlerini dışlıyorlardı. Bir dinî yönelimi ya da kişisel bir geçmişi paylaşmak bir devlet yetkilisinin belirli dinî liderlerle birlikte çalışma kararını açıklayabilir, ancak başka nedenler de aynı şekilde karşıt dinî yönelimlere sahip olanları yakınlaştırabilir. Bu tarz ilişkilenmeler devlet yetkililerini Müslüman liderler arasındaki çekişmelere dâhil etti, belirli bir yerdeki farklı devlet yetkilileri arasında süregiden çatışmaları da açığa çıkardı.

    Devletle kurulan ittifaklar istikrarlı olmuyor, çünkü devlet yetkililerinin makamları belirli periyotlarla değişiyor. Habib Lutfi bir ordu komutanıyla, bir belediye başkanıyla veya yerel bir yetkiliyle iyi ilişkilere sahip olabilir ama aynı makama sonradan gelen kişiyle bu dostane ilişkileri devam ettiremeyebilir. Bazı meseleler hususunda bir devlet yetkilisiyle kolayca çatışmaya girebilir, çünkü seçim politikaları kronik bir sorun. Dönem kısıtlamaları nedeniyle Endonezya’da seçilmiş siyasetçilerin çoğu dinî liderlere nispetle daha az istikrarlı bir programa sahip olabiliyorlar. Ayrıca, seçilmiş yetkililer ve dinî liderler farklı kitlelere hitap ediyorlar. Bunun sonucunda her iki taraf da kendi konumlarını güçlendirmek ve aynı zamanda ayırt etmek için birbirlerine bel bağlamak zorunda kalıyorlar. Birçok dinî cemaat birbirleriyle rekabet ve mücadele hâlinde oldukları için birçok devlet yetkilisi araçsal bakımdan daha avantajlı olduğuna hükmedilen başka Müslüman liderlere bel bağlıyor veya onların siyasi ve ahlaki ajandalarıyla aynı doğrultuda ilerliyorlar. Bu etken birçok siyasi-dinî bağ üretiyor, bu bağların her biri de farklı devlet yetkilileri ve Müslüman âlimler arasındaki iş birliğinden doğuyor, tabii bu kişiler birbirlerini engelleme ve birbirlerine müdahale etme kudretine de sahipler.

    Din ve Dünyayı Eklemlemek

    Bu çalışma alanının bir semeresi olan What is Religious Authority? Cultivating Islamic Communities in Indonesia [Dinî Otorite Nedir? Endonezya’da İslami Cemaatlerin İşletilmesi] (Princeton University Press, 2021) başlıklı kitabımda devlet yetkililerini/kurumları ve dinî liderleri/cemaatleri birbirine bağlayan muhtemel çeşitli siyasi-dinî bağlar hakkında düşünmek için eklemleme işi [articulatory labor] kavramını önerdim. Anlam ve programın yer değiştirmesine, iç içe geçmesine ve dağılmasına imkân veren düğümlerin inşası, eklemleme işinin merkezinde yer alır. Eklemleme işi ile düşünmek söylem, malzeme ve ritüel düğümlerinin inşasında dinî liderlerin ve devlet yetkililerinin rolünü vurgular, ki bu düğümler vasıtasıyla dinî ve dünyevi ya da seküler siyasi anlamlar ve programlar her ne kadar geçici bir hâlde olsa da ortak yaşam düzeninde çakışırlar. Bu yaklaşım, sabitlik yerine, din ve siyaset arasındaki, din ve dünya arasındaki katı sanılan ayrımın fiilî akışkanlığını ortaya çıkarır. Örneğin, askerlerin ve tasavvuf talebelerinin sahabe kabirlerinde icra ettiği dinî ritüeller vasıtasıyla ülke bayraklarının kutsanması bir eklemleme işidir, bayrakları düğümlere dönüştürür, burada dinî ve seküler siyasi anlamlar ve amaçlar çakışır, sadece devletin, ulusun ve seküler dünyanın değil, aynı zamanda kutsalın da maddi misalleri olarak bir anlam dâhilinde algılanmalarına imkân sunar.

    Eklemleme işi ile düşünmek hem devlet iktidarını hem de dinî otoriteyi aynı anda üreten ve devletin dinî liderleri güçlendirmesine ve dinin de devleti yetkilendirmesine imkân sunan maddi, etkin ve icracı unsurlar hususunda daha ayrıntılı bir perspektif açar. Bu demek değil ki devlet çöküşte ve aygıtları çalışmıyor ve bu nedenle devlete bağlı olmayan bünyelerle çalışmak zorunda. Aksine, devletin hâkimiyeti ve kudretinin çoklu-değerli ve bazen de çelişkili olduğunu, bu sebeple tek bir mantığa indirgenemeyeceğini bilmek anlamına gelir. Ayrıca, eklemleme işine odaklanmak dinî otorite hususunda Weber’in baskın “karizma” ve “rutinleşme” kavramlarının açtığı perspektiflere nispetle daha muhtemel perspektiflerin kapısını açar. Dinî otoriteyi hem din hem de dünya tarafından tesis edilen ve aynı zamanda riske atılan istikrarsız bir oluşum hâlinde öne sürerek bunu yapar. Dinî otorite, çelişen idealleri ve arzuları bünyesinde tutabilen yetkililer ve kurumlardan müteşekkil, farklı toplumsal alanların ötesine geçen hareketli ağlar ve ilişkisellikler tarafından hem oluşturulur hem de riske atılır.

    Ben bu kitapta Habib Lutfi’nin Endonezyalı farklı devlet görevlileriyle ilişkilerini inceledim; mutasavvıf üstadın devletle ittifaklar kurmasına ve dinî otoritenin altyapısı olarak devleti kullanmasına çeşitli eklemleme işlerinin nasıl imkân sunduğunu gösterdim. Bu ilişkiler sayesinde Habib Lutfi dinî ritüeller düzenleyebildi, o esnada da —hem de çoğu zaman rakip Müslüman liderleri hiçe sayarak— İslam yorumunu gittikçe genişleyen bir kitleye aktardı ve cemaati namına büyük adımlar atmak için devlet gücünü başka kanallara aktardı. Bu ilişkiler devlet yetkililerinin ve kurumlarının varlıklarını devam ettirmek, belirli iktidar biçimlerini icra etmek ve belirli hedeflere ulaşmak için Müslüman cemaatlerle çalışma zorunluluğu sebebiyle mümkün oldu. Ancak, belirli Müslüman liderlerle çalışıp diğerleriyle çalışmayan devlet yetkilileri, farklı İslami dinî otoriteler arasındaki yorum çatışmalarının ve cemaat rekabetlerinin tuzağına düştüler. Farklı devlet yetkilileri muhtelif programlar peşinde olan rakip Müslüman âlimlerle çalışıyorlar, bu da diğer devlet görevlileri ve Müslüman âlimlerle rekabete yol açıyor. Devlet yetkilileri, cemaatlerden bağımsız kalmak şöyle dursun, İslam’ın dinamik ve çatışmalı toplumsal dünyasında etkin katılımcılar olarak varlıklarını sürdürüyorlar. Bu vakalar din ve dünya arasındaki, din ve seküler siyaset arasındaki ayrımı istikrarsızlaştırır; bunun yanında, devlet ve toplumu ayıran hatların ideolojik gerçekliklerine rağmen tecrübe edildiğinde nasıl bulanıklaştığını ve analiz edildiğinde nasıl verimsizleştiğini gösterir.

    Siyaset ve dini birbirine bağlayan siyasi-dinî bağlar aynı zamanda dinî otoriteyi ve devlet iktidarını da üretir. Devlet yetkilileriyle ittifaklar Habib Lutfi gibi dinî liderlere yeni alanlara nüfuz etme fırsatı sunar, daha fazla takipçi çekme imkânı verir, diğer Müslüman liderlere meydan okuma, belirli bir dinî yorumu güçlendirme, özel sektör de dâhil olmak üzere başkalarının namına kudretli müdahalelerde bulunma izni verir. Bu ilişkiler sayesinde devlet dinî bir otorite altında yeniden üretiliyor, farklı oluşumlara içkin hâle getiriliyor, bu oluşumların içinde dinî ritüeller ve kutsal alanlar da var, böylece ideolojik devlet imgesi her şeyi kapsayan bir varlık olarak güçlendiriliyor. Habib Lutfi’nin sergilediği davranış kalıbı kendine has değil, dünyanın çeşitli yerlerindeki Müslüman dinî liderlerle pek çok benzerlik gösteriyor. Endonezya’nın geleneksel Müslümanları arasında bile âlimlerin yerel devlet yetkilileriyle, özel sektörle ve büyük sanayi sahipleriyle yakın ilişkilere sahip olduğu birçok durum var, amaçları da cemaatlerini idame ettirip büyütmek ve otoritelerini genişletmek.

    Bununla birlikte, bu ilişkileri sadece seküler siyaset bağlamında açıklamaya yönelik eskilerden gelen bir eğilim var, buna da İslam’ın siyasallaşması ya da siyaset safına çekilmesi diyorlar. Her iki açıklayıcı paradigma da bir tarafta siyasi ve dinî anlamlar, faaliyetler ve amaçlar ile diğer tarafta devlet ve toplum arasında keskin ayrımlar varsayıyor. Avrupa’da seküler kamusal alanın gelişimi analizine benzer biçimde farklı karşıt kısımlardan oluşmuş bir manzara hayal ediyorlar, ki Avrupa’da devlet ve dinî cemaatler kazancın kayba eşit olduğu iktidar savaşları verdi, her iki tarafın da karşılıklı iş birliği ve ideolojik eşsizliklerinin yeniden üretimi çerçevesinde birbirinden faydalandıkları daima değişen bir sahnede birlikte var olmayı hiç düşünmediler. Bu tarz açıklayıcı paradigmalar devletin çoklu-değerli yapısına ilişkin ciddi keşifleri engeller; çünkü devlet din ve seküler siyaset arasındaki çeşitli çakışmaları içerebilecek birçok toplumsal ilişki vasıtasıyla yeniden üretilir. Siyasallaşma ya da siyaset safına çekilme mantığı dışında, eklemleme işi kavramı böyle siyasi-dinî bağları üreten muhtemel ilişkileri yakalamamıza yardımcı olur. Bu kavram sayesinde İslam ve devlet araştırmalarında kıyıda köşede kaldığına inanılan dünyanın ve günlük yaşamın açıklığı, muğlaklığı ve istikrarsızlığı ön plana çıkar.

    Din ve Dünyadan Eklemlenmiş Alanlar Dünyasına

    Eklemleme ile düşünme sayesinde bir tarafta dünyanın açıklığı ve istikrarsızlığı ile diğer tarafta çeşitli toplumsal alanları (din, ekonomi, kültür, siyaset ve bilim de buna dâhil) —ki bu alanların hiçbiri kendi başına temel bir alan değildir— bağlayan ittifak ve ilişki oluşumlarının meydana getirdiği devamlı ve çok-yönlü istikrar süreçleri arasındaki gerilimler ön plana çıkar. Eklemleme işi kavramı hususunda önemli olan şey, bir alanın diğerine üstünlüğünü reddetmesidir, devamlı değişen sorunlar karşısında çeşitli toplumsal söylem oluşumlarının veya kurumsal çerçevelerin içinde yetişen toplumsal aktörler olarak insanların yürüttüğü muhtemel müzakereleri merkeze almasıdır. İdeolojik bakımdan çoğunlukla ayrı sahalar olarak tasavvur edilen alanlar esasında muhtelif eklemleme işleri nedeniyle birbiriyle bağlantılıdır. Aslında ister dostane ister hasmane olsun bu birbirine bağlı olma sebebiyle bu alanlar birbirinden anlamlı biçimde farklılaşır. Bu sebeple, bu eklemlemelerin nasıl oluştuğu, nasıl devam ettiği ve anlamlı biçimlerde nasıl algılandığı, değiştiklerinde ya da çöktüklerinde ne olduğu, din ve dünya arasındaki ilişkinin ayrıntılı incelenmesi adına mühim sorulardır.

     

    *New York Üniversitesi Orta Doğu ve İslam Araştırmaları Merkezi’nde öğretim üyesi ve Journal of the Royal Asiatic Society adlı derginin yardımcı editörü. What is Religious Authority? Cultivating Islamic Communities in Indonesia (Princeton, 2021) kitabının yazarı.