MESNEVİ VE GÜLİSTAN TÜRK KLASİKLERİ MİDİR?

  • Sabah Ülkesi - Cover
  • Turgay Şafak

     

    Klasik kelimesinin sözlüklerde yer alan tanımlarından yola çıkarsak bir eseri klasik olarak tanımlayabilmek için bazı özelliklere sahip olması gerektiği sonucuna varırız. Klasik öncelikle kendi türünde en yüksek seviyede olan, ikincisi kendi türünde en güzel örnek kabul edilen ve son olarak üzerinden uzun zaman geçmiş olmasına rağmen değerini kaybetmeyen eserlerdir. Öte yandan eskiden beri uygulanagelen kurallara ya da sisteme uygunluk anlamında da kullanılmaktadır. Bizim burada üzerinde duracağımız anlamı kendi türünde en yüksek seviyede olan, kendi türünde en güzel örnek kabul edilen ve üzerinden uzun zaman geçmiş olmasına rağmen değerini kaybetmeyen eserler olarak tanımı verilen klasiktir.

    Ahmet Cevizci’nin Felsefe Sözlüğü’nde ise klasik için yedi tanım yapılmıştır. Buna göre Latincede, toplumun en yüksek katmanını meydana getiren zengin, seçkin ve soylu kimseler için kullanılan clasicus terimi, kapsamı genişletilerek başka alanlara da uygulandığında en genel anlamı içinde, yüksek ve kalıcı bir değere sahip olan yapıt, tarz, yaklaşım, görüş, bilim için kullanılan sıfattır. Bu sıfat emsallerine nazaran otoriter nitelik taşıyan, sürekli bir değere sahip ürün için de kullanılır. Cevizci’ye göre klasik antik Yunan ve Latin kültürüne ait olan, Yunan ve Latin kültürünün ayrılmaz bir parçasını meydana getiren değer, eser veya yaklaşımı tanımlamaya yarar, yine aynı yazara göre klasik sıfat olarak modern Avrupa kültüründe 15 ile 17. asırlar arasında, güzel sanatların, sanatçıların ve onların bu çağın ön plana çıkardığı estetik nitelikleri taşıyan ve Yunan ve Roma dönemi estetiğinin tercihlerini yansıtan eserleri için, barok ve romantik terimlerine karşıt olarak kullanılan bir kavramdır. Ayrıca modern, yeni, ikinci derecede önem taşıyan bir şeyin tersine, köklü bir geleneği olan yapılar ve eserler için de kullanılmaktadır. Cevizci son olarak klasik için şu tanımı yapmıştır: “Kendi türünde temele alınarak, kaynak gösterilebilecek kadar önemli, ünlü ve değerli olan yaklaşım, yazar veya eser için kullanılır.”

    Bir eseri klasik yapan, geleneği sürdürmesi ve otoriter bir metin olarak alana, topluma yön vermesi, geniş kitlelere ulaşmasıdır. Ancak burada geniş kitlelere ulaşma ifadesinden kısa sürede parlayan, yaygınlaşan ve herkesin diline pelesenk olan, ancak kısa süre sonra unutulup giden eserler kastedilmemektir. Bir eserin klasik olabilmesinin en önemli göstergesi asırlar geçmiş olmasına rağmen hâlâ güncelliğini koruması, sürekli okunması ve yorumlanabilmesidir.

    Yukarıdaki tanımlara dikkat edilecek olursa Batı için klasik eserler Yunan ve Latin kültürüne ait olan eserleri imlemektedir. Yani Fransız, Alman, İngiliz aydınları Yunan ve Latin klasikleri aynı derecede sahiplenmekte olup kendisinin farklı bir kültür dünyasının dışında olduğunu düşünmemektedir. Batı dünyasında her okur yazarın evinde, şahsi kütüphanesinde bu klasikler yer alır, bu klasikleri okumanın aydın olmanın bir gereği olduğunu düşünür. Aslında Fransız, Alman, İngiliz edebiyatının kökeni Yunan-Latin edebiyatına dayanmaktadır. Bu düşünceden yola çıkarak Türk edebiyatının neşvünema bulduğu özellikle Türk edebiyatının alışveriş içinde olduğu Arapça ve Farsça olarak kaleme alınmış eserler Türk edebiyatının klasikleri olarak ele alınması gerektiğini düşünüyoruz.

    Bu bağlamda Türk kültür ve zihniyetinin şekillenmesinde çok etkili olan iki eserin Türk edebiyatına ve kültürüne etkisini ele alarak Farsça veya Arapça olarak telif edilmiş olsalar dahi “Türk klasikleri” olarak adlandırılmaları gerektiğini ortaya koyacağız. Bunlar sırasıyla Mevlânâ’nın (ö. 672/1273) Mesnevi’si, Sa’dî-yi Şirazî’nin (ö. 691/1292) Gülistan’ı. Bu iki eser Osmanlı coğrafyasında medresede, tekkede, camide, şehirlerde, köylerde sürekli okunmuş, tercüme ve şerhler yazılmış veya bu eserlerden etkilenerek başka eserler kaleme alınmıştır.

     

    Türk Klasiği Olarak Mesnevî ve Gülistan

    Mevlânâ Celâleddin Rumî’nin Konya’da Farsça kaleme aldığı Mesnevi tasavvufi içeriği ve tahkiye tekniği ile İslam kültürünün en önemli eserlerinden biridir. Mesnevi yazıldığı günden itibaren çevresindeki insanları hakikate davet etmiş, Mevleviliğin teşekkülünden itibaren Mevlevi tarikatı mensuplarının el kitabı olarak kabul edilmiştir. Osmanlı-Türk kültür sahasının bir unsuru olarak neşet etmiş olan Mevleviliğin temel kitaplarından en mühimi olan Mesnevi yazıldığı günden itibaren merakla okunmuş, müntehablar yapılmış, kısmi veya tam tercüme ve şerhleri yapılmıştır. Mesnevi’den bazı hikâyeler Mevlânâ’nın vefatından henüz kırk yıl geçmeden Gülşehrî (ö. 717/1317’den sonra) tarafından tercüme edilerek Felekname ve Mantıku’t-tayr adlı tercümelerinde kullanılmıştır. Dede Ömer Rûşenî (ö. 892/1487) Mesnevi’nin ilk 18 beytini tercüme ve kısmi şerh etmiştir. 17 yüzyılda Mehmed Nazmi Efendi Mesnevi’nin ilk cildini nazmen tercüme etmiştir. Mesnevi’nin ilk 18 beyti veya bazı beyitler için yazılmış pek çok şerh vardır.  18. asırda Süleyman Nahifî tarafından yapılan manzum tercüme Mesnevi’nin ilk tam manzum tercümedir. Mehmed Şakir Efendi 1835’te tercüme ederek II. Mahmud’a sunmuştur. Mesnevi’yi kısmen tercüme eden isimler arasında Süleyman Hayri Bey, Yenişehirli Avni Bey, İbnü’s-Seyyid Galib, Kara Şemsi Dede, Fazlullah Rahimi ve Yenişehirli Hasan Nazif Dede sayılabilir. Cumhuriyet sonrası dönemde de Mesnevi’den Hikâyeler veya Mesnevi’den Seçmeler başlığıyla birçok tercüme veya derleme yapılmıştır. Ayrıca aruz ve hece vezinleri kullanılarak manzum tercümeler de yapılmıştır. Tercümeler dışında metnin mesajının daha açık anlaşılabilmesi amacıyla birçok şerh telif edilmiştir. 15. asırdan itibaren muhtasar ve kâmil şerhler yazılmaya başlanmıştır. Türkçe ilk tam şerh Şem’i’nin şerhi olup el yazmasının muhtelif kütüphanelerdeki sayısı yaygınlığını göstermektedir. Ankaravî şerhi adıyla meşhur olan İsmail Rusuhi Ankaravî’nin şerhi en popüler ve muteber şerhlerden biri olup daha sonra Arapçaya da tercüme edilmiştir. Şifaî Mehmed Dede (17. Yy.), Şeyh Murad Buhari (19. yy.), Ahmed Avni Konuk (20. yy.), Tahirü’l Mevlevi (20.yy), Muhlis Koner (20.yy), Abdülbaki Gölpınarlı (20.yy) ve Hüseyin Top (1933- ) tarafından mesnevi kâmilen tercüme edilmiştir. Türkiye’deki muhtelif kütüphanelerde Mesnevi ve şerhlerine ait nüshaların sayısı incelendiğinde Mesnevi’nin yaygınlığı görülecektir. Mesnevi Osmanlı tarihi boyunca hem Mevlevihanelerde hem diğer dergâh ve tekkelerde hem de cami ve evlerde okunagelmiştir. Bugün çalışmalar akademi dünyasında devam etmekte ve muhtelif mahfillerde Mesnevi okumaları sürmektedir.

    Osmanlı coğrafyasında Mesnevi’den sonra en yaygın okunan Farsça eserlerden bir diğeri Şeyh Sa’di-yi Şirazî’nin Gülistan adlı eserdir. Gülistan içinde manzum bölümlerinde yer aldığı mensur bir eser olup 1258 yılında telif edilmiştir. Gülistan münacat, naat, sebeb-i telif bölümlerinin ardından padişahların ahlakı, dervişlerin ahlakı, kanaatin fazileti, susmanın faydaları, aşk ve gençlik, zayıflık ve ihtiyarlık, terbiye ve sohbet adabı başlıklarını taşıyan sekiz bölümden oluşmaktadır. Gülistan’da mevzu edilen konuları Sa’dî bir kısmı kendi tecrübelerinden, bir kısmı okuduklarından, gezip gördüklerinden zihninde kalan hikâye ve anektodları akıcı bir üslupla anlatır. Gülistan yazıldığı tarihten sonra asırlar içinde ünü Türkistan’dan Balkanlara kadar geniş bir coğrafyaya yayılmıştır. Bu eser 20. asrın başlarına kadar hem Osmanlı coğrafyasında hem de diğer İslam beldelerinde zevkle okunmuştur. Birçok Osmanlı şairi Farsça öğrenirken Gülistan’la hemhâl olmuş, Gülistan’ın edebî zevkini tatmıştır. Şair biyografilerine bakıldığında Gülistan okumak veya okutmaya özellikle vurgu yapıldığı görülür.   Gülistan ilk kez 1391 yılında Seyf-i Sarayî tarafından Kıpçak Türkçesine tercüme edilmiştir. İsbicabî 1397 senesinde Çağatay Türkçesine tercüme etmiştir. Osmanlı döneminde ise Mahmud b. Kâdı-yı Manyas, Şâhidî İbrahim Dede, Şem’î, Sûdî, Ayşî Mehmed Efendi, Hevâî-yi Bosnevî, Şeyhülislam Esad Efendi, Hasan Rıza Efendi, Babadağî İbrahim Efendi, Ahmed Sâib İzzet ve Mehmed Said tarafından Türkçeye tercüme edilmiştir. Gülistan popülerliğini cumhuriyet döneminde de sürdürmüş olup Niğdeli Hakkı Eroğlu, Kilisli Rifat, Hikmet İlaydın, Yakub Necefzade, Cemal Aydın, Ahmet Metin Şahin, Hicabi Kırlangıç, Adnan Karaismailoğlu, Mehmet Kanar ve son yıllarda farklı pek çok mütercim tarafından tercüme edilmeye devam edilmiştir.  Tercümeler bir yana bazı müellifler Gülistan’a nazireler yazmışlar, Gülistan benzeri eserler telif etmeye çalışmışlardır.

    Sonuç

    Sonuç itibariyle klasik eserler etkisi, yaygınlığı, kendi türünün en meşhur ve en sevilen ve kendi alanında otoriter metinler olmaları sebebiyle klasik olarak kabul edilmektedir. Bu eserler yeniden üretilmiş, tercüme edilerek toplumun çeşitli katmanlarına yayılmış, nazireler yazılarak benzerleri ve taklitleri üretilmiştir.

    Yazının girişinde klasiği şöyle tanımlamıştım: Klasik öncelikle kendi türünde en yüksek seviyede olan, ikincisi kendi türünde en güzel örnek kabul edilen ve son olarak üzerinden uzun zaman geçmiş olmasına rağmen değerini kaybetmeyen eserlerdir. Mesnevi ve Gülistan’ı bu ölçüte göre değerlendirecek olursak bu iki eserin klasik olarak kabul edileceği neticesine varırız. Ayrıca Türk edebiyatındaki etkisi, yayılımı ve asırlar boyunca okunması ve gerek tercüme ve şerh yoluyla gerek taklitlerle yeniden üretilmeleri sebebiyle Türk Klasikleri arasında kabul edebiliriz.