KLASİKLERİN ÜÇ DEVRİ

  • Sabah Ülkesi - Cover
  • Mehmet Erken*

    Klasik eserlere dair temel vurgu içerik, literatür içindeki konum, anlatım gibi yazara ve metne dair olsa da toplumsal koşular, tarihsel olaylar ve maddi şartların da klasikleri klasik yapmakta hatırı sayılır bir yeri olduğunu görürüz. Bir metnin yazarın elinden çıktıktan sonraki hayatı, daha sonra karşılaştığı zorluklar, aştığı merhaleler ya da daha genel ifade ile metne etki eden dış şartlar da eserleri klasik yapan unsurlardır. 18. yüzyıl sonu-19. yüzyıl başında yazılan Tuhfe-i Vehbî, Risâle-i Hâlidiyye, Râmûzü’l-Ehâdîs ve Marifetnâme gibi eserlerin niteliklerinin yanında matbaanın Osmanlı topraklarına girişi ile paralel bir dönemde meşhur olmaları ve matbaada basılmaları yaygınlıklarında önemli bir etken olmuştur.

    Bu yazıda son iki yüz yılda “Türk-İslam Klasikleri”nin hayatını etkileyen üç dönemeci ele alacağım. Bu üç dönemeç de diğer tüm sosyal, iktisadi ve entelektüel şartlar kadar metinlerin ya da “önemli metinlerin” ne olduklarını ve nasıl anlaşılacaklarını etkilediler. Bunlar sırası ile yayıncılığın gelişimi, alfabe değişimi ve dijital devrimdir. Bu üç başlıktan alfabe değişimi, beraberindeki diğer politik yaptırımların da etkisi ile en keskin dönüşümdür. Yayıncılığın gelişimi ve dijital devrim ise başlangıcı ve sonuçları kesin olarak çizilemeyen; kendileri dışındaki sosyal, iktisadi ve siyasi sebeplerden soyutlamaya imkân vermeyen niteliktedir.

    Yayın Dünyası ve Editörlerin Klasikleri

    İslam dünyası ve matbaa ikilisinin ilişkisine dair yüz yılı aşkın süredir devam eden bir tartışma mevcut. Konu hakkındaki ilk değerlendirmeler, Avrupa’nın matbaa sayesinde ilerlemesi ve İslam dünyasının matbaasızlık sebebiyle geri kalmışlığına odaklanıyordu. Bu görüş akademik anlamda ciddi eleştiriler alıp sarsılmış olsa da yine de varlığını koruyor. Akademi dışında ise neredeyse şüphesiz bir gerçek olarak kabul ediliyor. Elle çalışan basit bir makineye büyük toplumsal, ekonomik ve düşünsel değişimlerin manivelası görevi yüklemek, tanımlanmamış farkların müsebbibi görmek pek makul durmuyor. Yine de muhayyel etkilerini bir kenara bırakıp matbaa makinesinin kullanımı ile beraber birinci dereceden ilişkili olduğu dünyanın değişimini dikkate aldığımızda Müteferrika Matbaası’ndan bir asır sonra kitapların üretiminin ve kitap dünyasının yeni bir yörüngeye girdiği görülmektedir. İslam dünyasında matbaanın belirgin etkisi en temelde hoca, talebe, müstensih gibi belirli birkaç aktörün etkileşimi ile üretilen bir meta olan kitabın; matbaa sonrasında geniş bir organizasyonun son ürünü olmaya evrilmesidir.

    Matbaanın kullanımının yaygınlaşması ile beraber daha önce kitapların üretiminde hiç yer almayan musahhih, editör, yayınevi sahibi, matbaa sahibi, kitapçılar hatta devlet gibi aktörler kitaplar üzerinde çok daha fazla etkin olmaya başlamıştır. Kitabın içeriği ile hiçbir ilişkisi olmayan bu aktörlerin kitapların kaderini değiştirmesi, kitap tarihi için yeni bir olgu olduğu gibi, kitapların içeriklerini de zaman içinde deforme etmiştir. Bunun yanında kitapların matbu üretimleri maddi bir altyapı gerektirmekte; dolayısıyla bir kitabın basılması satış beklentisi ya da finansal destek ile mümkün olmaktadır. Bu durum bir kitabın basılması noktasında kitapları kontrol eden idari mercileri, kitapları yayınlayan editör, kitapları finanse eden hayır/para sahipleri ya da halkın talep ve beklentilerini, kitapların içeriklerinden daha önemli hâle getirmiştir.

    1. yüzyılda yaygınlaşmaya başlayan matbaacılık ile paralel gelişen tartışma gündemlerinden bir tanesi de nelerin basılmaya değer olduğudur. Örneğin Takvimhâne-i Âmire Nezâreti faydalı kitapların basılmasına öncelik etmesinin yanında satılmayacak kitapların basılmasını da yasaklamıştır.[i] Kitapların satış miktarları, basımı noktasında önemli değerlendirme kalemlerinden bir tanesi olsa da tercih sebepleri değişebilmektedir. Evliya Çelebi’nin Seyahatnâme’sinin matbuattaki serüveni bu noktada ilginç bir örnektir. Seyahatnâme, yazmalarının çokluğundan da anlaşılacağı gibi popüler bir eserdir. Eserin Avrupa dillerine ilk tercümesi 19. yüzyıl başında Alman şarkiyatçı Hammer tarafından yapılmış ve bu sayede eserin popülaritesi tekrardan artmıştır. Osmanlı’da ise matbu olarak önce bazı bölümlerinden seçkiler yayınlanmış, sonrasında kitabın tam metninin basımı başlamış fakat bu basım yasaklanmıştır. II. Meşrutiyet döneminde yeniden basılan eser Latin harflerine geçtikten sonra sadeleştirilerek, faksimile olarak ve nihayet tahkikli hâliyle neşredilmiştir.[ii]

    Bu noktada Ahmed Shamsy, yayınevlerine çalışan hoca/âlim/editörlerin yaşadıkları dönemde klasik addedilen muteber eserleri tartışmaya açarak bunlara yenilerini eklediklerini, “unutulmuş, kaybolmuş, arka plana atılmış eserleri” tekrar gün yüzüne çıkardıklarını söylemektedir.[iii] Matbaa dünyasında reformist editörlerin bu çabası, 20. yüzyıl ile 19. yüzyıl klasiklerini birbirinden ayırmıştır.

    Ulus Devlet ve Devletin Klasikleri

    Türk-Osmanlı klasiklerine dair algıyı ve bu eserlerin hayatiyetini derinden değiştiren olayların başında ise 1928 yılında Arap alfabesinden Latin alfabesine geçiş gelmektedir. Osmanlıca ile ilgili tartışmaların uzun bir tarihi olsa da bu değişiklik çok hızlı bir şekilde gerçekleştirilmiş ve mevcut yazın dünyasının akıbeti süreç içinde netleşmiştir. Bu maksatla yapılan en önemli çalışma da 1939 yılında düzenlenen 1. Neşriyat Kongresi’dir. Kongreye devlet kurumları yanında üniversitelerden ve yayıncılardan temsilciler katılmış ve yayın dünyasının durumunu tartışmışlardır. Bu kongre için İstanbul Üniversitesi, Ankara DTCF, Tercüme İşleri Komisyonu, Türk Tarih Kurumu ve Türk Dil Kurumu mensupları tercüme edilmesi yararlı olacak Batı ve Türk-İslam klasiklerine dair listeler hazırlamışlardır.[iv] Bu listelerde yer alan batı klasiklerinin bir kısmını Hasan Âli Yücel klasikleri olarak biliyoruz. Hasan Âli Yücel Klasikleri ve ilişkili tercümelerin Batı klasiklerini daha fazla Türk-İslam klasiklerini ise eser miktarda içerdiği de malum. Bu listelere “1939 yılında iyi yetişmiş bir okur neleri klasik olarak görürdü?” sorusuna cevap aramak için baktığımızda Batı dünyasının eserlerine çoklukla aşina olduğumuz fakat Türk-İslam klasiklerinin bizim için çok uzaklarda kaldığı fark edilecektir. Listede Tarih-i Yakubî, Kitab’ul Mesâlik ve’l Memâlik, Esrarnâme, Mecmua-i Devanîn, Mesihî Divanı gibi bugüne kadar hâlâ yayınlanmamış kitaplar vardır. Problem, 100 sene önce vazgeçilmez görünen metinlerin bugün bize hiçbir şey söylememesi midir? Aramıza mesafeler girmesi midir? Onların klasik olduklarını bilerek yetişmemiş olmamız mıdır? Her bir soruya ayrıca cevap verilebilir, tartışılabilir. Fakat şurası kesin ki harf devrimi, bir milleti bir gecede cahil yapmasa da keskin bir değişim momenti olmuştur.

    Cumhuriyetin kuruluşu sonrası dindar toplum ile seküler devlet geriliminde, devletin belirli İslami kişi, kurum ve eserleri makbul kabul edip diğerlerini yok sayması karşısında ancak 1960 sonrasında yükselişe geçen İslami yayıncılar, belirli bir programdan ziyade kişilerin bireysel gayretleri ile kimi “klasikleri” Türkçeye kazandırmıştır. 1960’lardan itibaren Bedir Yayınevi’nin yayınladığı İhyâ, Bostan, Gülistan; Ahmet Muhtar Büyükçınar riyasetinde tercüme edilen Muvatta gibi eserler bunlardan bazılarıdır. Bu nedenle Türk-İslam klasikleri Osmanlıca, Arapça, Farsça gibi dilleri bilen hocaların anlattığı veya aktardığı kadarıyla bilinmeye başlanmıştır. Özellikle edebiyat alanında dil bilen hocaların tanımladıkları kanonlar uzun yıllar bu alanın tartışmalarında belirleyici olmuştur. Günil Ayaydın-Cebe 19. yüzyıl için sayısal verilere dayanarak yaptığı analizde, edebiyat tarihi kitaplarında vurgulanan eserler dışında pek çok meşhur ve popüler eser olduğunu fakat bunların modern çalışmalarda zikredilmemesi nedeniyle bilinmediğini vurgulamaktadır.[v] Dilin ayrıştırıcılığı özellikle edebiyat alanında Osmanlıca ile yetişen hocaların ve edebiyat tarihçilerinin yön verdikleri bir klasikler evreni meydana getirmiştir. Yakın dönemde artan çalışmalar edebiyat tarihi alanının kurucu metinlerinin yanlılığı ve eksikliklerine vurgu yapmaktadır.[vi] Neticede devletin çizdiği sınırların doğrudan ve dolaylı etkisi ile, hazırlanan okuma listelerinden yayın programlarına kadar nelerin önemli, nelerin önemsiz olduğunun belirlenmesi, bugün artık eleştirilerin hedefi olsa da yıkılması güç bir yapı da inşa etmiştir.

    Dijital Çağın Klasikleri

    Son yirmi yılda internetin ve dijitalleşmenin yaygınlaşması ile beraber erişimi rahatlayan kütüphane katalogları ve ardından “büyük sayısallaştırma çalışmaları” sayesinde pek çok eski eserin gün yüzüne çıkarıldığına şahit oluyoruz. Türkiye’de bu trende siyasi konjonktürün değişmesi de eklenince her gün, saklanmış, üstü örtülmüş, unutulmuş geçmişin parçaları gün yüzüne çıkıyor. Dijitalleşmenin zamanı ve mekânı yararak farklı kütüphaneler ve eserler arasında müşterek bir zemin oluşturması, eserlerin nitelikleri ve yaygınlıklarını anlamak noktasında da yeni ufuklar açmaya başladı. Bunun yanında kaygan zeminde tutunacak tutarlı bir geçmiş arayan (üretmeye çalışan) farklı farklı insanların gayretleri, neyin klasik olduğu, neyin bir zaman klasik olmuş olduğu, nelerin yeniden klasikleşeceği, nelerin klasik diye addedilmemesi gerektiğine dair bir tartışmanın da etrafında dolaşıyor.

    Dijitalleşmenin birinci etkisinin, kitaplar, eserler ve kişiler etrafında oluşan haleyi dağıtmak olduğunu söyleyebiliriz. Bu durum kulaktan kulağa oyununda olduğu gibi eserlerden kişilere, kişilerden eserlere yüzyıllar boyu geçen çoğu doğru fakat kimisi yanlış nakillerin büyüsünü bozup esas kaynakların, gerçek hâlleri ile ortaya konulmasını sağlıyor. Bu nedenle, pek çok eserin asıl hâllerini görme imkânı bulduğumuz gibi etrafında büyük bir dünya oluşan, her zamanda ve mekânda farklı hâller alan, yüzyıllarca insanların muhayyilelerini şekillendiren Hz. Ali Cenkleri, Leyla ile Mecnun, Kerem ile Aslı gibi hikâyeler artık gündemimizde değil. Bunun yerine 500 yıl önce çok okunmuş ama bugün adını bile bilmediğimiz bir kitap çıkıyor, “aslında zamanında çok meşhurdu ama unutturuldu/unutuldu” denilerek neşredilebiliyor. Bu eserlerin gerçekten unutulmuş klasikler mi yoksa icat edilmiş klasikler mi olduğunu ise ancak zaman gösterecek.

    Sonuç

    Kitaplar ve klasikler son iki yüzyılda zorlu süreçlerin içinden geçti. Her devir kendi önemli eserlerini yarattı, kimisi geçmişe düşman oldu kimisi geçmişi yeniden değerlendirdi. Ele aldığım üç dönem de kitaplara etki eden müstakil etiklerin yanında çok yönlü değişim süreçleridir ve üçünün de ortak özelliği neyin klasik olarak anlaşılması gerektiğinin yeniden gündeme geldiği dönemler olmasıdır. Bugün klasik eserlere dair çok fazla şey duymamızın bir sebebi, dijital bir devrimin içinde yaşıyor olmamız ve bu dijital devrimin çok yönlü yapısıdır. Kitaplar açısından tüm üretim ilişkilerinin tamamıyla değiştiği,[vii] bilginin mahiyeti ve erişim yollarının da yeniden düzenlendiği bu dönem aynı zamanda siyasal ve toplumsal bir yenilenme özelliği de taşıyor. Diğer bir ifade ile 500 yıllık Gutenberg çağı yerini dijital çağa bırakırken, tek kutuplu dünya sistemi pandemi sonrasıyla beraber yeni bir yöne evrilirken klasik olarak bildiğimiz eserler de yeniden değerlendiriliyor.

    Bir yandan dijital dünyanın akışkan yapısı, doğruyu yanlıştan, ehemmi mühimden ayrıştırmayı zorlaştırırken diğer yandan, bilge kişi ya da klasik eserlerin de önemi artıyor. Belki tüm bu eserler, eskisinden farklı algılanıyor ama zaten klasik eser en temelde bu demek olsa gerek; her devirde yeniden değerlendirilebilen ve her devirde okuruna yeni bir şey söyleyen eser.

    *Dr. İstanbul Üniversitesi.

     

    [i] Ayşe Başaran, The Ottoman Printing Enterprise: Legalization, Agency and Networks, 1831-1863 (İstanbul: Boğaziçi Üniversitesi, Doktora, 2019).

    [ii] Uğur Demi̇r, “Yasaklanan ve Sansürlenen Bir Kitabın Macerası: Evliyâ Çelebi Seyâhatnâmesi’nin İlk Baskıları”, Osmanlı Araştırmaları 46/46 (10 Ağustos 2015), 193-212. Nuran Tezcan, “Seyahatnâme”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, 2009.

    [iii] Ahmed el-Shamsy, İslam Klasiklerini Yeniden Keşfetmek – Editörler ve Matbaa Kültürü Bir Entelektüel Geleneği Nasıl Dönüştürdü, çev. Ayşe Mutlu Özgür, 2023.

    [iv] Birinci Türk Neşriyat Kongresi 1-5 Mayıs 1939: Raporlar, Teklifler, Müzakere Zabıtları (Ankara: Edebiyat Derneği Yayınları, 1997), 276-334.

    [v] Günil Özlem Ayaydın Cebe, 19. Yüzyılda Osmanlı Toplumu ve Basılı Türkçe Edebiyat: Etkileşimler, Değişimler, Çeşitlilik (Ankara: Bilkent Üniversitesi Ekonomi ve Sosyal Bilimler Enstitüsü, Doktora, 2009).

    [vi] Ayaydın Cebe, 19. Yüzyılda Osmanlı Toplumu ve Basılı Türkçe Edebiyat: Etkileşimler, Değişimler, Çeşitlilik.

    [vii] John B. Thompson, Book Wars: The Digital Revolution in Publishing (Cambridge Medford (Mass.): Polity, 2021).