Modern İslami Sanatlar Var mı?
Marina Alin
Google’da “Modern İslam Sanatı” diye bir arama yapıldığında ortaya çok ilginç sonuçlar çıkıyor. Modern sanat müzelerinden birisi, bünyesinde bulunan İslam sanatı koleksiyonu hakkında şöyle diyor: Ortadoğulu sanatçılar “İslam sanatına dair pek fazla yeni icatta bulunmuyorlar, onu başka bir amaç için kullanmak üzere değiştiriyorlar; böylece İslami sanat açıkça, himaye ve işlevselliğin kısıtlamalarından özgürleşmiş bir kişisel ifade aracı oluyor.” Bu ifade gösteriyor ki, günümüzde [modern] İslam sanatının mahiyetine dair bir kavrayış bulunmuyor. İslam sanatı ve düşüncesi o kadar uzunca bir süre sessiz kalmıştır ki sanat camiası İslam sanatına nasıl yaklaşacağını artık bilememekte ve onun için, Batı sanatı için kullandığı terminolojiyi kullanmaktadır.
Peki, İslam sanatının, “himaye ve işlevselliğin kısıtlamalarından özgürleşirken” hâlâ İslami kaldığı düşünülebilir mi? O aynı anda hem “bir kişisel ifade aracı” hem de İslami sanat olabilir mi? İşte bu sorulara cevap bulma çabası bu yazının konusunu oluşturuyor. Önerdiğim bütün cevapların isabetli olduğunu iddia etmiyorum; daha ziyade, okuyucuyu bu güncel meseleyi tartışmaya davet ediyorum.
Modern sanat, sanatçıların dünya görüşlerindeki değişikliklerin bir sonucu olarak Avrupa resim geleneğinden doğmuştur. Yeni olan her şeye açık olmak İslam sanatının ve tabii Müslüman sanatçının zihninin daimi bir özelliğidir. İslam sanatındaki yeniliklere baktığımızda Müslüman sanatçıların geleneğe bağlılıklarını koparmadıklarını görürüz, bunun sebebi muhtemelen, Batı’daki sanatçıların dünya görüşlerindeki değişiklerle hiçbir ilişkilerinin olmamış olmasıdır.
Britannica ansiklopedisine göre, “modern sanat” 20. ve 21. yüzyıllar ile 19. yüzyıl geç döneminin sanatıdır. Modern sanat, modernlik anlayışı bilhassa değişen toplumsal, iktisadi ve düşünsel koşullarla daha uyumlu bir sanat yaratma çabasında olan, geleneği, tarihseli ya da teorik biçimleri ve kuralları reddetme eğilimi barındıran geniş bir dizi akım, kuram ve yaklaşımı kapsar. Bu yazının amacı doğrultusunda “modern sanat” ile günümüz sanatçıları tarafından icra edilen “çağdaş sanat” arasındaki farka değinmek istiyorum.
Batı’daki herhangi bir sanat akımı gibi modern sanat da sanatçının zihnindeki birtakım değişimler sonucu doğmuştur. Modern sanat akımındaki temel yeniliğin, herhangi bir sınır ve kısıtlamanın olmaması olduğu görülür. Mevcut resim geleneğine biçimsel bir karşı duruş olarak başlayan modern sanat, (zamanla) “deney uğruna deney” fikrinin ve kişisel ifadenin mutlaklığı hâline gelmiştir. Etrafımızdaki dünyayı idrak etme yöntemi olarak deney arzusu, Batılı sanatçılar için daima bir itici güç olmuştur. En sıra dışı sanatçılar aynı zamanda büyük deneycilerdir ve bu sadece modern sanat çağında değil, her çağda böyledir. Bu akımın başlangıcında modern sanatçı için deney, yeni bir dünya görüşüyle geri dönmek için gerçeklikten kaçışın bir yoluydu. 20. yüzyılın sonunda ve 21. yüzyılda sanatta deney gerçeklikten kaçınmanın bir aracı olmuştu.
İslam sanatının gerçekliği ele alışı her zaman Batı sanatınınkinden farklı olmuştur. Gerçeklik İslam sanatçısı açısından bir yük veya kısıtlama olmamış, dolayısıyla onu sanatında bu şekilde ifade etmemiştir. İslam sanatı, dinden resmen ayrılan ve bir bilim olan Batı felsefesinin değil, İslam felsefesinin bir yansımasıdır.
Oleg Grabar’ın Formation of Islamic Art (İslam Sanatının Oluşumu) kitabında ortaya koyduğu üzere, İslam sanatı “dışsal şeklî, ikonografik veya işlevsel özelliklerinden ziyade… iç yaratıcı gaye”si dolayısıyla sanatın herhangi başka bir türünden ayırt edilebilir. İslam sanatı açısından bu “iç yaratıcı gaye” bir diğer tanınmış İslam sanatı araştırmacısının, Tatiana Starodub’un, The Islamic World (İslam Dünyası) kitabında yer alan şu ifadesiyle özetlenebilir: “İslam sanatçısının yaratıcılığı Tanrı’ya doğrudur, insana değil.” Sanatçı, egosundan vazgeçer, “kendi usulünce” Tanrı’yı taklit eder, evrensel ve ilahî güzelliği iletmede bir aracı olarak hareket eder. İslam sanatı geleneksel sanattır; işlevsel, bilimsel, sembolik ve en önemlisi de insanüstü kökenlere sahiptir.
Tanrı’nın yaratışından ilham alan sanatçı, her şeyden önce doğası gereği mükemmel güzelliği ifade eder (cemal-i ekmel). Sanat eserinin işlevselliği, güzelliğin bir boyutudur. İşlevsel sanat eserleri şekil ve özün, görünen güzelliğin (cemal-i zahir) ve iç veya görünmeyen güzelliğin (cemal-i batın) birliğini sergiler. Ahenk, dünyanın düzeni ve güzellik kanununun birinci prensibi olarak değerlendirilir.
Geleneksel sanat da uygulamalı/pratik bir bilim olarak görülür. Grabar’a göre, bir sanat eserinin düşünsel/entelektüel konumunu yansıtan şey, İslami tezyinatın, örneğin, “görünen ve öz” arasındaki ilişkiye dair temel sorular sorması olgusudur. Grabar, İslam düşüncesinin iki özelliğinin İslam sanatı tarafından aksettirildiğini gösterir. Bunlardan birisi lilah al-baqi (beka Allah’a mahsustur) ibaresiyle anlatılmaktadır ve “İnsanın hiçbir yaratması fiziksel gerçekliği yansıtamaz çünkü yalnızca Allah bir şeyi baki kılabilir.” anlamına gelir. Diğeri ise İslam düşüncesinin geliştirdiği eski helenistik atomculuk fikridir. Bu düşünceye göre, “Eşya, eşit birimlerin değişik kombinasyonlarıyla oluşmuş ve farklılaşmıştır.”
Birinci ilke, İslam sanatında ve diğer geleneksel sanatlarda, motiflerin niçin sembolik ve stilize olduğunu açıklar. Gizli bir düzenin yansıması olarak İslam sanatının motif ve temaları, bunların anlamını bilenler tarafından bir mesaj gibi okunabilir. Atomculuk düşüncesi yalnızca madde düzeninin esasını göstermez. Belli bir birimin tekrarlanması, aynı zamanda İslam sanatındaki geometrik ve biyomorfik [dirimbiçimsel] tezyinat yaratısı için de aslidir. Tezyinat yapımı, bir desen oluşturmak için yansıtma, döndürme ya da kaydırma yoluyla bir birimin çizilmesiyle başlar.
İslam sanatının doğası ve sanatçının rolü, Khaled Azzam’ın The Doors of the Kingdom of Saudi Arabia isimli kitabının girişinde uygun bir şekilde tasvir edilmiştir: “Sanatların Müslümanın hayatındaki merkezî rolü, sanatkârın, işinde ve cemiyet hayatında oynadığı role dair tutumundan kaynaklanır. Örneğin Müslüman mimar, İslam’a ve ilahî iradeye teslimiyeti dolayısıyla Tanrı’nın en yüce yaratıcı olduğunu kabul eder. Böylelikle, mimar ve onu kuşatan mekân arasındaki ilişki küstahlığa değil, derin bir saygıya dayanır. Müslüman kendisini tabiatın hamisi olarak görür ve fizikî mekâna bir iz bırakmak istediğinde bu, tevazu ile olmalıdır, varlığın doğal düzenine meydan okuma duygusuyla değil. İslam vahyinin iptidai doğası insan ve tabiat arasındaki bu ahengi vurgular…”
Geleneksel olmak demode olmak demek değildir. Tarihte, İslam sanatı gerek teknik gerekse malzeme ve motif anlamında yenilikleri sıcak karşılamıştır. Ticari ilişkiler, askeri seferler ve sanatçı göçleri sayesinde yenilikler yayılmıştır. İslam İspanya’dan Endonezya’ya geniş bir coğrafyada yayıldıkça yerel geleneksel sanatçılar yoluyla İslam sanatına yeni motifler girmiştir. Bunlar İslam sanatçıları tarafından birebir kopyalanmış değildir, ancak uyarlanmış, dönüştürülmüş ve artık kökenleri tespit edilemeyecek derecede değiştirilmiştir. Dahası, İslam sanatına ait eserlerin tümü Müslüman sanatçılar tarafından yapılmamıştır. Müslüman yöneticiler kendi topraklarından yaşayan Yahudi, Hristiyan, Zerdüşt, Budist ve Hindu cemaatlere karşı hoşgörülü davranmışlar, bu nedenle gayri Müslimler tarafından Müslüman hamiler için pek çok sanat eseri ortaya konmuştur.
Farklı farklı yenilikler, süslü dış dekorasyonuyla, iç karmaşık çizimlerle, gelişmiş teknik ve fevkalade düzeydeki sanatkârlığıyla bugün bildiğimiz İslam sanatını oluşturmuştur. Üst kültürden talep olmasaydı bu mümkün olabilir miydi? Genelde kültürlü insanlar olan hamiler İslam sanatının teşekkül etmesinde hayati bir rol oynamışlardı. Pek çok yöneticininse, belli bir zaman ve bölgeye özgü tarzlar geliştirdikleri kendi sanatçı ve zanaatkâr atölyeleri vardı.
Yöneticilerin himayesi soylular, soylularınki de tüccarlar tarafından örnek alınıyordu. Hanedanınkileri taklit eden eserler yapması için zanaatkârlar tutuluyor ve tasarımlar yayılıyordu. Günlük kullanım için yüksek kaliteli, güzel mallara karşı toplumda bir talep vardı. Bu tür mallara olan ihtiyaç, K. K. Aziz’in The Meaning of Islamic Art (İslam Sanatının Anlamı) isimli kitabında söylediği gibi ancak yüksek kültürden insanların varlığıyla açıklanabilir: “[Kültür insanı] İslam uygarlığını en iyi şekilde temsil ediyordu. Duyarlılığı çok gelişmişti. Estetik değerlerini, kısmen atalarından tevarüs etmiş, kısmen de çevresi aracılığıyla geliştirmişti… Mevcut güzelliğin çeşitliliği ve zenginliği ona güçlü bir ayırt etme yetisi kazandırmıştı. Genel bir zevk ve erdemi kendi nefsinde birleştirmişti.”
İşte sanatçı ve haminin her ikisinin de zihinlerinin yeni şeylere açık oluşu, ilgileri ve deneylemeyi kabul edişleri İslam sanatında yeniliği mümkün kılmıştır. Ancak gerçek İslam sanatı geleneğin dışında asla var olmamıştır. İslam sanatı geleneksel bir sanat olarak teşekkül etmiştir ve gelenekselden başka bir şey olamaz.
Peki artık İslam sanatında yenilik mümkün müdür? Tarihte yenilikler yeni motif ve temalara, yeni teknik ve malzemelere temas ile ortaya çıkmıştır. Sanatı hâlâ İslami olarak değerlendirebilmek için yeni motif ve temaların bir çeşit yüzeysel işlem olarak kullanılması gerekmektedir; aynı zamanda, evrensel oran ve simetri ilkelerine dayanması ve bunlara göre stilize edilmesi de gerekmektedir. Kaçarlar dönemi İran’ında Avrupa tarzı portre yapma yeniliği daha çok bir gelenekten kopuş örneği sunmaktadır ve İslam sanatına bir katkı olarak görülemez. Heykel ya da enstalasyon (installation) gibi İslam sanatı için yeni olan sanatsal ifade türleri İslam sanatının parçası olarak addedilemez, zira bunlar İslam sanatının yukarıda çizilen tabiatıyla çelişir.
İslam sanatçıları yeni teknikleri her zaman hoş karşılamışlardır. Genellikle, kendi çağlarının en güncel tekniklerini kullanmışlardır. Şayet yeni teknik, üretilen sanat eserinin kalitesini düşürmüyor ve sanatçı için kolaylık sağlıyorsa İslam sanatının ondan istifade etmesi ihtimali yüksektir. Bu nedenle, mesela elle kesmek yerine ahşap işleme makinesi ya da yumurta akı yerine yapıştırıcı gibi yeni teknikleri yahut yenilikleri kullanmak, sanatçının zaman ve enerjiden tasarruf etmesini ve böylece dikkatini, eserlerin tasarım ve kalitesine daha fazla hasretmesini sağlayabilir.
İslami sanat eserlerinin üretiminde yeni malzemeler kullanılıyor, fakat motifler geleneksel kalıyorsa, büyük ihtimalle İslami tasarımdan bahsediyoruz demektir. Gerçek İslam sanatı her daim işlevsel olmuştur; o temel olarak bir zanaattır. İster dinî, isterse kamu için olsun, onun her zaman belli bir işlevi olmuştur. Ancak gerçek İslami eserler, sanatçının onlara kattığı sevgi ve tutku ile yapılmıştır. “İslami sanat eseri” yerine “İslami tasarım” ifadesini kullanmak, ürünün günümüz malzemeleriyle ve bazen fabrikasyon usulle üretildiğini, ancak İslam sanatı geleneği doğrultusunda tasarlandığını gösterir.
Öyle görülüyor ki İslam sanatı uzun bir süredir gerileme içinde. Sanatçıların, İslam sanatı için, Batı sanatı deneyimleri gibi, aynı gelişim modelini yeniden üretmeye çalıştıklarını görüyoruz. Bu bir İslam kültür mirası bilgisi ve izzet-i nefs eksikliği mi, yoksa bu düşüşte hayati rol oynayan Batı kültürüne duyulan bir hayranlık mı var? Yahut belki de bu, sanatçı ve sanat hamileri arasında kültür insanlarının olmayışı ya da gerçekten güzel sanat eserleriyle tasarımları diğerlerinden ayırt etme yeteneksizliğidir.
Günümüzde geleneksel İslam sanatı icra eden sanatçılara çağdaş İslam sanatçıları diyebiliriz. “Modern İslam sanatı” ibaresi bana anlamsız geliyor. Deneyin lehine geleneği terketmiş olan bir sanatın özelliği olan modern sanat, yalnızca Müslüman sanatçıların icra ettiği sanattan değil, geleneksel sanata atıfta bulunan İslam sanatından da farklıdır. Ayrıca İslami sıfatı, sanatla birlikte kullanıldığında İslam inancını ve İslami dünya görüşünü temsil eder. İslam sanatçısı, modern Batı sanatçısı gibi, gerçekliğin yansımasından ve kendini ifadeden rahatsızlık duymaz. İslam sanatı “kişisel ifade aracı” olamaz, böyle olduğunda ise artık İslami olmaz.