11. Asra Ait Bir Dinler Tarihçiliği Örneği: Biruni’nin Gözünden Hint Dinleri
Salime Leyla Gürkan
İslam âleminin yetiştirdiği en büyük bilgin, bütün zamanların en büyük bilginlerinden biri, evrensel deha, ilk Hindolog… Bu sıfatlar uluslararası akademyada Biruni’ye atfedilen sıfatlardır. Ebu Reyhan Muhammed b. Ahmed el-Biruni künyesiyle bilinen bu büyük âlim, 973 yılında, bugünkü Özbekistan sınırları içinde bulunan Harizm’de doğmuş; tahminen, son kitabını yazdığı 1050 yılından kısa bir süre sonra, bugünkü Afganistan sınırları içinde yer alan Gazne’de vefat etmiştir.
Biruni, çocuk yaşlarından itibaren Harizm’in yöneticisi konumundaki Irak ailesinin himayesine girmiş ve ilk eğitimini sarayda yine bu aileden, ünlü matematik ve astronomi bilgini Ebu Nasr İbn Irak’tan almıştır. İlk astronomik gözlemini de yine burada, 17 yaşındayken yapmıştır. Hamisi olan bu hanedanın 995 yılında iktidardan düşmesi üzerine Harizm’den ayrılmış, Rey’de geçirdiği sıkıntılı bir dönemin ardından tekrar Harizm’e dönmüştür. Burada, aynı zamanda trigonometri ilminin kurucusu olan Ebu’l-Vefa el-Buzcani’yle birlikte ay tutulmasını gözlemiştir. Ayrıca sırasıyla Buhara, Cürcan ve Gürgenç’te bir süre kaldığı ve ilmî faaliyetlerinin yanında Gürgenç sarayında siyasi ve idari danışmanlık görevi de yürüttüğü bilinmektedir. Bu dönemde “fazıl delikanlı” diye nitelendirdiği İbn Sina’yla yazışan Biruni, ayrıca ünlü hekim Ebu Sehl İsa el-Mesihi’yle münasebet kurmuştur. Biruni’nin felsefi konularla ilgili olarak İbn Sina’ya gönderdiği sorular ve İbn Sina’nın verdiği cevaplar günümüze ulaşmıştır. 1016 yılında Gazneli hükümdarı Sultan Mahmud’un Harizm’i hâkimiyetine almasının ardından Biruni, Sultan’ın Gazne’deki sarayına götürülmüştür. Burada başlangıçta saray çevresinde hâkim olan, ilim adamlarının sapık inançları yaydıklarına yönelik kuşku ve baskı ortamı sebebiyle sıkıntılı bir dönem geçirmiş; fakat ilmî ve dinî duruşu sayesinde bir süre sonra Sultan’ın özel ilgi ve desteğine mazhar olmuştur. Bu dönemde Sultan Mahmud’un Hindistan’a yönelik fetih hareketi dolayısıyla Hindistan’ı ziyaret eden Biruni, Hint kültürünü yakından tanıma imkânı bulmuştur.
Biruni, ilmî açıdan İslam’ın altın çağı kabul edilen bir dönemde yaşamış olmasına rağmen, ömrünün tamamını geçirdiği Orta Asya coğrafyası, Bağdat merkezli İslam dünyasının periferisinde ve dolayısıyla İslam ilim merkezinin nispeten uzağında yer alıyordu. Bununla birlikte bu coğrafya, dönemin Fars-Türk hükümdarlarının teşvikiyle, farklı alanlarda önemli eserler veren âlimlerin yetişmesine tanıklık etmiştir. Şüphesiz bunların içinde en önemlisi, Buhara’da yetişen İbn Sina’dır. Bu iki zirve şahsiyet arasındaki en büyük fark, filozof kimliğiyle öne çıkan İbn Sina’nın “akla dayalı spekülatif metodu”, matematikçi-astronom kimliğiyle öne çıkan Biruni’nin ise “gözlem ve deneye dayalı matematik dilini” esas almasıdır. Biruni’yi, İbn Sina da dâhil olmak üzere, gerek kendinden önce gerekse kendi döneminde ve sonrasında yaşamış âlimlerden üstün kılan özelliği ise onun kimi alanlarda çığır açacak şekilde hemen her konuda eser vermiş, çok yönlü ve ilmî özgünlüğe sahip müstesna bir şahsiyet olmasıdır.
Biruni’nin ilmî dehası daha ziyade tabii ilimlerde, bilhassa astronomi ve matematik alanlarında öne çıkmış görünse de, onun coğrafya, tarih ve dinle ilgili konularda verdiği eserler de birer şaheser özelliğine sahiptir. Bilhassa Tahkîk mâ li’l-hind ve el-Âsâru’l-bâkiye isimli eserleri Biruni’nin beşerî ilimlerde ve dinler tarihinde de bir otorite kabul edilmesini sağlamıştır. Dinî kurumlar tarihi olarak görülebilecek olan el-Âsâru’l-bâkiye’de, geçmiş veya yaşayan çeşitli topluluklara ait takvim ve bayram adetlerini incelemiştir. Hint dini ve kültürü üzerine kaleme aldığı Kitâbu’l-hind’de Hint kültürüne hasrettiği ise Hintlilerin dinî, hukuki ve felsefi görüşlerini, sosyal yapılarını ve dinî hayatlarını, Hint dili ve edebiyatı, tarihi ve coğrafyası ile astronomik ve astrolojik hesaplamalarını, yani A’dan Z’ye bütün Hint dünyasını ortaya koymuştur. Bu iki eser Biruni’ye din antropolojisi/etnografyası ile mukayeseli dinler tarihçiliğinin öncüsü ve ilk Hindolog unvanlarını kazandırmıştır.
Biruni Hindistan’ı ziyaret eden veya Hint dini hakkında kitap yazan ilk Müslüman âlim değildir elbette. Fakat önceki örneklerden farklı olarak Biruni, fetih sonrasında Gazne’ye getirilen Hintli bilginlerle tanışıp onlardan Hint kültürüne dair bilgi edinmiş ve bir ölçüde Sanskritçe öğrenmiş, çeşitli seferler sırasında Kuzey Hindistan, Keşmir ve Pencap bölgelerine giderek buradaki Hintli âlimlerle temas kurmuştur. Dolayısıyla muhtemelen Biruni Hindistan’ı belli bir birikimle ziyaret eden ilk âlim olmaktadır. Nitekim kendisinin verdiği bilgilerden, Hintlilerin ilim meclislerine katılan ve dillerini konuşan Biruni’nin onların üzerinde büyük bir şaşkınlık yarattığını anlıyoruz. Biruni ayrıca Hint’le ilgili kitabını yazmadan önce, Hint inançlarının dayandığı temel esasların büyük bir kısmını içerdiğini belirttiği iki Hint kitabını (Sankhya ve Patanjali) Arapça’ya tercüme etmiştir.
Biruni’nin Hint’le ilgili kitabını bir ilk kılan asıl nokta, hem bütün yönleriyle Hint dünyasını hem de, savaş ve ön yargı ortamına rağmen, ilmî ve tarafsız bir bakış açısıyla Hint inançlarını Müslümanların dikkatine sunmuş olmasıdır. Esasen Biruni’nin, Batı’da ancak 20. yüzyılda ortaya konan din bilimi metodolojisine ait temel ilkeleri 9 asır öncesinden Kitâbu’l-hind’de birebir uyguladığı görülmektedir. Biruni’nin, genelde diğer dinlere, özelde Hint dinlerine yönelik ilmî yaklaşımında öne çıkan belli noktaları şu şekilde sıralamak mümkündür: Bir dine mensup din adamlarının/âlimlerin ortaya koyduğu sahih eserlere dayanmak; kaynak ve bilgi karşılaştırması yapmak; sadece yazılı kaynaklarla yetinmeyip o dinin mensuplarıyla da bağlantı kurmak; bir dinin temel özelliklerini, diğer inançlarla benzeştiği ve onlardan ayrıldığı noktalara atıfla aktarmak; din içi farklılıklar bağlamında havas–avam ayrımına işaret etmek; bir yeri coğrafi olarak bilmek o yeri entelektüel olarak bilmek anlamına geldiğinden, coğrafi konulara da yer vermek.
Bütün bu hususlar, esasen, Biruni’nin dinler hakkında bilgi verirken ilmî tarafsızlığı ve sahih bilgi aktarımını sağlama gayretine işaret etmektedir. Bu tavır, Biruni’nin kitabına verdiği başlıkta da ortaya çıkmaktadır: “Hint’le ilgili aklen kabul edilebilir olan veya olmayan sözlerin araştırması”. Biruni, kitabını yazma gerekçesini açıklarken, makâlât türü kitaplarda yer alan Hint dinlerine yönelik bilgilerin, diğer dinler için de geçerli olduğu üzere, çoğunlukla “Hintlilerin kendi görüşleri doğrultusunda gözden geçirilip tashih edilmeden kitaplara alınmış”, “birbirinden aktarma” ve “yalan yanlış bilgiler” olduğuna işaret etmekte; bu durum karşısında, hocasının da teşvikiyle, “Hintlilerle tartışmak isteyenlere yardım, onlarla kaynaşmak isteyenlere kaynak oluşturmak amacıyla” bizzat Hintlilerden öğrendiklerini yazmaya karar verdiğini söylemektedir.
Her şeyden önce Biruni, bu alana girişinin epeyi zor olduğunu, Hintlilerin kitaplarına ve âlimlerine ulaşmak için çeşitli güçlüklerle karşılaştığını, fakat bu yolda hiçbir fedakârlıktan çekinmediğini belirtmiş ve kitabının birinci bölümünde söz konusu zorluğun sebeplerini ortaya koymuştur. Biruni’ye göre Hintliler hakkında bilgi edinmeyi güçleştiren temel sebep onlarla Müslümanlar arasındaki yabancılıktır; bu yabancılık, hemen her konuda, Hintlilerin Müslümanlardan farklı olmasından kaynaklanmaktadır. Bu noktada Biruni, Hintlilerin karakterlerine sinmiş olan bir özellikten, onların “yeryüzünde kendi ülkelerinden başka ülke, kendi ırklarından başka ırk, kendi krallarından başka kral, kendi dinlerinden başka din ve kendi bildikleri dışında bir ilim olmadığına” inandıklarından bahsetmiştir. Bu tavrı, geçmiş nesillerinin böyle olmadığı kaydıyla birlikte, Hintlilerin seyahat etmeyen, yabancılarla temastan kaçınan, içe kapalı bir toplum olmasına bağlamıştır.
Öte yandan Biruni, bilhassa Hintlilerle Müslümanlar arasındaki dinî ve kültürel yabancılığı besleyen ve hatta husumete vardıran bir diğer sebep olarak Müslüman hükümdarların Hindistan’a düzenledikleri seferleri göstermiştir. Bu noktada, siyaseten cesur sayılabilecek bir açıklama da yaparak, aynı zamanda kendi ilmî hamisi olan Gazneli Sultan Mahmud’un Hintlilerin zenginliğine son verdiğini, ülkelerinde görülmemiş şeyler yaptığını ve dağılmalarına sebep olduğunu, bu yüzden onların Müslümanlara olan nefretinin daha da arttığını belirtmiştir.
Biruni, doğrudan Hint dini ve düşüncesiyle alakalı olarak, Hintlilerin Yüce Allah inancı, varlık inancı, fiilin sebebi ve zihin-madde ilişkisi, ruhlar ve tenasüh inancı, cennet ve cehennem mekânları, kurtuluş, varlık türleri, kast sistemi, dinî ve sivil hukukun kaynağı, puta tapıcılığın başlangıcı ve put türleri, kutsal metinler, zaman, âlemin yaratılması ve sonlanması, din adamı sınıfı ve diğer sınıflarla ilgili kurallar, kurban ibadeti, hac yerleri, sadaka, yeme-içme kuralları, ceza ve kefaret, oruç, bayramlar, uğurlu ve uğursuz günler, yogalar ve dinî hayata dair diğer uygulamaları ayrı bölümler hâlinde ele almıştır. Hint kültürüne ait diğer başlıklar ise bu başlıkların aralarında yer almaktadır. Kitabın düzeni daha ziyade teoriden pratiğe doğru bir akış seyretmektedir.
Biruni’nin Hint kitabının bilhassa kendi dönemi için Hint dünyasına ve Hint dinine yönelik muazzam bir bilgi kaynağı oluşturduğuna şüphe yoktur. Gerçi Biruni’nin bu eserinin Müslüman-Türk coğrafyası dışında fazla bilinmediğine dikkat çekilmiştir. Biruni’den sonra İslam dünyasında Hint üzerine buna denk bir çalışma ortaya koyan da olmamış; Hint dinleri daha ziyade milel-nihal kitaplarında ele alınmıştır. Öte yandan 19. yüzyılın sonlarından itibaren Hint klasik metinleri Batı dillerine çevrilmiş, Hint dini ve düşüncesi üzerine çok sayıda araştırma yapılmıştır. Dolayısıyla Kitâbu’l-hind’in günümüz açısından asıl önemi, içerdiği bilgilerin ötesinde, Biruni’nin konuya yaklaşımı, kullandığı dil ve ortaya koyduğu özgün değerlendirmelerde ortaya çıkmaktadır.
Her şeyden önce Hintlilerin dinini isimlendirme konusunda Biruni’nin genellikle çoğul olarak “Hint dinleri” ifadesini kullanması önemlidir. Batı akademyasına ait bir kullanım olan Hinduizm kelimesinden çok farklı bir çağrışım içeren bu ifade, Hintlilerin tek ve monolitik bir dininin olmadığına işaret etmektedir; dolayısıyla Hint dini adına oluşturulmuş bir kurgudan ziyade vakıayı ortaya koymaktadır. Nitekim Biruni daha ziyade inançla alakalı konu başlıklarının altında farklı gruplara ait ve kimi zaman birbirine zıt görüşleri zikretmek suretiyle Hintliler arasında farklı inanç ve anlayışların, buna paralel olarak da farklı grupların bulunduğuna dikkat çekmiştir. Yine Biruni’nin verdiği bilgilerden, Hintlilerin, yabancılarla ve farklı kasttan olanlarla temas konusunda katı kurallara sahip olsalar da, inanç ve görüş farklılıklarına karşı müsamahalı bir toplum oldukları anlaşılmaktadır. Bu noktada Biruni sadece Hintliler ile Şemeniyye diye isimlendirdiği bir diğer grup arasındaki husumetten bahsetmiştir ki, bu gruba yönelik olarak verdiği bilgiler bunların Buda dini mensupları olduğuna işaret etmektedir.
Öte yandan Biruni, Hint inançlarından bahsederken ilgili kavramlara yönelik olarak İslami bir terminoloji kullanmak ve bilhassa Tanrı inancı bahsinde içerik olarak İslami bir seçki oluşturmak suretiyle bir nevi kavramsal İslamlaştırma yaptığı yönünde eleştiri almıştır. İlk bakışta haklı gibi görünen bu eleştiri esasen, Biruni’nin Hintlilerin kendi dinî metinlerinde yer alan bilgileri birebir alıntılayarak, yani bizzat Hintlilerin kendisini konuşturarak onların inançlarını ortaya koyduğu gerçeğiyle çelişmektedir. Bu durumda, Hint dinî kavramları için kullanılan İslami isimleri, malzemeye İslami anlamlar yüklemek şeklinde değil, bilakis hem tercümenin getirdiği bir zorunluluk hem de Biruni’nin Hint inancı üzerinden ötekileştirme yapmadığının bir göstergesi olarak anlamak daha isabetlidir. Biruni, Batı’da din karşılığındaki “religion” kelimesinin dışlamacı bir şekilde sadece Hıristiyanlık için kullanıldığı bir devirde, Hint dinleri için Arapça “din” kelimesini kullanmakta sakınca görmemiştir. Hint dinini, barındırdığı putperest unsurlar sebebiyle batıl din kategorisinde değerlendirmesine rağmen, bu dinin varlık realitesini, kutsal ve aşkın yönünü, kendi toplumu üzerindeki etkisini ve dolayısıyla önemini kabul etmiş ve onu artı ve eksileriyle olduğu gibi aktarmaya çalışmıştır.
Esasen Biruni’nin dinlere yaklaşımında üzerinde durduğu temel nokta dinler arasındaki muazzam ortaklık ya da benzerliktir. Biruni’nin dinler tarihi açısından özgün tarafı da, mukayeseli din biliminin öncüsü olmasında yatmaktadır. Biruni, tabii bilimler için geçerli olan bu yöntemin din çalışmalarına uygun olmadığını tespit etmiş, bunun yerine otantik kaynak kullanımı ve din mensuplarıyla münasebet ilkesinin yanı sıra mukayeseli bakış açısını geliştirmiştir. Bu şekilde Biruni, Batı’da 19. yüzyılın sonlarından itibaren başlayan din bilimine özgü bir metot arayışına, 9 asır öncesinden cevap vermiştir.
Biruni, Hint inançlarını anlatırken sıkça kullandığı mukayese yöntemi çerçevesinde çoğu konuyu Yunan inancı başta olmak üzere Sufi, Hristiyan, Yahudi, Mani vs. inançlarla benzerliklerine veya farklılıklarına temas ederek ortaya koymuştur. Bu şekilde, kendi ifadesiyle, “söz konusu inançları düzeltmeyi değil, aralarındaki benzerlik ve yakınlığı ortaya koymak” suretiyle konuyu daha anlaşılır kılmayı amaçlamıştır. Bu noktada Biruni’nin, Hintlilere ait kast sisteminin, İslam’ın takva hariç herkesi eşit kabul etme ilkesiyle uzlaşmaz oluşunu belirtmesi, aynı zamanda bu sistemin farklı biçimleriyle diğer geçmiş kavimlerde de var olduğu bilgisini vermesi önemlidir. Öte yandan, belli noktalarda Hint inancı ile Yunan inancı arasında benzerlikler bulunduğuna işaret eden Biruni, bu benzerliğe rağmen, Yunanlarda olduğu gibi, havassın ortaya koyduğu ilkeleri avamın hurafelerinden ayıracak ve bilimi mükemmelen uygulayacak kalibrede filozoflara Hintlilerin sahip olmayışını, onlar adına bir dezavantaj olarak değerlendirmiştir.
Biruni’nin Hint inançlarını anlatırken kullandığı bir diğer metot ise, konuyu bahsi geçen havas–avam ayrımından hareketle ortaya koymasıdır. Biruni, genellikle, Hint inancı adına esas olarak kabul ettiği havassın, yani Hintli din adamlarının görüşlerini ortaya koymuş; daha sonra bir nevi sapma olarak gördüğü avamın görüşlerine yer vermiş ya da tam tersi bir sıralama izlemiştir. Biruni’ye göre havas ile avam arasındaki inanç ve anlayış farklılığı, esasen, İslam da dâhil olmak üzere hemen her dinde mevcuttur. Hint dininde havas–avam farkının en bariz olduğu yer ise Tanrı inancıdır. Buna göre Hintli havassın “Yüce Allah” inancı, kısaca, O’nun tek, sonsuz, kadir-i mutlak olduğu, eşi ve benzeri olmadığı şeklindedir; buna karşılık avamın inancı bilgi eksikliğinden kaynaklanan yoğun bir teşbih içermektedir. Biruni’ye göre Hintliler arasında put tapınmasının ortaya çıkışı da, diğer topluluklarda olduğu gibi, havassın soyut ve genel ilkeler üzerinden düşünmesine karşılık avamın duygu algısının ötesine geçememesi, ayrıntılara takılıp kalması ve bunun sonucunda antropomorfik fikirlere yönelmesine dayanmaktadır.
Yine Biruni’nin, Hintlilere ait bazı dinî kuralların muhtemel din dışı sebeplerini araştırması, fakat bunu modern dönemde pozitivist din bilimcilerin yaptığı gibi dinî indirgemecilikte bulunmadan gerçekleştirmesi bir diğer önemli özelliğidir. Hintliler arasında sonradan ortaya çıktığı anlaşılan, sığır etinin yenmesine yönelik yasağın, bizzat Hintlilerden işittiği rivayetler doğrultusunda, gastrolojik ve ekonomik sebeplerle alakalı olabileceğini ileri sürmesinde olduğu gibi.
Sonuç itibariyle Biruni, Kitâbu’l-hind’de, diğer toplumlarla ortak olan veya olmayan yanları, aklen kabul edilebilir olan veya olmayan görüşleriyle birlikte, Hintlilerin medeniyet unsurlarını ve dinî-kültürel kodlarını ortaya çıkarmayı ve onları bilinir bir topluluk kılmayı amaçlamıştır. Kitabının en başında da ifade ettiği gibi, irtibat yabancılığın ya da düşmanlığın ya da ön yargının üzerini örttüğü gerçekleri açığa çıkarmaktadır. Bilimin nihai amacı da örtüleri açmak ve ön yargıları kırmaktan ibaret olsa gerektir.