İlk İslam Filozofu: Kindî
Muazzez Tümay
Müslüman toplumlarda naklî ve aklî ilimlerin sistematize edildiği, yabancı milletlere (Yunan, Fars, Hint) ait ilim, düşünce ve kültür ürünlerinden Arapça’ya yapılan tercümelerin Beytü’l-hikme kurumunda en verimli düzeye ulaştığı; kelâm ve felsefe alanındaki spekülasyonların alabildiğine yoğunlaştığı, çeşitli din ve mezhepler arasındaki mücadelenin kıyasıya devam ettiği 9. yy’da (Hicrî 2. yy’da) yaşamıştır Kindî, çocukluk ve gençlik yılları Kûfe ve Basra’da geçmiş, sonraki dönemde dokuzuncu asırdaki fikri hayatın merkezi olan Bağdat’a yerleşmiştir. Kullandığı terminoloji ile kelâmdan felsefeye geçişi sağlayan ilk İslam filozofudur. O güne kadar ağırlıklı olarak Süryani alim ve mütercimlerin eliyle temsil edilen bilim ve felsefe, onun çalışmaları sayesinde el değiştirmiş, bu durum Müslümanlar için önemli bir moral güç olmuştur. Bu ilk İslam filozofunun (Latince tercümesi ile Batı’da da tanınan) en bilinen eseri ise Kitab el-Akl ve’l-Makûl’dür ve o esasen kadim denilen ilimlerden özellikle Yunan’a ait olanlarını tanıyıp, İslam dünyasına da tanıtmaya çalışmıştır.
Şüphesiz her filozof, yaşadığı çağın ve yetiştiği toplumun gündeminde bulunan sorular üzerine eğilmek ve çözüme yönelik teoriler üretmek zorundadır. Dolayısıyla, Mu’tezile akımının en olgun ve en etkili olduğu bir dönem ve ortamda yaşamış olan Kindî’nin, dönemine hakim olan bu mezheple olan ilişkisi ve aynı (ya da benzer) problemler üzerinde durmuş olması göz ardı edilemez, bununla birlikte bu onun Mu’tezilî olduğunu göstermez. O ekseriyetle, hem klasik kaynaklarda, hem de modern araştırmalarda İslam felsefini kuran ilk filozof olarak takdim edilir. Nitekim bu görüşü destekler nitelikte, kelamcılar o dönemde yöntem olarak cedeli kullanırken Kindî çok defa burhan’ı (mantık), bazen de matematiği kullanmıştır.
İlimleri genel bir tasnife tabi tutarak alanlarını ve aralarındaki ilişkileri belirlemek bir filozofun bilim ve metot anlayışını gösterdiği gibi, onun varlık anlayışını da yansıtır. Kindî’nin yaptığı ilimler tasnifi ise alanında ilk ve özgündür. O ilimleri dinî (kaynağı vahiy olan) ve insanî şeklinde ikiye ayırır (Eflatun’unkinden ve meşşai bir filozof kabul edilmesine rağmen Aristo’nunkinden farklı ve çok daha detaylı olarak). Ayrıca o, her konuda insanı başarıya götürenin matematik olduğunu ısrarla vurgular ve felsefe öğrenimi için matematiğin ön şart olduğunu söyler.
(Sokrat ve Platon’un üzerindeki etkisinin yanı sıra) Aristo külliyatını çok iyi tanıyan ve Aristo felsefesini (tabir caizse) içselleştiren Kindî, yetkin bir filozof olmak isteyen bir kimsenin, aritmetik, geometri, astronomi ve müzikten ibaret olan matematik öğreniminden sonra Aristo külliyatını katî suretle ve çok iyi okuması gerektiğini söyler.
Kindî, ‘‘İnsan sanatlarının en üstünü ve en değerlisi felsefedir.’’ der ve bir başka eserinde, ‘‘Gerçekte felsefe nefsin disipline edilmesinden başka bir şey değildir.’’ tanımlamasında bulunur. Bu ise onun felsefeyi aklî, ruhî ve ahlakî etkinlikler alanında insanı disipline edip olgunlaştıran bir ilim dalı olarak gördüğünün kanıtıdır. O felsefenin pratikteki (dolayısıyla ahlakî) yararını özellikle dikkate alır ve onu ‘‘İnsanın gücü ölçüsünde Allah’ın fiillerine benzemesidir.’’ şeklinde tarif eder. Kindî bununla, insanın hikmet, kudret, adalet, iyilik, güzellik ve gerçeklik gibi ilahî sıfat ve erdemleri edinerek tam olarak erdemli bir kişi olacağını söylemek ister. ‘‘Felsefe ölümü önemsemektir.’’ (ki, esasen Sokrat’ın felsefe tarifidir) tanımının yorumunda ise biri tabiî, öteki iradî olmak üzere iki çeşit ölümden söz eden filozofa göre, önemli olan ikincisi, yani nefsin istek ve arzularını öldürmektir. Çünkü fazilete giden yol arzuları öldürmekten geçer. Demek ki, felsefenin pratikteki yararı insana ahlakî erdemleri kazandırmaktır.
Kindî ile ilgili zikredilmesi gereken bir diğer önemli husus yaşadığı döneme hakim anlayışa rağmen felsefeye olan yaklaşımıdır: Döneminin birçok İslam düşünürünün aksine Kindî’ye göre felsefe ilimlerini herkesin öğrenmesinde bir sakınca yoktur. Felsefeyi gerekli bulanların onu istemeleri ve öğrenmeleri gerektiğini savunan Kindî, felsefeye karşı olanların ise, ona ne için karşı olduklarını kati surette belgelemeleri gerektiğini hatırlatır: Bu belgeleri bulmak için ise onların da felsefeyi öğrenmeleri ve tanımaları, böylece aradıkları belgeleri bizzat felsefede bulmaları gerektiğini ortaya koyar. Ona göre felsefe, onu takdir edenlerin de ona karşı olanların da öğrenmekten kaçamayacakları bir hakikat ilmidir.
Bununla birlikte belirtmek gerekir ki, İslam dünyasında hemen her alanda belirleyici ve yön verici unsur dindir. Dolayısıyla, felsefe de kendini bu noktadan tanımlamaya çalışmıştır. Daha sonra Farabi, İbn Sina, İbn Rüşd vb. filozofların yapacağı gibi, Kindî de felsefe ve dinin (akıl ve vahyin) uygunluğunu göstermeye çalışmıştır. Hakikatin tek olduğu, akıl ve vahyin hedefinin hakikate ulaşmak olduğu; bu sebeple dinle felsefenin aynı gayeye ulaşmaya çalışan, aynı hakikati farklı şekillerde ifade eden iki alan olduğu Kindî’nin de temel iddiaları arasındadır. Buna göre felsefenin işi; varolanlara bakmak ve (varlıkların) Sâni’a (yaratıcıya) delâleti bakımından onları değerlendirmekten öte bir şey değildir.
Abbasî İmparatorluğu’nun en görkemli ve en üretken döneminde yaşayarak sonraki nesillere zengin bir külliyat bırakan Kindî üzerinde yapılan bilimsel araştırmalar, onun Latince ve İbranice’ye çevrilen eserleriyle ortaçağ Avrupa’sında da tanındığını göstermektedir. McCarthy’nin tespitlerine göre filozofun eserlerinden 17’si Latince’ye, 4’ü İbranice’ye; modern dönemde ise 5’i Almanca’ya, 4’ü İtalyanca’ya, 2’şer tanesi de İngilizce ve Fransızca’ya çevrilmiştir. Bunların büyük çoğunluğunun matematik, astronomi, tıp, kimya, optik ve meteoroloji gibi pozitif bilimlere dair olduğu belirtilmelidir. XVII. yüzyılda yaşamış olan İtalyan filozofu ve matematikçisi Cardanus Hieronimus’un, dünyaca ünlü on iki seçkin alim ve filozof arasında Kindî’yi de sayması, onun ortaçağ Latin dünyasında olduğu gibi yeniçağ ilim çevrelerince de yakından tanındığını göstermektedir.