Athena’nın Tapınağında Rüya Gören İki Romantik Schlegel Kardeşler
Melek Paşalı
Alman Romantizmi denince bugün akla ilk gelen isimler kuşkusuz Schlegel Kardeşler’dir; romantik Alman zihnine bir “tapınak” inşa edip orada bir yeni “din” suretinde tecelli edecek olan bu akımın ritüellerini, ilkelerini inşa eden ve iflah olmaz bir şekilde bu “rüya”yı görmeye devam eden coşkulu gençler: Friedrich ve August Wilhelm Schlegel. Ünlü Alman şairi Wieland’ın tanımıyla “gözü kara ilah oğlanları!”
Wilhelm Schlegel dünyayı yeniden kavramaya ve tanımlamaya çalışan bu yeni zihnin dışa bakan yüzü gibidir. Küçük kardeş Friedrich ise içe bakan yüzü. F. Schlegel’in düşünme söz konusu olduğunda coşkulu, eylem söz konusu olduğunda ise miskin mizacında açığa çıkan fikirler genellikle aforizmalar, özdeyişler, paradokslar olarak zuhur eder. W. Schlegel’in yazdıkları ise parlak ve disiplinli bir zihnin, bütünü bütün serahatiyle izah eden, derin ve etkileyici metinlerdir. Onu en güzel şekilde tanımlayan ifadelerden biri şöyledir: “Dururken, yürürken, uyanıkken, yatakta ve dahi seyahatte, ev tanrısı Lar’ın koruması altındaymış gibi hep yazar”. Romantik zihnin elindeki kalem gibidir W. Schlegel. Kritikler yapmış, denemeler yazmış, çeviriler yapmıştır. Özellikle Shakespeare çevirisi bir şaheser olarak kabul edilir.
1.Schlegel için karısı Dorothea, “enstürmanlar arasında org, çiçekler arasında portakal çiçeği, meyveler arasında şeftali gibidir” der. Narin ve tembel mizacının yapmaktan usanmadığı tek şey okumak ve düşünmektir. Ona göre “konuşmak ve biçimlemek bütün sanatlarda ve bilimlerde yalnızca ayrıntıdır. Aslolan düşünmek ve şiir yazmaktır ki bu da ancak pasiflikle mümkündür”. Bu miskin ve avare mizacıyla romantik karakterin canlı bir örneği olarak da görülebilir. Fakat bu yavaş adamın ruhundan yansıyan ışık dönemin birçok sanatçısını cezbetmiş, romantik okulun mıknatısı olmuştur. Onun sayesinde Novalis, Schelling, Fichte gibi isimlerden müteşekkil bir çevre teşekkül etmiş, edebiyat, felsefe ve kültür hakkında geceler boyu süren tartışmalar yürütmüşlerdir. Denebilir ki Wilhem aklın, Friedrich ise duyuların tercümanıdır ve ortak dostları Novalis’ın tabiriyle “onlar bölünmesi imkansız tek bir varlıktır”.
Bu bölünemez tek varlıktan büyük olanı 1767’de, küçük olanı ise 1772’de Luteryan bir papazın oğulları olarak Hannover’de dünyaya gelirler. Wilhelm daha çocukluğundan itibaren istikrarlı bir yol takip ederek, Göttingen’de teoloji ve filoloji okur. Daha sonra tercüme faaliyetlerine yönelir, kritikler yazar, üniversitede ders verir.
Friedrich’in çocukluğu ise çok daha içe kapanık ve eğitime elverişsizdir. Yarım bırakılan bir meslek okulundan sonra Göttingen’de hukuk okur, eğitimine Leipzig’de devam eder, sonra tıbba geçer, matematik ve felsefe, aynı zamanda filoloji okur. Zamanla edebiyat, sanat tarihi ve felsefe daimi uğraşı olur.
İkisinin ismini aynı başlık altında bir araya getiren en önemli alan, felsefe ve sanattır. Sanatın anlamı, özellikle şiirin anlamı üzerine uzun zaman kafa yoran bu iki genç mevcut sanat anlayışının yerine yeni bir sanat anlayışı ikame etmek için işe önce kritikle başlar. İlk yaptıkları şey Yunan’dan başlayarak klasik sanatın izini takip etmek, akabinde ona yeni bir güzergah çizmektir. Bunu yaparken kendilerini sanat tanrıçası Athena’nın tapınağında bulmaları anlamlı olsa gerektir. Böylece Athenäum, yani Athena’nın Tapınağı (diğer anlamı kütüphane) ismini erken Romantizmin (Jena Romantizmi) sözcülüğünü üstlenecek olan dergilerine uygun görürler. 1798’de Wilhelm ve Friedrich Schlegel kardeşler tarafından çıkarılmaya başlanan dergi, aynı zamanda bir okul işlevi görecektir. Ve dönemin önemli romantik sanatçı ve düşünürleri bu okulun müdavimi olacaklardır. Jena’da bu derginin çevresinde toplanan isimler arasında, Fichte, Schleiermacher, Schelling, Tieck, Novalis, Wilhelm Schlegel’in eşi Karoline Böhmer ile Friedrich Schlegel’in eşi Dorothea Wiet da vardır. Dönemin bu iki aydın kadını da yazar ve eleştirmen olarak bu sanatsal ve düşünsel faaliyete katkıda bulunacaktır.
Derginin fikir babası Friedrich Schlegel’dir. Ona göre “tek tek insanlar büyük bir şey ortaya çıkaramaz; sanatçılar ebedi ittifak için ant içmiş insanlar olarak bir araya gelmeli ve Ortaçağ’daki tüccarlar gibi bir lonca kurmalıydılar.” İnsan ve dost canlısı Friedrich bilmektedir ki, “dostları olmasa hiçbir şey yapamaz”. Bu saikle dostlarının dergideki görevlerini de şöyle tanımlar: Novalis felsefe ve kimya, Schleiermacher ahlak, Wilhelm estetik alanlarında, Karoline ise kişisel…
Dergide yapılması hedeflenen öncelikli işler gözönüne alındığında Romantiklerin iddiası hakkında pekala bir izlenim edinilebilir: “Goethe hakkında kesin bir şey söylenmelidir, klasiğin önemli temsilcilerinden Wieland’ın işini bitirmeyi Wilhelm üzerine almalıdır, Schiller’e dokunan her şeyden imtina edilecektir, ayrıca yengesinin romanı Agnes von Lilien hakkında tek kelime edilmeyecektir vb…”
Friedrich Schlegel ise akımın fikir dünyasını açan ve aynı zamanda formlaştıran aforizmalar yazacaktır. Çünkü bu tarz ona en uygun olandır; bir filozof gibi düşünmek ve bir sanatçı gibi hissetmek ona verilmiş bir kabiliyettir. Daha sonra birçok kişi tarafından taklit edilecek olan bu tarzın ilk örnekleri Athenäum dergisinde yazılan bu aforizmalardır.
“Almanların ulusal tanrısı Hermann ve Wodan değil, sanat ve bilimdir ve en büyük meziyetleri de idealizmleridir.” Bunu söylerken şunun da farkındadır Friedrich Schlegel, “çok az Alman vardır.” İşte bu çok az Alman, her insanın “temel görevi ve aynı zamanda kabiliyeti olarak gördükleri şeyi gerçekleştirmeye kendilerini adamışlardır: “İnsan, sanatçı ve tanrı benzeri bir varlık olmak!” Romantiklerin sanatçı tanımı buradan da anlaşılacağı gibi “sanatsal faaliyetle sınırlı” değildir, bilakis bir varoluş şeklini ve tercihini içerir; “varlığına mana vermeyi en önemli hedef ve görev edinen herkes sanatçıdır.” Romantikler sanat derken özelde şiiri kastederler çoğu zaman. Friedriche’e göre, “felsefe ile şiir birbirinin zıttı değil bilakis birbirinin tamamlayıcısıdır, ayrılmaz bir bağ vardır aralarında, kökü felsefe, en güzel meyvesi şiir olan bir ağaçtır onlar, felsefesiz şiir boş ve sathidir, şiirsiz felsefe ise etkisizdir ve zamanla barbarlaşır.” Bir başka aforizmasında ise şöyle der; “fiziğin derinlerine mi inmek istiyorsun, o halde şiirin esrarına dal”.
Bilim ve sanat zemininde yükselmekte olan “yeni bir din”le karşı karşıya olunduğu kesindir. Athena’nın tağınağında kurulmaya çalışılan bu “din”de insanın ödevi sürekli tanrısallaşmaktır. Bunun yolu ise, bir ideal sahibi olmak ve ahlaklı olmakla mümkündür. Ahlak ise alışılagelmiş anlamının dışına taşar; “insanın sahip olduğu ahlak, felsefe ve şiirden sahip olduğu kadardır.” Bu mistik anlayışa göre, “sadece din sayesinde, mantık felsefeye dönüşür ve onun bilimden fazla bir şey olması ancak bu şekilde mümkündür.”
Kadın haklarından aşka, sanattan ahlaka, bilimden felsefeye kadar her konunun yeniden düşünüldüğü bu “tapınak”ta dikkat çeken önermelerden biri de Doğu ve Doğu sanatı hakkındadır: “Doğu’da Romantizm’in doruklarını aramalıyız. Nasıl bir şiir pınarı akacaktır bize Hindistan’dan!” Friedrich Schlegel’in Über die Sprache und Weisheit der Indier (Hint Bilgeliği ve Dili Hakkında) isimli bir eser yazdığı ve Hindoloji alanında daha sonra yaptığı çalışmalar göz önüne alındığında durum gayet anlaşılırdır.
Fakat bugün hala anlaşılmaya muhtaç olan, “bir grup idealist gencin” nasıl olup da etkisi zamanla bütün Avrupa’ya yayılacak mistik/romantik bir “dini” sanatın imkanlarıyla inşa edebilmiş olduklarıdır. Schleiermacher’in dilinden ifade edilen şu “iman ilkeleri” okunduğunda, bunların bir sanat okulundan ziyade bir tapınaktan zuhur etmiş olduklarına dair kanaatimiz perçinlenecektir:
Sonsuz insanlığa inanıyorum; erkeklik ve dişilik kalıbına girmeden önce de varolan insanlığa.
İtaat etmek ya da eğlenmek için değil, var olmak/olabilmek için yaşıyorum ve kendimi sonsuza tekrar yaklaştıracak, kötülüğün zincirlerinden kurtaracak ve cinsiyetin sınırlarından bağımsız kılacak irade ve eğitimin gücüne inanıyorum.
Dünyaya sevgiyle, merakla, coşkuyla ve iflah olmaz bir hüzünle bakan bu gençlerin hepsi kuşkusuz birer “romantik” karakterdi. Romantik karakterin en bariz özelliği ise dünyaya karşı hissettiği yabancılık duygusudur. Romantik insan aslında çocuk gibidir; kavrayabildiğinden ve katlanabildiğinden fazlasıyla karşılaşmıştır ve bu karışıklığı nasıl düzenleyebileceği bilgisinden yoksundur. En büyük yardımcısı sezgileri ve hayalleridir. Onlara tutunarak daima daha “yüksek”e çıkmaya, sonsuz olanla buluşmaya çalışır. Sanat ona bu yolda yardım eden ilahi bir ışık gibidir ve kendini ancak bu ışığın altındayken güvende hisseder. Ya da anlamlı. Novalis’in dilinden söylersek;
“Hüzün ve sadakatle dopdolu bir çocuk
Yabancı bir ülkeye atılmış”tır.
Bu yabancı ülkede “romantik” insanın ödevini ise şöyle tanımlar Novalis, “eksiği olan yapıda her düzelticinin amacı, onu sevgiyle daha yetenekli kılmaktır”.
Schlegel kardeşlerin ve onların çevresinde toplanan bu romantik topluluğun Athenäum dergisinde “bu eksiği olan yapıdaki düzeltme faaliyetleri” sadece iki yıl sürmüş; 1798’de çıkmaya başlayan dergi, 1800’de yayınına son vermiştir. Çok değil, bundan bir yıl sonra 1801’de Novalis de hayata veda etmiştir. Schlegel Kardeşler eşlerinden mülhem meselelerden dolayı ruhen olmasa da fiziken yollarını ayırmış, Friedrich Schlegel hayatının sonuna kadar “romantik bir yolcu” olarak yoluna devam etmiş, Yahudi kökenli eşiyle Katoliklik’te karar kılmıştır. Wilhelm Schlegel ise eşi Karoline Böhmer’den ayrılmış, çeşitli üniversitelerde sanat felsefesi ve filoloji alanında dersler vermiş, eserler yazmış ve üniversitesinde Eski Hint Filolojisi kürsüsünü kurmuştur.
Bugün bu tapınağın müdavimlerinden geriye kalanlar, Friedrich Schlegel’in tabiriyle, “ortak ilgileri hakkında sık sık sohbet eden insanların arasında hemen oluşuveren mistik bir dil”den neşet eden metinler oldu. Ya da başka bir tabirle, birlikte görülmüş bir rüyadan arta kalan belgeler.
Bu belgeleri yorumlamak ise, en azından „benzer bir rüya görmüş ve ondan uyanmayı başarmış“ insanların „ödev“i olmaya devam edecektir.