Cenevre Tarafsızmış Gibi Dünyaya Yön Veren Şehir
Kadri Akkaya
Aslında Cenevre hiç de öyle büyük bir şehir değil. Ne o kadim şehirler gibi binlerce yıldır farklı kültürleri bağrında barındıran bir geçmişi var, ne de öğünülesi pek bir özelliği. Ünü daha çok “tarafsızlık diyârı” ve “dünyanın gizli kasası” olmasından. Dünya onu böyle bilir ve es geçemez. Buranın sözde tarafsız arabuluculuğuna ve göreceli adaletine dünyanın dört bir yanından insanlar koşarak gelir.
Cenevre, Birleşmiş Milletler’in kuruluşundan beri, onun ikinci önemli merkezi olmasına rağmen, başkenti olduğu İsviçre ancak 2002 yılında UNO’ya üye oldu. Kısacası, şu ünlü tarafsızlık, saat üretimi, banka gizliliği, kızıl haç, delikli kaşar, dağların kızı Heidi hep birer Cenevre miti ya da gerçeği.
1870 ile 1920 yılları arasında Cenevre’de dünyanın hemen her coğrafyasından kimi sosyalist, kimi siyonist ya da her türlü etnik milliyetçi ideolojilere mensup aydınlar ve geleceğin devlet adamları tahsil yaptı ve yetişti. Genç Osmanlıların 1870 yılında çıkarmaya başladığı İnkilâb dergisinin ilk beş sayısı Cenevre’de yayımlanmıştı. Ziya Paşa Hürriyet dergisinin 89’dan 100’e kadar olan sayılarını aynı yıl Cenevre’de çıkardı. Yine Ali Suavi Ulûm dergisinin çoğu sayılarını burada yayımladı.
1890’lı yıllarda Cenevre nasıl İttihat ve Terakki’nin Batı ile bağı olan ilk oluşum merkezlerinden biriydiyse; yirmi yıl sonra yine bu yörede kurulan Türk Yurdu’nun dernek lokallerinde (Abdullah Cevdet’in Genç Türklerin buluşma yeri olarak sahibesi Demière’den kiraladığı Rue de Carouge 7 numaradaki lokal) yetişen ve en sonunda Anadolu’ya sıkışan Osmanlı’yı ancak Türk Milliyetçiliği üzerinden savunan devlet yöneticilerinin yetiştiği merkezlerden de biriydi.
İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin merkez komitesinde yer alan, İstiklal Harbi’nden sonra İctihad dergisinde yeni idareyi öven yazılar yazarak nüfuz kazanmak isteyen Abdullah Cevdet (1869-1932)’in yine bu dergide Türkiye’nin nüfus politikasıyla ilgili olarak; “Neslimizi ıslah etmek, kuvvetlendirmek için Avrupa’dan ve Amerika’dan damızlık erkek getirmek gerekir.” şeklindeki teklifinin yer aldığı bir yazısı kültür tarihimizde bir anektot olarak hâlâ anılır ve anlatılır.
Marxist teorinin aksine Lenin’in işçi sınıfının en az olduğu ülkelerden biri olan Rusya’da yaptığı devrim öncesi İsviçre’de yetişmesi nasıl ilginç ise, yine İsviçre Medeni Kanunu’nu örnek alarak 1926 yılında Türkiye’de toplumsal yaşamdaki paradigma değişikliğini Medeni Kanun ile kalıcı bir şekilde teklif edenler de ta 1913 yılında Cenevre yakınındaki Petit-Lancy köyündeki kuruluşu gerçekleşen Yurtçuların ya da eski İttiihatçıların devamı olan, yani İsviçre’de yetişen, Cumhuriyet’in aydınının ilginç örneklerindendir.
Tunalı Hilmi 1903 yılında Avrupa’da Tahsil adlı yayınında Cenevre’nin “Bir Türk ve bir Şarklı için en elverişli ve en birinci” eğitim yeri olduğunu belirtiyor. İslamcı olarak bilinen Sebîlürreşâd dergisi bile Ferid Dervişoğlu imzasıyla Şaban 1329 sayısında yayınladığı iki sayfalalık “Avrupa Mektupları: İsviçre’nin Letafeti, Umran ve Terakkisi” yazıyla bu ülkenin gelişmişliğini ve medeniyetini, özellikle de Cenevre şehrini örnek olarak gösterir. Ziya Gökalp’in o ünlü Kızılelma şiirinde “İsviçre’de bir Türk köyü ve şehri kurmak” hayalinde olduğunu da biliyoruz.1
Yukarıdaki tavsiyelerin de etkisiyle olsa gerek, 1914 yılında Cenevre’de üniversiteye kayıtlı toplam 69 Osmanlı yüksek tahsil öğrencisi olduğunu tespit ediyoruz. Mustafa Said Bey gibi 1898 yılında dört haftalık turistik gezi çerçevesinde Cenevre’de konaklayanların haricinde uzun süre orada yaşayanlar şöyle: Mizancı Murad, Bedirhan Paşa Zade Abdurrahman Bey, Hasan Arif, Celâleddin Bey, Firarî Emin Bey, Nuri Ahmed Bey, Lütfi Bey, İshak Sukûti, Ahmed Seraceddin, Akil Muhtar (Özden), Mithat Şükrü, Ömer Lütfü, Şişman H. Arif, A. Nuri, Halil Muvaffak, Ali Kemal, Sadık Mehmed, Mahmud Paşa ve oğlu Prens Sabahaddin, Mustafa Ragıb, Mustafa Refik Bey, Nasuhoğlu, İlyas Ragıb Bey, Şükrü Saraçoğlu, Mahmud Esat (Bozkurt), Ahmed Reşid (Rey), Reşid Safvet, Cemal Hüsnü (Taray), Yusuf Akçura, Süleyman Nazif, Harun (Aliçe) ve sonraları Galib Bey, Halil (Menteşe) Bey, Suheyb Bey, Yakup Kadri (Karaosmanoğlu). Bunlardan (Ayşe) Afet İnan gibi birçok Türk münevveri de Cenevre’de tahsilini tamamladı ya da burada farklı bir statüde uzun süre yaşadılar. Bunlardan bazısı, Beşir Ayvazoğlu’nun “Ateş Çemberi” adlı eserinde edebi bir dille anlattığı Türkiye’nin Üniversite Refermu’nun akıl hocalarından Cenevreli pedagoji proferörü Albert Malche’nin ya da Türk Tarih Tezi’nin sözde ilmi destekçisi Pittard’ın öğrencisi ve sevenleriydi.
Babası bir süre İstanbul’da yaşayan Jean-Jacques Rousseau (1712-1778) pederinin İstanbul’dan tekrar Cenevre’ye dönüşünden on ay sonra, şehrin merkezindeki Piere Katedrali’ne çok yakın Grand Rue 40 numaralı evde doğdu. Rousseau’nun babası İsaak 1705 yılı ile 1711 yılları arasında Galata’da saat ustası ve saray saatçisi olarak çalışmıştı. Doğu’yu gören bu babanın oğlu Batı’da bugün de önemli olan sözler söyledi. “İtiraflar” adlı eserinde babasının İstanbul’daki saray saatçiliğinden Cenevre’ye, “Geri dönüşünün talihsiz meyvesi bendim.” diyor. Babasının İstanbul’un Galata mahallesinde yaşadıklarını çocukluğunda dinlemesinden ve oradaki anılardan bir şeyler almamış olması imkânsız. Nitekim, sarayın saatçisinin oğlu Rousseau’nun “Doğu Fantazminin Kökleri” isimli eseri okura babasının hayatı ve Galata’da yaşadığı dönemdeki İstanbul etkilerinin ipuçlarını veriyor.
Cenevre’deki ünlü Patek Philippe Saat Müzesi’nin bir bölümünde Osmanlı’ya ve onun namaz vakitlerini tam olarak bilmeyi istemekten kaynaklanan saat tutkusuna bir köşe ayırmış olması tesadüf değil. En gözde sergi objelerinden biri “Boğaziçi” adında seramik üzerine dört minareli bir cami, Boğaziçi ve Osmanlı yelkenlisinin resmedildiği bir saat ve üzerinde Osmanlı’nın Anadolu ve Rumeli coğrafyasının ustaca resmedildiği çok ince işlenmiş bir Osmanlı saati.
Batı’ya giderek Doğu’yu bulan sanat tarihçisimiz Burhan Toprak da önceleri bir Batı kültürü âşığıdır. Uzun Avrupa yıllarının, İsviçre dağ eteklerinin fikir çilesi günlerinin birinde ruhi bir bunalımın eşiğine gelir. Sanatoryumda bir gün kendine hep kasavet duygusu veren Paskal’ı okurken, lise yıllarında hocasının okuttuğu Yunus Emre’nin kendisine büyük bir ferahlık verdiğini hatırlar. Türkiye’den alelacele getirttiği bir Yunus Divanı ile tekrar huzura erer. Ömrünün sonuna dek Yunus’u bir daha bırakmaz ve onu kamuoyuna tanıtmayı ülkü edinir.
Çocuk haklarının bu medeniyet yöresinde yüzyıllarca süren gasbı çocuk romanları yazarı Johanna Spyri tarafından çıplak ayaklı ünlü Heidi çocuk roman kahramanıyla gizliden gizliye gündeme gelmeye çalışmış ve sonunda, 2013 yılında çocuklara yapılan bu haksızlıklardan dolayı devlet resmen özür dilemiştir. Hatırlanacağı gibi evlilik dışı doğan ya da düşkünlerin çocukları aile çevrelerinden zorla alınarak Heidi gibi büyük çiftlik sahiplerinin işlerine yardım etsinler diye bir nevi çocuk köleler (Verdingkinder) olarak verilmişlerdir.
Cenevre şehir merkezi sanki ikiye bölünmüş. Nehrin bir yakasında istasyon ve daha çok eski evler ve toplumun alt kesiminin yaşadığı mahalleler var, diğer yaka ise tarihî şehir. İlginç mimarisiyle tarihî binalar, kilise ve müzeler; küçüklü büyüklü eski saraylar. Esas zenginler ve süper zenginler ise şehrin dışında, Leman Gölü sahillerindeki malikhanelerinde yaşıyor. Cenevre’de Türkler az da olsa azımsanamayacak bir nüfusa sahip. Vefat eden Müslümanların şehrin ortası sayılabilecek bir yerinde 1978 yılından beri mezârlıkları bile var. Bu mezârlıkta yatanların isimleri sanki Müslümanların Birleşmiş Milletleri gibi. Fatma Bingöl (1914-1981) ile Salih Bingöl (1939-2011), Ata Amira (1897-1990) ve Gülay Destanlı (1946-2001) mezar kitabeleri bize çok sey söylüyor. Cenevre’de şimdi yaşamını sürdüren Müslüman Cemaat Vakfı yöneticisi Ender Demirtaş, ressam Nurcan Giz, THY Cenevre Müdürü Ayşe Mısırlı Mirza, MÜSİAD Cenevre Temsilcisi Derya Akıncı ve Diyanet’in ilk Cenevre İmamı Rüstem Çonoğlu Cenevre Türk toplumunun tanınmış simalardan bazıları.
Cenevre, Kıbrıs’ın kaderini belirleyen görüşmelerin de yapıldığı şehir. O meşhur, “Ayşe tatile çıksın!” sözü bu şehirde yapılan görüşmeler tıkanınca Bülent Ecevit tarafından Türkiye’nin Kıbrıs Harekatı’na başlaması gerektiğinin parolası olarak söylenmiş.
Biz tekrar tarihe dönemlim: Genç Osmanlılar ve Jön Türklerin İsviçre’de çıkardıkları gazete ve dergilerin sayısı yirminin üzerinde. Öteki Avrupa ülkelerinde bu sayıya hiçbir zaman ulaşılabilmiş değil. Tunalı Hilmi Bey’in EZAN’ı, Tarsusizade Münif Bey’in HAKİKAT’ı, Emrullah Efendi ve Tevfik Nevzat Bey’in HİZMET’i, Namık Kemal ve Ziya Paşa’nın HÜRRİYET’i, Abdullah Cevdet Bey’in İÇTİHAD’ı, Ahmet Beyzade Mehmet Bey ve Hüseyin Fahri Bey’in İNKİLAB’ı, Bedirhan Paşazade Abdurrahman Bey’in KÜRDİSTAN’ı, Ali Şevkatî Bey’in İSTİKBÂL’i, Ahmet Rıza Bey’in MEŞVERET’i, Mizancı Murad Bey’in MİZAN’ı ya da İTTİHAD-I OSMANİ, VATAN ve İSTİRDAT hatta DAVUL, TOKMAK ve BEBERUHİ gibi mizah dergilerini de bu meyanda sayabiliriz.
I. Dünya Savaşı sonuna doğru Osmanlı topraklarından İsviçre’ye ve özellikle de Cenevre’ye giden asker ve sivil yöneticilerle birlikte orası âdeta Türk siyasilerinin yaşam merkezi hâline gelmişti. Bunlar arasında; Genelkurmay eski Başkanı Rıza ve Afif Paşalar, Halep eski Valisi Kâzım Bey, Şeyh Şamil’in damadı ve Medine eski Muhafızı Osman Paşa, Abidin Paşazade Rasih, içişleri eski bakanı Reşid Paşa, Dr. Rıza Nur, Hakkı Halid, Şefik Esad, Kemal Mithat, Kıbrıslı Şevket, Asaf Muammer, Hüseyin Siyret, Süleyman Paşazade Adil, Selim Nüzhet, Osman Nevres, Nusret ve Sunullah Beyler ile Rıfat Paşa gibi yaşamını Cenevre’de sürdürenler vardır. Mahmut Muhtar Paşa ile İkdam Gazetesi sahibi Ahmet Cevdet Bey ise hemen yakındaki Lozan’ı tercih etmişlerdir. Yakup Kadri (Karaosmanoğlu), Muhiddin Bey ile Mahmud Nedim Paşa da tedavi olmak üzere Davos’a yerleşmişlerdi. Bu tanınmış kişilerin yanı sıra, Jön Türklerden Süleyman Nazif, Sami, İzmit milletvekili Ziya Bey de İsviçre’yi tercih edenler arasında yer almıştır.
I. Dünya Savaşı öncesinde İsviçre’deki Türk öğrencilerin bir araya geldiği merkezlerin başında “Türk Kulüpleri” ve “Türk Yurdu” adıyla bilinen yerler geliyordu. 15 Nisan 1911 tarihinde kurulan Cenevre Osmanlı Kütüphanesi de, 21 Ekim 1911’de, Cenevre Türk Yurdu adıyla faaliyete geçmiştir. Türk milliyetçiliğini yaymak ve savunmak amacıyla kurulan bu yurtların kuruluşuna dönemin tanınmış Türkçülerinden Hamdullah Suphi (Tanrıöver) ve M. Nermi gibi seçkin Batıcı aydınlar katılmışlardır. Bu Yurt’lara, sonradan Cumhuriyet döneminde başbakan olan Saraçoğlu Şükrü Bey başta olmak üzere, birçok genç üye olmuştur. Aynı Yurt’un ileri gelenleri arasında; Münir Mazhar, Şevket Mehmed Ali, Fahri, Hakkı Hayri, Sedad, Nabi, Asım Germenli, Rauf, Mahmut Esat (Bozkurt), Cemal Hüsnü (Taray) gibi bakanlık da yapmış birçok kişi yer almıştır.
Cenevre Türk Yurdu’nun da katılımıyla, 27 Aralık 1911’de, Gramont Köyü’nde, “Birinci Yurtçular Derneği” toplantısı yapılmıştır. Bu ilk derneğin kurucuları arasında; sonradan Türkiye’de etkin olmuş kişiler de var. Bunların başlıcaları; tıp öğrencilerinden Haznedaroğlu Sedat, Şefik, Germenlioğlu Âsım; hukuk öğrencilerinden Celaleddin Arif; kimya öğrencilerinden Ferit Recep (Eczacıbaşı); sosyoloji öğrencilerinden Ziya (Hilmi Ziya Ülken), Molla Aşkıoğlu İsmail Hakkı (Baltacıoğlu). İkinci Yurtçular Derneği toplantısı ise, 28 Mart 1913’te, Cenevre yakınlarındaki Petit Lance köyünde gerçekleştirilmiştir. Toplantı başkanlığına Yusuf Kemal (Tengirşenk) seçilmiş; İstanbul Türk Ocağı Başkanı Hamdullah Suphi (Tanrıöver) ise toplantıda bir konuşma yapmış, Ziya Gökalpçi görüşün egemen olduğu bu toplantıda bir de “Yurtçular Yasası” hazırlanmıştır.
İsviçre ve özellikle Cenevre savaş bölgelerinden kaçan yüksek tabaka insanların da sığınak yeri, dünyanın hasta zenginlerinin tedavi merkezi, uyuşturucu kaçakçılarının barındığı sakin bir liman ve tabii yüksek tahsil görmek isteyenlerin geldiği bir beldeydi eskiden. Şimdi de öyle. Her gün uluslararası sayısız toplantının gerçekleştiği bir kent. İLO, GATT’ın devamı WTO; WHO, CERN gibi şu an 134 resmî uluslararası kurum ve kuruluş ile 120’nin üzerindeki uluslararası STK’nın merkezinin de yine Cenevre’de olduğu düşünülürse ne demek istediğimiz anlaşılır. Dünya çapında uluslararası problemlerin çözümü için tarafların toplantı ve görüşmeler yaptığı bir şehir burası.
Leman Gölü’nün bir kenarında Osmanlı’nın varisi Türkiye’ye göreceli bağımsızlığının verildiği ya da Batı’ya mecbur edilişinin resmen tescil edildiği anlaşmanın olduğu ünlü Lozan, diğer kenarında da Cenevre var. Başka bir ifadeyle bu coğrafya Osmanlı’yı tasfiye edenlerin varis ülke Türkiye’yi sistemlerine kabul ediliş şartlarının dayatıldığı yer. Yani, Türkiye’nin hedefinin farklı bir medeniyet alanından artık diğer bir medeniyet alanına doğru olacağının tescil edilmiş olduğu yer.
Türkiye’nin bir zamanlarının doktor ve mühendis ağırlıklı bu devlet adamlarının, yönetici kesimin, aydın gençlerin okuduğu yazarlar ve düşünürler daha çok Ludwig Büchner, Ernst Haeckel, Gustave Le Bon, Auguste Comte, Carl Vogt, Friedrich Nitsche, Felix Le Dantec ve Charles Darwin ve benzerleriydi. Kendi öz kültür kodlarından yeni bir fikir üretimi ve kültür inşaası gerçekleştiremeyen; Balkan Savaşları’nın, I. Dünya Savaşı’nın, Milli Mücadele’nin dayandığı o kadim medeniyet değerlerini bir bir dejenere eden o Türkçü önderlerin kimisi ve onların öğrencileri sonunda Türk Müziği’ni yasaklamak, İslam’ı disiplin ve çerçeve içine almak gibi, kendi bacaklarına kurşun sıkma misali işlere bile başvurdular.
Bırakın Bursa, Bilecik ya da Söğüt’ün yayla ve dağ köylerinin tarihî mirasının peşinde olmayı, İstanbul’un hemen yanındaki Kayışdağı’ndaki berrak su pınarlarını bile gözardı ederek ta Alp Dağları’nın eteklerindeki Leman Gölü sahilindeki Cenevre’de “Biçare millet-i Osmaniye” üzerine fikir yürtüten, nice zadegân gören kültür tarihimizden alınacak çok dersler var.
I. Dünya Savaş’ının o emperyalist paylaşımının hemen sonrasında nasıl haritalar değiştirildiyse, yüzyıl sonra bugün de haritalar yeniden çizilmek ve değiştirilmek isteniyor. Tarafsız küçük bir coğrafya imiş gibi tavır alan İsviçre ve özellikle Cenevre şehri, o zaman olduğu gibi bugün de alınan kararların legalleşmesinde önemli bir yer işgal ediyor.
Fotoğraflar: Isabelle M. Beck