Sanatlardaki Hümanizm İtalyan Rönesansı ve İslami Kültür
Liana De Girolami Cheney
15. yüzyılda, hümanizm denilen rönesans entelektüel hareketi, Avrupa’da ve özellikle İtalya’da yeni bir hayat ile bir canlanmayı müjdeledi. Bu hareket, İslami metinleri de kapsayan antik idealleri araştırmayı teşvik etti. Klasik edebiyat üzerine yapılan çalışmalar ve tercümeler, bilim araştırmaları, haritacılık çalışmaları, uygulamalı matematik ve astronomi, yeni bir siyaset, edebiyat, sanat, müzik, felsefe ve din anlayışı doğurdu. Bununla beraber, bu antik metinlerin canlandırılmasıyla sosyo-ekonomik ve siyasi eylemlerdeki şehirli bir ahlak arayışı, aynı zamanda ufak ortaçağ köylerinin kentleşmesiyle bunların bağımsız şehir-devlet ve dukalığa dönüşümü ortaya çıktı. Şehirli hümanizm ile hümanizmin bir birleşmesi olan bu kültürel olaylar, İtalya’da ticaretin yanı sıra görsel sanatlarda, siyaset felsefesinde ve dinde bir altın çağ yarattı. “Evrensel insan” ve bireyin yüceliğine olan vurgu, ilahî bir mahlûk olarak birey ile birlikte anılmaya başlandı. Rönesans Neo-Platonculuğu olarak bilinen pagan felsefelerinin ve dinlerinin Hristiyanlaşması, Tanrı’nın yaratması ile bireyin yaratma veya icat etmesi arasında bir paralellik sağladı. Bireyin yüceliğinin önemi, asil ve yiğitlik erdemi olarak İtalyan hümanist ün/şöhret kavramıyla bağdaştı ve aynı zamanda sanatçının rolü önemsiz bir emekçiden entelektüel bir yaratıcıya yükseldi.
Doğal kaynakları tekelleştiren küresel keşifler ve yeni yerlerin kolonileştirilmesi, Columbus ve Amerigo Vespucci’nin yeni dünyayı keşfetmesinin; Vasco de Gama, Ferdinand Magellan ve John Cabot’un seyahatlerinin sonuçlarıydı. Matbaanın icadı antik ve çağdaş yazılara erişimi kolaylaştırdı. Avrupa banka sisteminin Floransalı Medici ailesi tarafından tesis edilmesi, Avrupa’da kültürel-ekonomik genişlemeyi ve piyasa ekonomisini temin etti.
Rönesans hümanistleri için tarih, özellikle dairesel tarih bu kimselerin eğitiminde hümanist kültürün parçası olarak kayda değer bir konuydu. Hümanistler; siyaset, ahlak felsefesi ve sosyal mevzularda klasik tarihçilerin yazılarından ilham aldılar. Hümanistler için tarih üç döneme ayrılmıştı: 1) Geç antik çağda zayıflayan kültür ve medeniyet devresi olarak görülen klasik dönem, 2) Karanlık ve cehalet devresi olarak görülen ortaçağ dönemi, ve 3) Klasik ideallerin ve medeniyetin yenilendiği modern hümanist dönem. Bu yeni hümanist dünya, medeniyetlerin yükselmesini ağaçlardaki, hayvanlardaki ve insan hayatındaki organik büyümenin doğrusal safhalarıyla karşılaştırarak doğrusal zaman anlayışını doğadan tarihe kadar temellük etti. Hümanistler, antik medeniyetin, barışın ve refahın kayıp altın çağını yeniledikleri için yönetici ve devletleri alkışlamış ve mazidekini geride bırakan yeni bir altın çağa övgüde bulunmuşlardır. Sanatçılar, sanatsal başarılarını ve kendilerinin eğitimli hâmilerini görkemle görselleştirdiler.
Bu ekonomik ve kültürel genişleme; yöneticilerin, tüccarların, ruhbanların ve asil ailelerin sanatlara maddi yatırmalarını teşvik etti. Şehirli, siyasi ve ahlaki mutabakatın yeni hümanist idealleri, bireyin şehirli ve manevi zaferleriyle bağlantılı rönesansın şöhret kavramına yerleşmiştir. 15. yüzyıldan sonra İtalya’da hümanist prensler, yargıçlar ve papalık erkânı, kendilerini ve rollerini yüceltmek için iki tür sanat eseri ısmarladılar. Bunlardan ilki: Görsel bezemeli eserler ve duvar halılarıdır. Mantegna, Pinturicchio, Raphael ve Giulio Romano gibi sanatçılar tarafından yapılan bu eserler, klasik antik çağlardan Büyük İskender ve Sezar gibi tarihî şahsiyetlerin yaşadıkları olayları nakletmiştir. Floransa’daki kasabalı asker ve yargıçlar da zulme karşı asilce savaşan kahramanların işlendiği dekoratif sanat eserleri ısmarladılar. Diğer tür dekoratif eserler, antik zamanlardan Platon, Aristo, Sokrat ve Homer gibi ünlü insanların portrelerini, Roman büst portrelerini, meşhur hocaları ve tarihî olayları vurgulamıştır. Bu sanatsal arayışlara modern kahramanlar da eklenmiştir.
Tarihsel şahsiyetlerin bu dekoratif figürleri; sosyal rical, elçiler ve seçkin misafirler gibi hedeflenen kitle için ahlaki ve siyasi mesajlar vermekteydi. Fakat amaçları sadece kendi siyasi ajandalarını ortaya çıkarmak değildi, aynı zamanda yeni hümanist tarih ve şöhret kültürünü çeşitli izleyiciler ile paylaşmaktı. Buna ek olarak, dekoratif eserlerin mesajı modern hâmilerin, ailelerin, enstitülerin, devletlerin, mahkemelerin, şehirlerin erdemlerini tanıtmak ve onları ünlü yerlerde, siyasi salonlarda daima yüceltmekti ve bu şekilde yeni tarihsel bir kültür yaratmaktı. Amaç, bu hâmilerin onur, cesaret, metanet, iyilik ve şöhret gibi şehirli erdemlerini kendilerinin hususi saraylarında ve devlet saraylarında, halka açık alanlarda ve meydanlarda görsel bir şekilde kaydetmekti. Böylece ahlaki mesaj sekülerleştirilecek ve yeni bir etik ve tarihsel kültür yaratılacaktı. Elit sosyal ve siyasi sınıfın, aynı zamanda tüccar ve lonca sınıflarının görsel ve materyal kültürün tarihin ayrılmaz parçası hâline getirilmesinde, İtalyan rönesans sanatı Avrupa’da yeni tarihsel değerlerin tanımlanması ve yayılmasıyla büyük bir rol oynamıştır.
İtalyan Rönesans sanatı, mahkemelerin ve şehirli hâmilerin en yüksek seviyesinde Avrupa sanatını etkilemiştir. Bu anlamda klasik tarih en yüksek sosyal ve politik seviyede, saraylar ve kabul salonları gibi öne çıkan yerlerde görüldüğü üzere Avrupalı sanata girmiştir. Ve hümanizm ile rönesans sanatı tarihin yeni bir görsel kültürünü sunmuştur.
Klasik bilginin yeniden canlandırılmasıyla beraber astronomi ve aynı zamanda astroloji de diyebileceğimiz kozmos anlayışı, rönesansın hümanist çalışmalarının bir parçası olmuştur. Arapça öğretilerden etkilenen Yunan ve Roman astrolojisi, ortaçağda Avrupa’ya geçmiş ve rönesans astrolojisine dönüşmüştür. İki eğilim, klasik veya Helenistik astrolojik tekniklerin benimsenmesini geliştirmiştir: 1) 2. yüzyılda yaşamış İskenderiyeli Yunan astrolog Claudius Ptolemy’e yapılan yeni bir vurgu ve 2) İslam’dan türeyen ortaçağ astrolojisinin devam etmesi. Rönesans hümanistleri için kozmos çalışmalarının dayanağı Yunan ve Roman astrolojisinden gelmesine rağmen Arap astrolojisi ve astronomisi kaynağını Babil ve Keldani kültürlerinden almaktaydı. Arap kozmolojisinin gelişimi Farisi, İbrani, Harranî, Sabî ve Hindu astronomileriyle bütünleşerek meydana gelmişti ve bunun Batı’ya aktarılması 12. ve 13. yüzyıllarda yeni bilimin bir parçası olarak gerçekleşmişti. Bu yeni bilim, ortaçağ kültürünün dinî yapısı ve hayatında, Zodyak burçları ve takım yıldızlarına göre ay ve mevsimsel değişim çalışmalarına bir rehber olarak asimile olmuştu. Örneğin, 12. yüzyılda Otranto Katedrali’nin nefindeki mozaik yüzey, 13. yüzyıl Fransa’sında Amiens’te Notre Dame’da kapılardaki heykelsel döngüler ve 13. yüzyıl Floransa’sında San Miniato al Monte’de vaftizhanedeki taban planı tasarımı.
Floransa rönesansında, klasik kozmolojik çalışma Marsilio Ficino’nun Neo-Platoncu yazılarında özümsenen astronomi ve astrolojiyle birleşmişti. Fakat astrolojinin günlük hayattaki pratik kullanımına ışık tutan İtalyan astrolog Luca Gaurico idi. 1552’de Gaurico; papaların, kardinallerin, öne çıkan dinî liderlerin, kralların, asillerin, müzisyenlerin ve sanatçılarının doğum çizelgelerini anlatan Tractatus Astrologicus’u yayımladı. Bunun yanında, astroloji matbaanın keşfi ve takvimlerin yayılmasıyla popülerleşti. Bu yeni altın çağda, astrolojik referanslarla uyumlu temsiller; rönesans Avrupa’sındaki taç giyme törenlerinin, papalık seçimlerinin, dinî ve dünyevi tatillerin ve önemli yöneticilerin doğum günü, evlilik ve cenazeleri gibi önemli günlerin kutlanmasında kullanıldı. İtalya’nın gelişmiş şehir devletlerindeki asiller, krallar ve varlıklı burjuva, astrologlara kendi meselelerine rehberlik etmeleri konusunda danıştılar. Aynı zamanda, kendi hususi şapellerini, kümbetlerinin içini ailelerinin kökenlerinin astrolojik çizelgeleriyle oluşan tasarımları yaptırdılar. Örneğin, Floransa’da, Santa Croce’de revaklı avludaki şapelde Pazzi ailesi doğum çizelgeleri ve yine Floransa’da, San Lorenzo’daki şapellerinde Medici ailesinin doğum çizelgeleri vardır. Astroloji birçok üniversitede öğretilmekteydi ve ortaçağ dünya görüşünün, metafiziğinin ve felsefesinin bir parçası olarak kabul edilmekteydi.
Rönesans hümanistleri için klasik kozmoloji küresel bir evreni teşkil etmekteydi. Gezegenler mevsimlerin, gündüz ve gecenin dairelerinin etrafında dönmekteydi. Bu kozmik gelenek Aristo’nun Kozmos Üzerine isimli eserine atfedilmektedir. Aristo’ya göre mükemmel şekiller olarak görülen dairesel çemberler ilahî düzen için hazırlanmıştı. Bunun yanı sıra rönesans hümanistleri, Aristo’nun konumunu Platon’un metafiziksel ilkelerine göre anlıyorlardı. Platon’un ilkelerinde daire, kozmosa yayılan her şeyi birleştirici ilahî sevginin gök kubbedeki mükemmel birliğini sembolize etmekteydi ve dünyaya ait küre ise kozmosun bir parçası olmasına rağmen daha düşük bir küreydi ve maddi dünyayı içermekteydi. Rönesans hümanizminde Plato’nun görüşleri Floransalı Neo-Platoncu filozof ve hümanist Marsilio Ficino tarafından yankılanmaktaydı. Ficino’nun idealleri Medici ailesi tarafından takdirle karşılandı ve onların sanat hâmiliği ile Boticelli’nin Primavera ve Venüs’ün Doğuşu eserlerinde Floransa’da Galleria degli Uffizi’de zuhur etti.
Doğanın metafiziksel ve fiziksel alanları sadece semavi düzenle değil, dünyayı da ilgilendiren yeryüzüne ait düzenle bağdaştırıldı. Doğa, ilahî akıl tarafından yaratılan ve devam ettirilen kozmik bir düzendi. Doğa ve doğanın evrensel ilkeleri, gezegenlerin semavi kubbelerin müziğine uyarak yaptığı dansta birleşmekteydi. Doğanın bu evrensel ilkesi semavi gezegenlerin astrolojik yönetimiydi ve yeryüzünün maddesini yönetmekteydi; yani makro-kozmos mikro-kozmosa hükmetmekteydi. Küçük gezengensel sistem, devlet ile birey ilişkisiyle bağdaştırılan bir mikro-kozmosa dönüşmüştü. Bundan dolayı yeryüzüne ait olan alanda doğa yüce unsurların ve varlıkların hâkimiydi ve daha az yüce olanlara hükmetmekteydi. Geniş gezegensel sistemde ise makro-kozmos hiyerarşileri ve evrensel kanunları, yani ilahî yönlendirmeyi sağlamaktaydı.
Bu kısa çerçeveyle, rönesans sanatçıları metafiziksel ve fiziksel düşüncelere sanatların görselleştirilmesinde özenmekteydi. Sanat ilahî bir kavrayıştı; sanatçı ise, görünen ve görünmeyen evreni yaratan Tanrı tarafından yaratılmış, görsel nesnelerin yaratıcısıydı. Sanat; bir şehir devleti, bir yöneticiyi veya bir bireyi yüceltme amacıyla didaktik ve ahlaki bir görsel araçtı. Sanat, insanların geleneklerini ve özellikle de bireyin ve ilahî yaratılışın güzelliğini ortaya çıkaran toplumun yan ürünüydü. Bir yaratıcı olarak sanatçının rolü, evreni yaratan Tanrı’nın rolüne paralellik arz ediyordu. Tanrı’nın güzel bir dünya yaratması gibi sanatçı da güzel nesneleri ortaya çıkaran kişiydi. Bundan dolayı sanatçı güzel nesneleri iki sebepten ötürü yaratmaktaydı: izleyiciler tarafından beğenilmesi ve izleyicileri estetik bir uyanışla ilahî olana bağlamak ve onların Tanrı ile bütünleşmesini sağlamak.
Bu fikirlerin örnekleri, Floransa’da bulunan Santa Croce’nin revaklı avlusundaki Brunelleschi’nin Pazzi şapelindeki kubbesel mimarisi, yine Brunelleschi’nin San Lorenzo kilisesinde kutsal eşyaların bulunduğu eski odada; ya da San Lorenzo kilisesinde bu odanın yenisindeki Mikelenjelo’nun Medici Şapel’inde görülebilir. Bu büyük gösterişli mimariler şu sanatsal arayışları ortaya koymaktadır: 1) Kubbelerin küresel şekilleri gök kubbeye; kubbenin on iki parçası on iki havariye işaret etmektedir; kubbelerin merkezindeki göz/açıklık ışığın mimari şekilde girmesine imkân sağlamaktadır.
Gökten gelen doğal ışık dinî bir yapıya girmesiyle sembolik olarak semavi veya ilahî ışığa dönüşmektedir. Dahası, kutsal bir yer olarak adak taşının üzerindeki kümbet, gezegensel çizelgeyle tasarlanmıştır ve bu da önemli kimselerin doğmasında, Zodyak burcu üzerindeki Tanrı’nın egemenliğine işaret etmektedir. Şapeldeki kubbe ve kümbetin pandantif tarafından askıya alınması (askıdaki kubbe denilen şey) sadece fiziksel ve sanatsal bir ustalıkla kubbenin askıya alınmasını değil, aynı zamanda askıdaki kubbenin gök kubbeyi sembolize etmesine de işaret etmektedir. Brunelleschi mimaride kozmosun makro-kozmosunun, bir mikro-kozmosunu yaratmıştır.
Brunelleschi’nin mimari yaratımında, izleyici klasik etkileri gözlemektedir. Bu gözlem Roma’daki Pantheon, Hadrian kubbesinde ve askıdaki kubbenin oluşumundaki Bizans etkisinde görülebilir. Brunelleschi askıdaki kubbeyi minyatür formatında, Bizans imparatoru Justinian I tarafından ısmarlanan Tralles’li Anthemius ve Miletus’lu İsidore’nin İstanbul’daki Aya Sofya’sından uyarlamıştır.
Rönesans üslubunda benimsenen kubbesel mimarinin küresel bir gidişatı vardır: ilk klasik ve Bizans geleneğinden uyarlanmış, daha sonra sırasıyla Doğu (İslami) ve modern Avrupa’da Batı üslubunu etkilemiş ve akabinde 19. ve 20. yüzyıllarda inşa edilen Amerikan kubbesel gösterişli binalarında doruğa çıkmıştır.
Doğu’dan ve Batı’dan sanatsal yaratıları karşılaştırdığımızda, İslam kültürü ve İtalyan rönesans sanatı arasında çeşitli paragoni (mukayese) imkânları bulunabilir. Her ne kadar iki kültür de kozmosun hayretini ve kozmosun doğadaki ve insandaki ilahî tezahürünü amaçlamasına rağmen temel fark sanatsal güzelliğin ortaya çıkarılmasından ve ifadesinden kaynaklanmaktadır. Sanatsal ideallerin Doğu’dan Batı’ya ya da Batı’dan Doğu’ya, özellikle İslam sanatından İtalyan rönesans sanatına veya İtalyan rönesans sanatından İslam sanatına evrensel ve küresel geçişinin iki seviyesi vardır: manevi ve maddi. İslam ve rönesans sanatındaki manevi benzerlikler dinî mimaride ortaya çıkmıştır. Her iki üslupta da görkemli ilahi yapıların inşası Tanrı’ya bir övgü niteliği taşıyordu. Fark ise imgelerin görselleştirmesindeydi. İslam kültüründe bu yasak iken rönesansta takdir edilen bir şeydi. Her iki üslupta, dinî binalardaki kubbesel yapılar, insanoğlunun Tanrı ile irtibat hâlinde olması için ilahî bir kozmos olan semanın kubbesini yaratma amacıyla gerçekleştirilmiştir. İslam sanatı kendi kültürünü, “Allah’ın mutlakıyetini ilahî ve hukuki bağlılık” yoluyla “dramatik ve kişisel olmayan”, “yönsüz ve gelişmeyen zamana” göre ifade etmiştir. İtalyan rönesans sanatı da ilahî olana ve insan kanunlarına odaklanmıştır fakat bunu geleneklerin benimsenmesi ve kültürün yeni bir tezahürü ile görselleştirmiştir. Örneğin Kudüs’teki Kubbetü’s-sahra, Floransa’daki Brunelleschi’nin Pazzi Şapeli, Vatikan’daki Mikelenjelo’nun Aziz Peter’i, İspanya’daki Kordoba Camisi-Katedrali ve İstanbul’daki Sultan Ahmet Camisi.
Bu örneklerde, doğu geleneğindeki (İslam sanatı) kubbesel yapılar güzel bezemeli kalıplarla, gök kubbeyi donatan mavi ve altın renklerinin dekorasyonuyla görselleştirilmiştir ve hat sanatının yazılarıyla Allah’a sena edilmiştir. Batı geleneğinde (İtalyan rönesans sanatı) kubbesel yapılar ve aynı zamanda kilise duvarları İncil’de anlatılan sahneler, semavi referanslar ile süslenmiştir ve klasik bezemeler yüce yaratıcıya hürmet etmek içindir. Batı geleneği için Tanrı, insanın ilahî olanı kavrayabilmesi için insan zihnine imkân vermiştir. Fakat Doğu geleneğinde “maddenin yayılımı” sadece Tanrı’nın soyutlaştırmasının insan zihni tarafından algılanabileceğini ve dolayısıyla ilahî olanın tecrübe edilmesindeki mistik bir yaklaşımı göstermektedir.
İtalyan rönesans sanatı, İslam sanatındaki revaklı avlu ve bahçe tasarımlarından faydalanmıştır (Kordoba Camisi ve Brunelleschi’nin Santa Croce kümbeti karşılaştırılabilir). Ortasında veya yanında bir su kaynağı bulunan kare bahçeden müteşekkil kapalı bahçe, kiliselere komşu birçok alanlarla birleşmiştir; örneğin Brunelleschi’nin Floransa’da, Santa Croce’da tasarladığı revaklı avlu. Kapalı bahçe kavramı ve sembolik anlamı, cennetteki ıtırlı bahçenin veya Bakire Meryem’in saflığının bir sembolü olarak dinî tablolarda yer etmiştir; örneğin, Fra Angelico’nun Floransa’da San Marco Manastırındaki Annunciation isimli eseri.
Maddi kültürün üretiminde İslami etki, özgün ve tekrar eden geometrik tasarımlarda görülebilir. Horror vacuii [boş alanın korkusu] seramiklerde, vazolarda, halılarda ve duvar halılarında görselleştirilmiştir. Bunun aksine İtalyan rönesans sanatlarının tasarım kalıpları, perspektifsel yanılsama ve kişisel referanstan oluşmaktadır. Fakat Doğu ve Batı arasındaki ticari değişmeler, İtalyan rönesans sanatındaki şu tür eserlerde iyi bir şekilde kaydedilmiştir: Memluk üslubunda kitap tezhibi ve ciltlemesi, halılar, süslemeler ve sahte Kufî tasarımları, kıyafet ve kostüm ve seramik işleri.
Doğu ve Batı kültürlerinin klasik kozmoloji ile eriyip kaynaşması, özellikle İslami mistik kültürü ve tezyininin İtalyan rönesans sanatının hümanizm ile birleşmesi, küresel bir manevi sanatı ve mimaride tezahür eden sanatsal güzelliği ortaya çıkarmıştır.