ÖLÜM KARŞISINDA BUDİZM VE HRISTİYANLIK
Senail Özkan

  • Sabah Ülkesi - Cover
  • Doğum ve ölüm sudaki hava kabarcıklarına benzer.
    Su hakikidir. Kabarcıklar geçicidir;
    sudan fışkırır tekrar suyun içine düşer.
    İlahî varlık da sonsuz bir ummandır; ruhlar onun habbecikleridir.
    Ondan doğarlar, onunla var olup,
    tekrar ona dönerler.

    Sri Ramakrishna

    Budizm ve Hristiyanlık dinî tecrübe ve düşünce alanlarında ölüm ve ıstırap fikrini ilahiyatlarının merkezine oturturlar. Gerçekten de ıstırap ve ölüm perspektifinden bakıldıkta bu iki din bir madalyonun birbirine benzeyen iki yüzü gibidirler. Öyle ki 19. yüzyılın sonuna doğru teologlar, bu iki dinin birbirinden bazı fikirleri aynen aldıklarını ve kendilerine mal ettiklerini yahut birbirlerini bariz bir şekilde etkilediklerini teoloji gündemine taşımışlardır. Bunlardan bazıları Hristiyanlığın çok önemli konularda Budizm’den etkilendiğini; bazılarıysa Budizm’in özellikle de Mahayana-Budizmi’nin Hristiyan teolojiden etkilendiğini savunmuşlardır. Hatta bazı dinler tarihi mukayesecileri bu dinlerden birinin, diğerinin kopyası olduğunu ileri sürmüşlerdir.1

    Evvela şunu belirtelim ki Budizm’le Hristiyanlık arasındaki benzerliğe dikkat çeken filozoflardan biri Nietzsche’dir. Filozof, Antichrist (Deccal) başlıklı eserinde bu iki dinin akrabalığından bahsetmekte ve tercihini Budizm’den tarafa kullanmaktadır:
    Hristiyanlığı lanetlememle, onunla akraba olan, hatta inananların sayısı daha fazla olan bir dine yani Budizm’e haksızlık etmek istemem. İkisi de nihilist dinler olarak aynı sınıfa girerler – décadence dinleridir bunlar-, ama, en ilginç biçimde de birbirlerinden ayrılırlar. Şimdi karşılaştırılabilir olmalarını da, Hristiyanlığın eleştiricileri Hint bilginlerine borçludurlar. Budizm, Hristiyanlıktan yüz kere daha gerçekçidir- bir nesnel ve serinkanlı soru sorma mirası taşır, yüzlerce yıl sürmüş bir felsefe geleneğinden sonra gelmiştir, bunun “tanrı” kavramı da, daha gelirken, giderilmiştir. Budizm, tarihin bize gösterdiği biricik sahici pozitivist dindir, bilgi kuramında bile (sert bir fenomenalizm), artık “günaha karşı savaş” demez, gerçekliğin hakkını vererek, “acıya karşı savaş” der.2

    Gustav Mensching, 1930 yılında kaleme aldığı bir araştırmasında 3 Budizm ve Hristiyanlıkta acı ve ıstırabın mana ve önemini izah eder. Alman teolog, Budizm ve Hristiyanlığın sıklet noktasını ıstırabın teşkil ettiğini vurguladığı yazısında her iki dinin ıstırap karşısında aldıkları pozisyonun bu dinler arasındaki farkı da belirginleştirdiğini belirtir. Hristiyanlık beşeriyetin ıstıraplarının vaktiyle “ilk ve aslî günah”a duyulan şiddetli arzudan kaynaklandığına inanır. Peki, söz konusu “ilk günah” ne idi? Hz. Âdem ve Havva’nın cennetten kovulmasıyla neticelenen ilk günah, Kitab-ı Mukaddes’in Yaratılış 3. bölümünde anlatılmaktadır.

    Bilgi marifetiyle Tanrı gibi olma arzusu sadece Hz. Âdem’e ve Hz. Havva’ya değil, bütün insanlığa pahalıya patlamıştır. Evet, Hz. Âdem’in işlediği bu günah bütün insanlığa mal edilmiş ve bu ilk günahın yarattığı korku bütün hayatı gölgelemiştir. Hristiyan inanışına göre hiçbir insan bu ilk günahın yarattığı hasardan, ruhlara verdiği korku ve pesimist duygulardan kurtulamaz; çünkü Hz. Âdem bu günahı bir fert olarak değil, bilakis bütün insanlığı kendi varlığında taşıyan birisi olarak işlemiştir. Dolayısıyla Hz. Âdem, sadece kendi kaderini değil, bütün insanlığın kaderini belirlemiştir. O yüzden Kitab-ı Mukaddes’te, “Günah bir insan aracılığıyla, ölüm de günah aracılığıyla dünyaya girdi. Böylece ölüm bütün insanlara yayıldı. Çünkü hepsi günah işledi.” (Rom. 5, 12.) denmektedir.

    Hristiyanlık Hz. Âdem’in işlediği bu “ilk günah”ı dünyadaki ıstıraplarımızın müsebbibi olarak görür. “İlk günah” ile Hz. Âdem ve onun şahsında bütün insanoğlu Allah’ın ilahî kanununu ihlal etmiş ve O’ndan uzaklaşmıştır.

    Herkes günahkârdır ve dünyada ıstırap çekmeye mahkûmdur. Şu var ki çekilen ıstıraplar beyhude değildir. Istıraplar insanı kurtuluşa götüren en hızlı atlardır, diyor Meister Eckhart. Bu meyanda Hz. İsa en büyük kurtarıcıdır, müjdecidir; çünkü o, ilk ve aslî günahtan dolayı beşeriyetin bütün ıstıraplarını yüklenmiştir. Hz. İsa acının en korkunç ve en dehşetlisine katlanmak ve hatta bu uğurda hayatını feda etmek suretiyle kalplerde rikkat, merhamet ve sevginin tezahür etmesine; insanın içindeki en güzel vasıfların uyanmasına sebep olmuştur. Hz. İsa çektiği acılarla kalplerde bir kurtuluş kıvılcımı tutuşturmuştur. Bu meyanda onun bir kurtuluş müjdecisi olduğu Kitab-ı Mukaddes’in Yeşaya 53. bölümünde çok lirik bir dille anlatılmaktadır:

    1. RAB’bin önünde bir fidan gibi, kurak yerdeki kök gibi büyüdü. Bakılacak biçimden, güzellikten yoksundu. Gönlümüzü çeken bir görünüşü de yoktu.
    (…)
    2. Baskı görüp eziyet çektiyse de ağzını açmadı. Kesime götürülen kuzu gibi, kırkıcıların önünde sessizce duran koyun gibi açmadı ağzını.
    (…)
    3. Bundan dolayı ona ünlüler arasında bir pay vereceğim, Ganimeti güçlülerle paylaşacak. Çünkü canını feda etti, başkaldıranlarla bir sayıldı. Pek çoklarının günahını o üzerine aldı, başkaldıranlar için de yalvardı.

    Hz. İsa’nın çarmıhta çektiği acılar Hristiyanlığın merkezî bir meselesidir. Hristiyan teologlar buradan bir aşk metafiziği inşa etmişlerdir. Bizim burada bu konuda serdedilen düşünceleri hülasa etmemiz mümkün görünmüyor; ancak Gustav Mensching söz konusu makalesinde Hz. İsa’nın acı mukadderatı ve ıstıraplarını dört maddede özetlemeye çalışmıştır.4 Buna göre;

    1. Hz. İsa ta işin başında mukadderatın kendisine çektirdiği acıların ve ölümünün bir kurtuluş müjdesi taşıdığının şuurundaydı. Hz. İsa’nın çektiği acılar, ulûhiyet ile Tanrı’dan uzaklaşmış dünyanın buluşmasına dalâlet eder. Dünya Hz. İsa’ya acılar yaşatmakla, onun ilâhî bir varlık olduğuna tahammül edemediğini göstermiştir. Bu da onun gerçekten kutsandığını ortaya koyar.
    2. Bu surette Hz. İsa, ıstırap yoluyla kendisini takip edenlere itaat etmenin yolunu açar. Böylece Hz. İsa, Allah’tan korkan ama dünyaya boyun eğmeyenler için bir numune-i imtisal olur.
    3. Böylece Hz. İsa’nın çektiği acılarla, onun yolundan giden, onu takip edenlerin çektikleri acı ve ıstıraplar arasında bir fark kalmaz. “İsa’nın hayatı bedenimizde açıkça görülsün diye İsa’nın ölümünü her an bedenimizde taşıyoruz.” (2. Kor. 4, 10)
    4. Bu düşünceler Paulus’un ıstırap mistiğiyle insicam içerisindedir. Paulus nezdinde ıstırap, Hristiyanlığın muhtevasını oluşturur.

    Yukarıdaki ayetlerden anlaşılacağı üzere ıstırap çeken Hristiyan ile Hz. İsa’nın acıları arasındaki fark ortadan kalkar; çünkü Hz. İsa ile havarileri yahut daha sonraki Hristiyanların çektikleri ıstıraplar mahiyet itibariyle birbirinin aynıdır. Hristiyan bu acılar sayesinde Allah’ın azametinin şuuruna varır. Dolayısıyla bu dünyada çekilen acılar bu şekilde bir anlam kazanmış olur. Buna mukabil Budizm bu dünyadaki acıları tamamıyla menfi olarak değerlendirir.

    Buddha için ıstırabın metafizik bir temeli yoktur ama hayat kumaşının hemen her ipliğinde ıstırabın izleri ve renkleri vardır. Buddha bu durumun fevkalâde farkındadır:

    Istırap ve ıstırabın doğuşu hakkındaki yüksek hakikat budur: Doğuş ıstırap, ihtiyarlık ıstırap, hastalık ıstırap, ölüm ıstıraptır. Kendilerinden nefret ettiğimiz şeylerle karşılaşmamız ıstırap, kendilerini muhabbetle sevdiğimiz şeylerden ayrılmamız yine ıstıraptır. Arzuladığımız şeylere sahip olamamaklığımız da ıstıraptır. Bir kelime ile, bağlanmaktan ileri gelen bu beş küme de ıstıraptır…5

    Buddha, ıstırabın cehaletten kaynaklandığını söylerken meseleye bir dünya görüşü nokta-i nazarından bakmaz. Onun kastettiği, ıstırabın gerçek anlamı ancak Nirvana hakikati göz önünde bulundurulduğunda anlaşılabilir. Bu bağlamda ıstırap bilgisi gerçek dinî bir bilgidir. Varlığımızın cevherine bir zift gibi yapışan egosantrik arzulardan arınmadığımız müddetçe bu bilgiyi, bu gerçek dinî tecrübeyi elde edemeyiz.

    Budizm, ıstırap karşısında isyan değil, bilakis rasyonel bir tavır alıştır. Budizm, ıstıraptan kaçmaz, ıstırabı aşmak için gayret sarf etmez; tam aksine ıstırabı kökünden yok etmek ister. Buddha, hiçbir metafizik güce, dine, tanrı inancına ve felsefeye ihtiyaç duymaksızın, hayatımızı cehenneme çeviren ıstırabın tümüyle yok edilebileceğine inanmış ve bu inancını bir dinî tecrübe hâline getirmiştir. Buddha, ıstırabın köklerine iner; sebeplerini analiz eder ve asırlardır devam eden yeniden doğuş zincirini kırarak ıstırabın varoluş cevherimizdeki sultasına son verir.

    Buddha ıstıraba sebep olan şeyin şiddetli arzu olduğunu belirtiyor. Bu şiddetli arzu yaşama iradesidir. Bu irade insanı dünyaya bağlar, var olmanın esiri eder. Kör bir köstebeği andıran bu irade, şartlar ne olursa olsun durup dinlenmeden hayat yoluna devam etmektedir. Dikkat edilecek olursa Buddha’nın bir bela olarak başından def etmek istediği “hayat iradesi” fikri, asırlar sonra pesimist bir Alman filozofu da girdabına çekecektir. Bu filozof Schopenhauer’dır ve onun “irade felsefesi”nin köklerini Hint düşüncesinde ve Budizm’de bulmaktayız Hayatı içten ve derinden ateşleyen irade, o yaşama susuzluğu nice acılara sebep olur; bizatihi ondan kurtulmak dahi ıstıraplı bir süreçtir. Buddha ıstıraba götüren on iki sebep sayıyor:
    Cehaletten (avijjâ) suretler ve şekiller doğar; suretlerden bilgi ve idrak, bilgiden isim ve beden; isim ve bedenden altı bölge, altı bölgeden temas; temastan his, histen susuzluk (tanhâ); susuzluktan varlığa sarılma; varlığa sarılmadan oluş; oluştan doğuş, doğuştan yaşlılık ve ölüm, acı ve şikâyetler, ıstırap, keder ve umutsuzluk doğar. İşte bütün bir ıstırap dağı böyle doğar.6

    Evet, burada bahis mevzuu olan “ıstırap dağı” bizim dünya hakkındaki cehaletimizden yani ıstırabın tabii sebeplerini bilmememizden değil, bilakis esası doğrudan doğruya transandan bir alana işaret eden ıstırap hakkındaki bilgisizliğimizden doğmaktadır. Daha açık bir ifadeyle burada cehalet yahut bilgisizlik kavramıyla rasyonel bir bilgi kastedilmemektedir. Buddha’nın cehalet (avijjâ) kavramıyla vurgulamak istediği insanın özünün transandan bir dünya ile irtibatı hakkındaki bilgi yahut bilgisizliğidir. Bu transandan dünya Nirvana’dır; ıstıraplarımız Nirvana hakkındaki cehaletimizden kaynaklanmaktadır. Istırabın tamamen yok edilmesi ise Nirvana hakkındaki bilgi ve şuur ile mümkündür. Cehaletimizin sebep olduğu ıstırap acı dolu tecrübelerimizdir; cehaletimizi yendiğimizde varlığımızın esasının, transandan dünya ile yani Nirvana ile irtibatını kurmuş oluruz. Bunun tersi de mümkündür yani Nirvana şuuruna vardığımızda bütün ıstıraplarımızdan ve cehaletimizden kurtuluruz.

    Esasen burada Buddha’nın yaptığı şey Nirvana ile dünyayı iki zıt kutup olarak karşı karşıya getirmekten başka bir şey değildir. Bunu yaparken Nirvana’yı asıl ve mutlak varlık, dünyayı ise fâni ve gölge varlık olarak değerlendirmektedir. Dünya ıstıraplarımızın müsebbibi; ıstıraplardan kurtulmak istiyorsak dünyanın fâniliğini, hayal ve yalan olduğunu çok iyi kavramak zorundayız. Buna karşılık Nirvana, gerçek varlıktır; geçici değildir, ıstıraplarımızın son bulduğu bir adadır. Bir gölge varlık olarak dünya reddedilirken, transandan bir dünya olan Nirvana’ya bir kurtuluş simidine sarılır gibi sarılmalıyız.

    Bu noktada Budizm ile Hristiyanlık arasında hiçbir fark yoktur; zira Hristiyanlık da dünyanın geçici, boş ve hiç olduğunu ve asla dünyaya bağlanmamak gerektiğini vurgulamaktadır. Her iki din de varoluşun alevler içinde olduğunu, bütün insanlığın ıstırap içinde kıvrandığını ve bütün ıstıraplarımızın bu fani dünyaya bağlandığımızdan kaynaklandığını anlatmaktadır. Fark şuradadır ki Hristiyanlık varoluşu ve buna bağlı olarak ıstıraplarımızın transandan bir otoriteye, Tanrı’ya karşı işlenen ilk günahla ilişkilendirip, günahkârlığımızın cezasını çektiğimizi; kurtuluşun, dünyanın hiçliğini ve geçiciliğini anlamakla, dünyayı ve ıstırapları aşmakla mümkün olacağını vurgular. Budizm ise ıstıraplarımızı etik bir zeminde ele almaz; onları asla günah ve kefaretle ilişkilendirmez. Budizm’e göre ıstıraplarımız cehaletimizden kaynaklanır; kurtuluş ise bilgiyle, cehaletten kurtulmak ve varlığımızın esasını transandan dünya ile yani Nirvana’yla ilişkilendirmek ve bu surette ıstırabı kökten yok etmekle mümkündür.

    Hristiyanlık perspektifinden bakıldıkta insanlığın kaderi Hz. Âdem’in işlediği ilk günah ile belirlenmiştir. Hz. Âdem Allah’ın emrine uymamak suretiyle günah işlemiş ve Allah’tan uzaklaşmıştır. Bu ferdî günahın cezası olarak cennetten kovulmuş ve ıstıraba duçar olmuştur. Istıraplarla dolu dünya hayatı Allah’ın emrine uymamanın cezasıdır. Hristiyanlığa göre bu günahtan ve ıstıraplı dünya hayatından kurtulmanın yolunu Hz. İsa açmıştır. Hz. İsa, Hz. Âdem’in Allah’ın emrini yerine getirmemesine karşılık bütün acıları yüklenerek Allah’a mutlak itaat etmek suretiyle süreci tersine çevirmiştir. Hz. İsa’nın bu mutlak teslimiyeti rahmetin bir hediyesi ve aşkın bir ifadesidir. Hristiyan Hz. İsa’nın ıstıraplarını derûnîleştirmek ve nefsinde yaşamak suretiyle bu tersine işleyen sürece katılabilir, Allah’ın merhamet ve sevgisine mazhar olabilir.

    Budizm’de Tanrı’ya yahut herhangi transandan bir güce karşı işlenmiş günah söz konusu değildir. Esasen Budizm’de ne Tanrı ve ne de günah mevzubahistir. Öyleyse ıstırabın kaynağı nedir? Yukarıda tekrar be tekrar ifade edildiği üzere Budizm’de ıstırabın kaynağı cehalettir; hakikatin özü ve mahiyeti hakkındaki bilgisizliktir. Bunun cezası değil ama belki kategorik sonucu karma ve yeniden doğuşlardır. Şu var ki Hristiyanlıktaki ilk günahı andıran şey Budizm’de bir Ben, bir Ego olarak karşımıza çıkmaktadır. İnsanın hayatını cehenneme çeviren şey bu Ego’dur; çünkü bir illüzyondan ibaret olan Ego’ya sarıldıkça insan hakikatten uzaklaşır. Ego ıstırapların gerçek müsebbibidir; Ego hayatı, hastalıkları, yaşlılığı, ölümü ve yeniden doğuşu peşinden sürükler. Buddha, bir canavarla savaşır gibi savaşmıştır Ego ile ve ancak bilgiyle, cehlini yenmekle ve meditasyon marifetiyle bu canavardan kurtulmanın mümkün olduğunu öğretmiştir. Buddha, Nirvana’ya giden yolun ıstırapları kaynağından kurutmaktan, yok etmekten geçtiğini vurgular. Bu da ancak Ego’nun sığındığı kaleyi yıkmakla yani lüksten, ihtişamdan ve debdebeden uzak, asûde bir hayatla mümkündür. Bu bağlamda Buddha, ölümün elinden alacağı her şeyi kurban etmekten çekinmez, buna kendi hayatı da dâhildir.

    Şu var ki onlar için mevzubahis olan ölüm, asla ferdî ölüm değildir. Onlar için ölüm ve hayat kozmik cevelanın merkezindeki altın hakikatten başka bir şey değildir. Buddha, hayat ve ölümü bu kozmik cevelanın bir cilvesi olarak görür. Onun için Tanrı, saf lekesiz bir aynadır; insanlar bu aynaya baktıklarında sadece kendi güzelliklerini yahut çirkinliklerini görürler. Hâl böyleyken Buddha vecd ile başka bir aynaya bakar; bakar ve kalbinin iç mekânlarındaki saf, parlak ve lekesiz aynada derin huzur, ebedî barış ve mutluluğu görünce ebedî olarak gözünü kapar. Dindar kalpler, o büyük ruhun huzur veren, teskin edici son kanat seslerini duymakta ve o ebedî sükûnu hissetmektedir. Her ne kadar paradoks görünse de Nirvana ebedî huzur ve mutluluktur. Dinler tarihçisi Nathan Söderblom’un harikulade sözüyle söyleyecek olursak, “Nirvana Tanrısı olmayan ilâhî bir dünyadır, göndereni nâmalûm bir rahmet hediyesidir.”7

    Hz. İsa’ya gelince, o da meselenin şahsi ve ferdî bir alınyazısı olmadığına dikkatleri çekmek için doğumu ve ölümündeki mucizevî kozmik alâmetine işaret eder. Kâinatı idare eden ilâhî iradenin temsilcisi olarak o, çok ıstıraplı ölümüyle bütün beşeriyetin mukadderatını üstlenmiş olur. Yukarıda dedik ki Buddha için Tanrı, insanların baktıklarında içinde kendi güzelliklerini ve çirkinliklerini gördükleri lekesiz bir aynadır. Hz. İsa içinse Tanrı asla lekesiz ve sessiz bir ayna değildir, bilakis aktif ve müessir aşktır. İlâhî aşk insanı ve bütün varlıkları kendine çeker, değiştirir ve dönüştürür. Allah’ın sevgisi ve muhabbeti en katı kalpleri bile yumuşatır.

    “Aşkta,” diyor Tagore, “çeşitlilik ve farklılık hissi çözülüverir. Ben’in engellerinden kurtulan ve ebediyetin eşiğine varan beşer ruhu nihaî hedefine ulaşmış demektir. O yüzden aşk insanın ulaşabileceği en büyük saadettir; zira yalnız aşk marifetiyle insan bizzat kendinin fazla bir şey olduğunu, evrenle bir olduğunu fark eder.” 8

    Hâsıl-ı kelâm Buddha için ölüm en uyandırıcı hakikatin tecellisidir; Hz. İsa içinse ilâhî aşkın gerçekleşmesinden başka bir şey değildir. Buddha inanılmaz bir irade kudretiyle ölümün elinden silahını almıştır. Buna karşılık Hz. İsa, ilâhî aşk marifetiyle bu dünyada ölümü aşmış ve aşkın ebedî zaferini ilan etmiştir.

    1. Mıchael Von Brück, Whalen Lai, Buddhismus und Christentum, München 1997, s. 115 vd.
    2. Nietzsche, Sämtliche Werke, Kritische Studienausgabe in 15 Bdn. eds. G. Colli/M. Mon- tinari, München/Berlin/New York 1980, Der Antichrist, Bölüm 20, s. 186-187.
    3. Gustav Mensching, Die Bedeutung des Leidens im Buddhismus und Christentum, Giessen 1930.
    4. Gustav Mensching, Die Bedeutung des Leidens im Buddhismus und Christentum, Gies- sen 1930, s. 29-31.
    5. Falih Rıfkı Atay, Hind, Semih Lütfi Kitabevi, s. 139. Krş.: Mensching, Die Bedeutung des Leidens im Buddhismus und Christentum, Giessen 1930, s. 8.
    6. Gustav Mensching, Die Bedeutung des Leidens im Buddhismus und Christentum, Gies- sen 1930, s. 13.
    7. Friedrich Heiler, Die Buddhistische Versenkung, München 1922, s. 42.
    8.Tagore Rebindranath, Gesammelte Werke, Band VII, Sadhana, Der Weg zur Vollendung. Nationalismus, München 1921, s. 42.