KENDİNİ BİLMEK
Necmettin Şahinler
„Kendini bilmek” veyâ “Benlik bilgisi”, insânın var oluşundan başlayan en önemli arayıştır. Şüphesiz buradaki “kendini bilmek” sadece had bilmek, acizliğinin farkına varmak değildir. Kendini bilmek, insânın kendisi hakkında her yönüyle sorgulama yapmasıdır. İnsânı diğer canlılardan ayıran en açık özellik de budur. Çünkü diğer canlılarda bu sorgulamayı yapacak ne idrâk vardır ne de böyle bir ihtiyaç. İnsanın sahip olabileceği en değerli/temel bilgi, kendi varlığının ve benliğinin hakîkatini bilme irfanıdır. Batı düşüncesi “Bil de neyi bilirsen bil!” diyerek, Doğu düşüncesi de “kendini bil, ötesini boş ver!” diyerek hakîkati tek kanatlı bırakmıştır. Hâlbuki ideal olan kendini bilmekten yola çıkarak dış dünyâyı ve eşyâyı da bilerek Tevhid’i gerçekleştirmektir.
İnsânın kendini bilmesi, asıl benliği üzerindeki maskelerin/perdelerin ötesine geçerek “çıplak ben”ine yâni bir anlamda ben ötesi şuura ulaşmasıdır. Başka bir deyişle kendini bilme, insânın varlığındaki iğreti unsurların ötesindeki değişmez realiteyi/özü ortaya çıkarma arayışıdır. İnsânda sahte bir benlik tasarımı oluşmasına yol açan her şey, kendi varlığına ilişkin bilgiden onu alıkoyabilir. Çünkü insânın kendini bilmesinin önündeki engel, kimi zaman sahip olduğu toplumsal statü, elde ettiği kariyer, sahip olduğu ilim veya herhangi bir hüneri, kısaca kişide koşullanmış bir bakış açısı meydana getiren her şey olabilir. İşte bütün bu engeller ortadan kalktığında “insân ne olur veya ne olabilir?” sorusunun cevabı insânın kendini bilmesidir. Her insân kişisel deneyim ve içsel keşif yoluyla zamansal ve mekânsal değişime maruz olmayan kendi öz “ben”ini tanıma ve inşâ etme kapasitesine sahiptir. Bu inşâ sayesindedir ki insân, kendi varlığının mahiyetine ilişkin gerçekliğin farkına varır.
Kendini bilmenin ilk adımı insânın kendi varlığında her kötülüğü yapabilme potansiyeline sahip bulunan bir nefsi bulunduğunu anlamasıdır. Bunu anlayan insân kendi nefsini ve ahlâkını düzeltmenin, başkalarını ve toplumu düzeltmenin öncelikli adımı olduğunu anlar ve bunun gereğini yapar. Kur’ân’ın, “Şüphesiz, dönüş yalnızca Rabbinedir” veya “Bizler, Allah içiniz ve yine bizler O’na dönenleriz” âyetlerine baktığımızda anlıyoruz ki bir “dönüş” ile karşı karşıyayız ve bu dönüş görüldüğü gibi varlığın aslı/kaynağı olan Allah’a dönüştür. Öyleyse insânın kendini bilmesinin bir anlamı da zamandan ve mekândan münezzeh olan varlık ötesi boyutta kendi varlığının gerçek arketipini bulmasıdır. Kendini bilme aynı zamanda insan varlığının derûnundaki gizli “Hakk’ın” ortaya çıkarılması, diğer bir ifâdeyle insânın kendi varlığının derûnundaki ilâhî varlığı temaşa etmesidir. Bu kemâle ulaşanlar, ilâhî varlığın kendi rûhunun en derin ve en merkezi parçasında var olduğunu bilir ve hisseder.
Allah’ın “Ben gizli bir hazineydim, bilinmeyi istedim ve mahlûkatı yarattım.” sözü sadece yaratılışın başlangıcı ile ilgili değildir. Bu sözden geçen “gizli hazine” insânın içindeki ilâhî sonsuzluk potansiyelidir ve dolayısıyla kendini bilme insânın içindeki gizli hazineden haberdar olması anlamına da gelir. İnsanın kendi varlığına dair bilgisi, zorunlu ve evrensel bir insânî bilgidir. Hangi meslek ve statüde olursa olsun, bu var oluş bilgisini ihmâl eden kişi, insân olmanın aslî ödevini yerine getirmemiş demektir. Çünkü kendini bilme, insân şahsiyetinin yüzeysel düzeylerinin ötesindeki değişmez realitenin bilgisidir.
İnsânın “ölümsüz/kozmik ben”e ulaşması üç aşamayı gerektirir: “İnsânın kendisiyle bütünleşmesi, insânlıkla bütünleşmesi ve varlıkla bütünleşmesi.” Kur’ân’ın ana kavramı olan “tevhid” bir anlamda bu üç aşamalı bütünleşmeyi sağlamaktadır. Kur’ân buna, “Allah’a dönüş, Allah’a varma” demektedir. İnsân, Allah’ın pusulasıdır yâni Allah’ın varlığını gösterir. Çünkü âlemdeki varlıklardan her biri Allah’ın bir ya da birkaç sıfatının aynası ve tecelli mahalli iken insan olarak insan zâtı bakımından zorunlu varlık oluşu ve öncesiz oluşu dışında yüce Allah’ın tam bir mazharıdır.
İnsânın Yaratıcı Kudret’le vâsıtasız diyaloğu gerçekleştirebileceği duyular ve madde üstü plânlara gözünü açabilmesi İkinci Doğum veyâ Mânevî Doğum dediğimiz olayla gerçekleşir. Mânevî doğum, maddî doğumun varlık verdiği et ve kan çocuğuna karşılık bir Kalp Çocuğu/Veled-i Kalb meydana getirir. Mânevî doğumun anne ve babalığını kâmil insân ifâ etmektedir. Kâmil bir insânın eliyle gerçekleştirilen doğum, sonuçta Peygamber Vârisi insânı ortaya çıkarır.
Kısaca, “kendini bilmek”, tüm bilgeliğin başlangıcıdır ve “kendini bil” sözü her yolda, her yolcuya söylenen bir öğüttür. Ama şu da var ki bu öğüt yalnızca duymak isteyenleredir. Kulağını hakîkate kapatanlara, kendini bilmeyi “işini yürütme” anlayanlara, yürüyen ölülere faydası yoktur. Kur’ân bu trajik gerçeği şöyle vurgular: “Sen sağıra işittirebilir misin yahut köre doğru yolu gösterebilir misin, ya da sapkınlığa gömülmüş olana?”