MAHYA
Selman Bayer
Annem bayram yapıyor. Evin her yanına yayılmış bir neşeye vurup duruyoruz başımızı. Mahalledeki polislerden rahatsız olup çok sevdiği mahalleyi terk eden Mükerrem teyzenin öncülüğünde Beşevler’deki tüm eski arkadaşları iftara geliyorlar. Annem arı gibi çalışıyor. “Biz de Cuma’ya gidelim bari.” dedi babam. Kime laf çarptığını anlamadım. Böyle zamanlarda yaptığım gibi sessizce gülüverdim.
Kapının önüne geldiğimizde dünden beri bir işler çevirdiğimizden şüphe eden babam her şeyin farkındaymışçasına “Hayırdır!” dedi. “Bizde şer olmaz, elhamdülillah.” dedim. Cuma’ya beraber gitme niyeti anlaşıldı. Ama ben de babamın oğluydum. Ağzımı aramaya niyetlenen yılların mimarını kandırıp her zamanki mekânımıza gittim.
Tüm çocuklar oradaydı. Plan tıkır tıkır işliyordu. Sözleştiğimiz gibi Yunus amcanın atelyesine gidecektik. Erkan biraz geç geldi. Hasan zaten her şeyi ayarlamıştı. Bize yalnızca halatlarla ipler arasındaki bağlantıyı sağlamak kalmıştı. Lambaları da Erkan getirmişti. Asıl meseleye geçilince herkesi bir sessizlik aldı. O zamana kadar hiç ses etmeyen Kasım, “Ben hallederim.” deyince hepimizin dili çözüldü. Hep bir ağızdan nasıl yapacağını sorduk. Tabii cevaplamadı. “Siz orasını bana bırakın ama buradaki her şey aramızda kalacak.” dedi. Davut, “Tamam o zaman Kur’an’a el basalım.” deyince Kasım güldü. “Erkek adamın sözü sözdür, Davut.” dedi. “Adam itlik yapmak istedi mi, Kur’an‘ı da görmez.” Hasan, “Tövbe, tövbeee” diye araya girdi. Sonra da “Doğru diyon lan.” diye ekledi. Lambaları iplere geçirip dağıldık.
Ezan okunuyordu. Camiye tam zamanında vardım. Babam her zamanki yerindeydi. Dışarıdaki devlet suratlı polislerin daha fazla olduğunu görmeseydim caminin içerisine doluşmuş olanların camiye erken gelmenin sevabını kimseye kaptırmamak için müminane bir gayret sarfettiklerini düşünürdüm. Babam beni görünce el salladı. Âlem adam şu babam. Yanında benim için yer ayırtmış. “Yine yerini kaptırmamışsın bakıyorum.” Güldü. Gülüşünden cesaret alıp “Mübarek biraz da farklı yerlerde kıl da ahirette şahidin artsın.” deyiverdim. Bu sefer gülümsemesine çatık kaşlarını da kattı. Dersimi alıp müezzin odasının önünde; hemen merdivenlerin dibindeki bana ayrılan boşluğa çöküverdim. Caminin eski müşterisiyiz tabii, olacak o kadar. Müezzin de tanıdık olunca sıkıntı olmuyor hâliyle. Babamın diğer yanında belinden tuhaf sesler gelen bir komiser vardı. Babamın kulağına, “Çok şey kaçırdım mı?” diye sordum. Dizime yumruğuyla bastırıp gülüverdi. Kafam karışmıştı. Yumruğa göre mi, yoksa tebessüme göre mi tavır alayım derken bir çocukluk daha ettim. Yandaki polise doğru eğilip “İyi dinleyin, sınavda sorarlar.” deyiverdim. Polis anlamadı. Emir kuluymuş. Öyle diyordu babam. Emir kulu olmak çok iyi, hiç düşünmüyorsun. Aradan bir iki dakika geçmedi ki, polis anlamış gibi balık gözleriyle bana bir şeyler söylemeye çalıştı. “Hşşşş!” dedim “Hutbede konuşmak olmaz.” Babamın dişleri göründü. Akabinde de bir tıslama. Polisin karnındaki sesler yeniden başladı.
İmam çok mühim bir meseleden söz ediyordu. Ayetler, hadisler ve özlü sözlerden sonra nihayet konuya girdi. “Aziz cemaat, insan hayatının çok önemli meselelerinden biri de trafiktir.” Trafik önemliymiş, dikkatli kullanmak lazımmış. İnsan hayatına önem vermek, tedbirli ve dikkatli olmak hem farz hem sünnetmiş. Trafikte yayalara da çok iş düşüyormuş. “Karşıdan karşıya geçerken önce sağa, sonra sola bakmak size namazı hatırlatsın aziz cemaat! Namaz da karşıdan karşıya geçme eylemi değil midir? Zaten bir mümin her an ibadet bilinciyle yaşamalıdır, o yüzden aman trafik kurallarına riayet edelim, birbirimizi üzmeyelim.” deyince dayanamayıp babama bir şeyler söylemek için gülerek ona dönüverdim, babam benden hızlı davrandı. İşaret parmağını dudağına götürüp, kaşlarını çattı ve muzipçe “Sakın!” deyiverdi. Espri de içimde patlamış oldu.
Hutbe bitti. Müezzin telaşla kameti getirdi. İki rekât göz açıp kapayıncaya kadar bitti.
İmam selam verdiğinde Cuma’nın en neşeli saatleri de başlamış oldu. İnsanlar sek sek oynayarak camiden çıkmaya çalışıyorlardı. Önce kim çıkarsa en yüksek sevap onun olacaktı. Avluda yere atılan ayakkabılar kızkaçıranlar gibi pat pat patlıyordu. Arada kendi ayakkabısı diye yanındakine meyledenler, ayakkabısını tutturamayıp yere basanlar hep aynı neşeyle hayata koşuyorlardı. Aklımda Kasım vardı. Bizimkilerden kimse gözükmüyordu. Caminin dört bir tarafındaki polisler de artmıştı. Babam “Teravihler yetmiyor, şimdi Cumalara da geliyorlar.” dedi. “Ee böyle böyle Müslüman olacak adamlar.” dedim. Yunus amca babama göz kırpıp “Yaman vallahi senin oğlan.” dedi. Üstüme alınmadım. Onlar havadan sudan muhabbet ederken canım sıkıldı, sağa sola bakınmaya başladım. Tam o anda çınarın altındaki kalabalığı gördüm. Polisler, cemaat, bağırış, çağırış. Gençliğimin verdiği çeviklikle olay yerine intikal ettim. Polisler bizim Kasım’ı yakalamaya çalışıyorlardı. Musalla taşının etrafında köşe kapmaca oynuyorlardı. Bir ara kendilerinden beklenmeyecek bir hamleyle iki taraftan Kasım’ı sıkıştırıverdiler. Kasım mermer levhanın altından yine kaçmayı başardı. Sağdan soldan polise laf atıyorlardı. “Yakışıyor mu, el kadar çocuğa kaç polis dalıyorsunuz.” Herkes oradaydı, bir Erkan yoktu. “Erkan nerede?” dedim, fısıldayarak. Hasan sus işareti yaptı. O ara Kasım’ı yakaladılar. Ulan dedim, tüm planımız suya düştü. Kasım’ın yüzünde güller açıyor. Telaşlandım. Ardımda da karnından konuşan polis. Bir ara onu kaybettim sandım. Şadırvanın oraya doğru yürürken karşıma çıktı. Yanında iki emir kulu daha. “Alın bunu.” dedi. Aldılar.
Hamamın önüne park etmiş otobüslerin ortasındakine oturttular. Bir yerlere kaybolmayayım diye de yanıma bir polis verdiler. Ses etmedim. Camdan dışarı bakarken babamı gördüm. Otobüsün önündeki polise selam verip meseleyi sordu. Eliyle beni gösteriyordu. Polis şaşıydı galiba. Bana değil de hemen altımda duran komisere bakıyordu. Babam meseleyi anladı. Komiserin yanına doğru geldi. Komiserle konuştular. Komiser dönüp bana baktı. Sonra dönüp babama baktı. Sonra bir daha dönüp bana baktı. Ucuz bir Hulusi Kentmen taklidiyle memuru çağırıp bir şeyler söyledi. Tam o anda babamla göz göze geldik. Çaktırmadan göz kırptı. Yanımdaki polis üzerine alındı. “Yok yok, beni kesiyor.” dedim. Anlamadı. Diğer polis gelince aşağıya indik.
Hutbede konuşan polis elini omzuma koymuş, bana nasihat veriyordu. Babam da sessizce dinliyordu. Tam o anda bir ses duyduk. Hepimiz gayriihtiyari o tarafa bakıverdik. Mükerrem teyze elini omzumda unutan polise sesleniyordu. “Hakan evladım, hayırdır?” Hakan Komiser, Mükerrem teyzeyi görünce hemen kendine çekidüzen verdi. “Bir şey yok Mükerrem teyze, ne olacak, görevimizi yapıyoruz. Verin elinizi öpeyim!” dedi. Mükerrem teyze bir anda yeşil deve dönüştü. “Daha el öpme safhasına geçmedik evladım, sen önce o elini çocuğun omuzundan çek bakayım.” Komiser Hakan oldu mu sana kapıkulu! Babam gülmemek için zor tutuyor kendini. Ben hızlıca Mükerrem teyzenin yanına koşup “Mükerrem teyze öp bakayım elimi!” deyiverdim. Mükerrem teyze gülerek başımı okşadı. “Anlaşılan mesajımı almamışsın, nasıl planınız tuttu mu bari?” diye sessizce fısıldadı. Sonra da sesli bir şekilde “Annenler bekliyordur, geç kaldım zaten. Ama eve uğra bir ara, sana bir hediye gönderdi Yüksel amcan.” deyip komisere döndü. “Sorun yok değil mi Hakancığım, gidiyoruz biz.”
Kapıkulu Hakan binbir hürmetle el pençe divan durup bir Mükerrem teyzeye, bir de bize bakıp duruyordu. O öyle ellerini beline toplayadursun biz çoktan olay yerinden uzaklaşmıştık. Polis Kasım ile beraber iki arkadaşı götürdü. Erkan ortalarda gözükmüyordu. Babamlar da peşinden gittiler. “Sen meraklanma, teravihe balkona yetişirler.” dedi. Sevindim.
Akşam oldu. İftarı babamla beraber sessiz sedasız yan odada yaptık. Konuşmayınca yemek çabuk bitiyor. Misafirlere selam edip çıktık. Yüksel amcanın gönderdiği taze fındıkları arkadaşlarıma götüreceğim.
Babam yolda, “Balkondan cemaate atmayacaksınız o fındıkları değil mi?” deyince koptum. “İmamdan önce secdeye gideni görürsek atarız tabii.” dedim. Babam kahkaha atarken ben balkonu düşünüyordum. Kasımlar gelmiş miydi acaba! Gayriihtiyari adımlarım hızlanmıştı. Babam, “Koşturma lan, mekruh!” dedi. “Sensin mekruh.” Tam o anda yokuşu çıkıp meydana varmıştık. Eski hamamın önündeki polisler uzaylı görmüş köylü gibi şaşkınlıkla minareye doğru bakıyordu. Mahyayı gördüm. Gayriihtiyari “Ulan Erkan, helal olsun sana!” dedim. Babamsa yerinde kalakalmış, okumayı yeni çözen bir çocuk gibi mahyayı heceliyordu:
“Al-lah a-kıl fi-kir ver-sin.”