KARAGÖZ EDEBİYATI VE MUSİKİSİ

  • Sabah Ülkesi - Cover
  • Karagöz oyununun büyüleyici ve etkileyici havası, çocukluk yıllarımızda az çok hepimizi etkilemiştir. Artık çocuklarımızı bir hayal perdesi ardında; orijinal müzikleri ve gazelleriyle sergilenen Karagöz oyunlarıyla büyütemiyoruz. Klasik Türk edebiyatı ve musikisinin müşterek ürünü olan Karagöz oyunları, günümüzde maalesef kaybolan kültür mirasımız arasındadır.1 Karagöz ustaları, sessizce aramızdan geçip gittiler. Onların mesleklerine sadece çocuk eğlencesi olarak bakmadıklarını, her birinin derviş meşrebiyle hayatımıza büyük değer kattığını, onları kaybettikten sonra anladık. Son dönem Karagöz ustalarından Hayâlî Küçük Ali’nin bildirdiğine göre, Çanakkale Savaşı’nda Karagöz ustalarının çoğu şehit olmuş; kimi de sonraki yıllarda gelişen ekonomik sıkıntılar yüzünden sanatına dair malzemeleri satmak zorunda kalmıştır. 2

    Osmanlı toplumunun özellikle İstanbul’daki sosyal hayatı hakkında zengin bir kaynak olan Karagöz oyunu (zıll-ı hayâl, gölge oyunu); yüzyıllardır toplumun yaşadığı olayları, beklentileri, dertleri, şikayetleri yansıtırken halk ile saray arasında önemli bir iletişim aracı hâline gelmişti.3Oyunda cahil ama aydın geçinenlerle içten içe alay eden, dürüst, esprili, yoksul, kendi hâlinde, sıradan, saf halkı sembolize eden Karagöz (Çeşm-i Siyâh) ile yarı aydın, nabza göre şerbet veren, kurnaz, nüktedan bir Osmanlı tipini canlandıran Hacivat (Hacı Evhâd/İvaz) maceralarıyla halkın hayatın güçlükleri içinde varoluş mücadelesini ve toplumsal eleştiriyi temsil eden başkarakterlerdir.

    Oyunda ayrıca Kürt, Laz, Çerkez, Arap, Acem, Arnavut, Ermeni, Rum, Yahudi, Tatar, Çingene gibi Osmanlı toplumunun gayrimüslim halkını da kapsayan zengin mozaiği ile kadınlar, sarhoşlar, esrarkeşler, bedensel engelliler, Anadolu veya Rumeli göçmeni, yerel ağızla konuşan meslek erbabı (Bolulu Aşçı, Kastamonulu Oduncu, Kayserili, Boşnak Yeniçeri, Tüccar, Beberûhî, Hokkabâz, Âteşbâz, Köçek, Yosma, Çelebi, Tuzsuz Deli Bekir, Satıcı, Bohçacı vb.) uyum içinde yaşayan tipleri anlatır.4 Ayrıca Karagöz oyununun saray, konak, kahvehane, han, mesire, sokak vb. gibi farklı mekânlarda icra edilmesi halk arasında sınıf çatışması olmadığının göstergelerindendi.

    Halk arasında yaygın olan Karagöz oyununun, sarayda cariyeler tarafından da icra edildiği bilinmektedir.5 Oyunda hiciv yoluyla toplumsal eleştiri yapılırken okunan perde gazellernin bir kısmında; padişaha methiye ve dua edilmesi de halkın saray otoritesine bağlılığını yansıtıyordu. Klasik Osmanlı devirlerinde sergilenen Karagöz oyununun sonunda; padişaha dua edilmesinin ardından Hacivat, İslam halifesine hürmetinin ve bağlılığının nişanesi olarak mutlaka yeri öperdi.6 Osmanlı sarayında Sultan III. Selim’in sarayında Hayâlbâz Hâfız Efendi; Sultan II. Mahmud’un sarayında Hayâlbâz Musâhib Said Efendi; Sultan Abdülaziz’in sarayında Hayâlbâz Rıza Efendi; Sultan Abdülhamid’in sarayında Hayâlbâz Mehmed Efendi karagöz oynatırlardı.7 Sultan II. Mahmud’un meclislerinin en renkli siması olan Hayâlbâz Musâhib Said Efendi; aynı zamanda bestekâr, ressam, giriftzen ve neyzendi. Meclisin kibarları arasında kabul edilir, nükte ve şakaları padişahça pek sevilirdi. Günümüze maalesef hiçbir eseri ulaşmamıştır.8

    Devrinde Şeyh Fehim Efendi, Cerrah Salih gibi mahir karagöz ustalarını takdir eden Ahmed Rasim’in anlattığına göre; Hayâlciler Kahyası Tahir Efendi ve Hayâl Küpü Emin Ağa da bir oynadığı oyunu asla tekrar etmemekle meşhurdu. Yine Karagöz ustası Katip Salih, perde içinde perde açarak karakterlere kanto söyletirmiş. Sonunda muhafazakârlar, alafranga Karagöz oynatıyor, diye tepki göstermişler.9

    Ancak XVIII-XIX. yüzyılda sosyal dokuda yaşanan ahlaki yozlaşma ve siyasi tartışmaların sokağa, kahvehanelere taşması Karagöz oyunlarına da yansımıştır. Baron de Tott (v.1793), Guillaume-Antoine Olivier (v.1814), Gérard de Nerval (v.1855), Théophile Gautier (v.1872), Edmondo Amicis (v.1908) gibi oryantalistler, seyahatnamelerinde; aşırı muzır içerikli Karagöz oyunlarının kız çocukları önünde sansürsüz seyredilmesine hayret ettiklerinden bahsetmişlerdir.10
    Bu tür oyunların ancak II. Abdülhamid Han devrinde (s.1876-1909) yasaklanmasından sonra; Karagöz oyunlarındaki yozlaşmanın önüne geçilmiştir. Ancak Cumhuriyet devrinde Osmanlı geleneğinin redd-i mirası uygulamalarından Karagöz oyunu da nasibini almıştı. Artık devletin rağbet etmediği bu gelenek; yok olmaya terk edilirken aleyhinde kampanyalar bile yürütülmüştür. Mesela, 1940’lı yıllarda gazetelerde “Karagöz de ne imiş, bu zamanda Karagöz oynatılır mı? Bu zamanda Karagöz oynatmak keşkekle viski içmeye, takunya ile tango oynamaya benzer… Dikkat edelim, Karagöz’le falan bugünkü çocuklarımızın zevklerini bozmayalım…” türünden yazılara rastlanıyordu.11

    Günümüzde Karagöz oyunu hakkındaki bazı değerlendirmelerde maalesef, özellikle XIX. yüzyıldaki yozlaşma esas alınarak oyunun kadim örnekleri hiçe sayılmış ve Karagöz oyunu sadece cinsel sapkınlık, zamparalık vb. olayların sergilendiği bir halk gösterisi olarak ele alınmıştır. Mesela, Karagöz oyununda sadece siyasal eleştiri ve müstehcen konuların işlendiğini savunan Metin And; Karagöz’de asla felsefe ve tasavvuf olmadığını iddia eder.12
    Oysa aşağıda anlatacağımız gibi kültürümüzdeki Karagöz oyunu; gerçekte yaratılıştaki hikmeti anlatmayı hedeflemek için ortaya çıkmıştır:

    “…müstehcenlik Karagöz’de değil, Karagöz oynatandadır. Geçmişte Galata Köprüsü altındaki kahvehanelere gelen gemiciler vardı. Gemicilerden para kazanmak isteyen çoğu gayrimüslim sanatçılar, burada ve zengin evlerinde müstehcen gösteriler yapıyordu. İstanbul’a gelen yabancı seyyahlar bunları seyrediyor ve seyahatnamesine yazıyordu. Bunları okuyanlar da Karagöz müstehcen diye bahsediyor.” (Ünver Oral)13

    Karagöz oyununun son üstadı Hayâlî Küçük Ali adıyla bilinen Mehmed Muhyiddin Sevilen (v.1974), ömrünü bu sanata adamıştı. Kendi hazırladığı Karagöz figürleri, yazıları ve kitapları dışında yirmi yıl TRT radyosunda sunduğu oyunlarda Karagöz’ü bizzat seslendirdi. Bugün Karagöz oyunundaki hikmeti keşfetmek ve yeniden yaşatmak isteyenler, Hayâlî Küçük Ali’ye çok şey borçludur. Kadim Karagöz geleneğini XX. yüzyıla aktaran Hayâlî Küçük Ali hiçbir oyununda bayağılaşmamıştır. Onun Karagöz oyunundaki hikmeti önemseyen şu ifadeleri dikkat çekicidir:

    “Karagöz oyunu cidden eğlendirici bir oyundur. Eğer oynatan hayâlbâz ehl-i dil olursa seyrine doyum olmaz. Bugün Avrupalıların ekserisinin evinde bir iki Karagöz tasviri illa ki vardır. Bizim kıymetini bilemeyip yok bahasına satmış olduğumuz tasvirler, bugün Almanya’da pek kıymetdârdır. Ecdâdımızdan yâdigâr olan bu millî Türk eğlencesini lütfen bir parça himaye etmenizi rica ederim.” 14

    Ortaoyunu ve meddahlık kabiliyeti de olan ve Karagöz filmleri de çeken Küçük Ali’nin torunu Hayâlî Torun Çelebi adıyla bilinen Tuncay Tanboğa (v.1997) de dedesinin mirasını ömrü boyunca yaşatmıştır. Son dönemde Ünver Oral’ın gayretleriyle Karagöz oyunundaki hikmet anlayışı yeniden önemsenmiştir. Ünver Oral kadim geleneğin muhtevasına uygun, ama modern tarzda yeni perde gazelleri yazmıştır15 Geçmişin büyük ustaları olan Hâfız Aşkî, Müştak Baba, Hayâlî Memduh Bey, Camcı İrfan, Cerrah Salih, Enderûnlu Nazif, Hayâlî Kâtib Salih, Hayâlî Kör Hasanzâde, Hayal Küpü Emin Ağa, Şeyh Fehim Efendi, Ressam Muazzez, Tecelli Bey’in mirasını Tacettin Diker (v.2014), Mahmut Hazım Kısakürek, Nevzat Açıkgöz, Osman Ezgi, Suat Veral, Emin Şenyer gibi sanatçılar devralmıştır.

    a. Bir Tasavvuf Temsili Olarak Karagöz Oyunu
    Karagöz oyununun tasavvufi kavramlarla ilişkilendirilmesinde oyunun üstâd-ı mûcidi olan Nakşibendî Şeyhi Muhammed Küşterî’nin rolü büyüktür. Acem diyarından Bursa’ya gelen Şeyh Küşterî’nin gölge oyununu icadı hakkında şöyle bir rivayet vardır:16

    Şeyh Küşterî bir gün manevi sohbetini bitirdikten sonra müritlerinden biri ona “Üstadım, sohbetiniz sayesinde uhrevi âlemi anladık. Peki bu dünyevi âlem ve hayat nedir?” deyince Şeyh Küşterî başındaki beyaz sarığı çözmüş, odanın karanlık bir köşesine perde kurmuş. “Bu perdenin dört köşesi şeriat, tarikat, hakikat ve marifettir. Ayrıca bu perdeyi on iki kısma ayırsak her biri On İki İmam’ı simgeler.” Sonra perde ardına bir meşale (şem’a) yakıp elini perde ardına tutar ve gölge yapar. “İşte bu perde Cenab-ı Hakk ile aramıza giren dünyadır. Arkasında yanan meşale ise ruhtur. Dünyadaki varlık âlemi gölgeden ibarettir, hayat budur. Ruh sönerse cisim de yok olur. Perdenin sahibi, Bâkî olan Allah›tır.

    Şeyh Küşterî›nin temsil ile anlattığı bu hakikat, Şeyhü’l Ekber İbnü’l-Arabî’nin sistematize ettiği vahdet-i vücûd düşüncesinin sırrıdır.17 Kısaca açıklamak gerekirse buna göre Allah tek hakikattir. Onun yarattığı her şey varlık aynasında yansıyan gölge ve hayallerdir; varlık âlemi eninde sonunda yok olacaktır. Yaratılan âlemler Allah›ın gölgesidir. “Bakınız! Gölge oyununda perdeyi çeken insan, bakan kişi varlığın bulunduğu durumu tam olarak öğrensin diye onu koymuştur. Bakan insan, perdede farklı suretler görür. Onların hareketleri, tasarrufları ve hükümleri, görünen suretlere değil; tek bir hakikate aittir. Onları var eden, hareket ettiren, bizim ile çekilmiş perde arasında suretleri durduran ise -ki bu perde bizim ile O’nun arasında ayırıcı sınırdır ve bu sayede ayrım gerçekleşir- Allah’tır. Böylelikle O’na ilah; bize, kul ve âlem -istediğini söyleyebilirsin- denilir.18 Buna göre kâinattaki her varlıkta Allah’ın Esmaü’l-Hüsnâsı farklı şekillerde sıfat olarak yansır. Hz. Muhammed (sav.) ise Allah’ın zatının, bütün isimlerinin, sıfatlarının ve fiillerinin nuruyla kuşattığı yegâne varlıktır. O, mutlak cem’iyyet ve kendisiyle zât-ı ahadiyetin taayyün ettiği; birinci taayyün mertebesinin sahibi, ekmel insandır. “Allah’ın yarattığı ilk şey benim nûrumdur” hadîs-i şerîfi ve “Sen olmasaydın ben kâinatı yaratmazdım” hadîs-i kutsîsinde işaret edilen nûr-ı Muhammedî zuhur ettikten sonra her şey O’ndan ve onun için yaratılmıştır (Hakîkat-i Muhammedî). Resûl-i Ekrem’in nuru bütün insanlardan, peygamberlerden, hatta meleklerden önce var olduğundan, Peygamber, insanlığın manevi babasıdır (Ebü’l-ervâh). Hz. Âdem ise insanların maddeten babasıdır (Ebü’l-beşer). Bu yüzden yaratılan her canlıda Hz. Peygamber’in gölgesi mevcuttur, yani:

    Ahmed’in farkı Ahad’dan mîm-i imkân iledir
    Aradan imkânı kaldırsan kalır vahdet hemîn

    Âyînedir bu âlem her şey Hak ile kâim
    Mir’ât-ı Muhammed’den Allah görünür dâim (Aziz Mahmud Hüdâî)19
    *
    Muhammed’dir cemâl-i Hakk’a mir’at
    Muhammed’den göründü kendi bizzat

    Muhammed şerhidir enfüs ü âfâk
    Anı cümle beyân eyler rivâyât
    Sezâî cem olur Ahmed’de cümle
    Ne kim vardır bidâyât ü nihâyât 20
    Hasan Sezâî-yi Gülşenî Hazretleri
    Beste: M. Hakan Alvan (Hüzzam İlahi)

    Nur suresi 35. ayette geçen “Allah, göklerin ve yerin Nur’udur. Onun nurunun örneği, içinde çerağ bulunan bir kandile benzer. Kandil, bir billur içindedir; o billur da inciden bir yıldız gibidir ki, doğuya da batıya da nispeti olmayan bereketli bir zeytin ağacının yağından yakılır. Bu zeytin ağacının yağı, neredeyse ateş dokunmasa bile ışık saçar. Nur üzerine nurdur O. Allah, dilediğine kendi nurundan hidayet verir. Allah, insanlara örnekler verir. Allah her şeyi bilir.” ifadelerinin bâtıni tefsirinde ayetteki nurun; nûr-ı Muhammedî olduğu konusunda bütün mutasavvıflar hemfikirdir. Nûr-ı Muhammedî, bütün sevgilerin kaynağıdır ve eşyanın hakikati O’nu sevmekle anlaşılır. Varlık âlemi O’nun nurundan yaratılmıştır. Halvetiyye pîrlerinden Ahmed Şemseddin Marmaravî (v.1505), Hz. Muhammed Mustafa’nın (sav.) varlık âlemi yaratılmadan evvel yedi bin yıl ilahi kandilde halvette kalıp adeta mayalandığını şöyle anlatır:

    Hikmeti bil cümle sevgiler geri aslı nedir
    Lîki hâlen bilmeyen bilmez anın faslı nedir

    Nûr-ı câmi evvela oldu hakîkat Ahmed’e
    Şefkat ile bu taayyün oldu sûret Ahmed’e

    Yoğ iken bu yer ve gök ü arş ü kürs ü nefs ü cân
    Yedi bin yıl andan evvel Mustafa oldu nişân
    Halvet edip nûr olan kandîle girdi Mustafa
    Yedi bin yıl anda durdu mâye gördü Mustafa21

    Nûr-ı Muhammedî’ye akl-ı evvel, akl-ı küll de denir. İmam Gazâlî ise Me’âric’ul-Kuds Fî Medâric-i Ma’rifet’in-Nefs adlı eserinde kandil ve zeytinyağı metaforunu akıl ve şeriat ilişkisiyle açıklıyor: “Bil ki, akıl şeriatsız yol bulamaz… Akıl kandil gibi, şeriat ona yardım eden zeytinyağı gibidir. Zeytinyağı olmazsa kandil iş görmez. Kandil de olmazsa zeytinyağı ışık veremez. Yüce Allah bunu tembihledi: “nurun alâ nûr: ışık üstü- ne ışık veya aydınlık üstüne aydınlık. Şeriat dıştan akıl, akıl da içerden şeriattır; ikisi birdir, yandaştır.” 22

    İlginçtir ki Karagöz oyununda tasvirleri iyi gösterebilmek için perdenin arkasında yakılan kandil; eskiden bir çanak zeytinyağının ortasında yakılan bir fitilden temin edilirdi. Isınan zeytinyağını soğutmak için tabağın içine zincir sarkıtılır, belli bir süre sonra bu işlem tekrar edilirdi. Karagöz, Hacivat ve diğer tiplerin figürleri de eritilmiş mum ve zeytinyağıyla saydamlaştırıldıktan sonra, perde ardında sopa ucuna takılıp oynatılırdı. Karagöz oyununun tasavvufi boyutu dikkate alınırsa zeytinyağının hem gölge karakterlerin yapımında, hem aydınlatma için kullanılması tesadüf değildir. Oyunun temsil ettiği tasavvufi hakikatler; oyunun hazırlanma ve sergilenme sürecinde her alanda kendini gösterir. Öyle ya; dünyada sadece kısa gölgeler gibi kısa ömürlü insanın mayasında, Muhammedî nurun mayası saklıdır. O nurun ışığı, insan hayatını aydınlatır. İnsan, dünyaya ibret gözüyle bakarsa dünyaya ait her şeyin gölgeler gibi gelip geçici olduğunu fark eder. Çünkü Hz. Mevlânâ’nın buyurduğu gibi; dünyada sadece aşk ateşiyle yananlar, mutlak hakikate erip ölümsüz olacaktır:

    “Aşk, seni kandildeki yağ gibi yakıp yandırsa, ne mutlu sana! O yanışla, etrafındakilere yararlı olursun; karanlıkları aydınlatırsın! Aşkın, başına getirdiği gamlardan, kederlerden ötürü zayıflasan, erisen, kıla dönsen, o zaman da, âşıklar meclisinin başına geçersin!”23

    Karagöz oyunlarının başlangıcında (mukaddime) Hacivat’ın semai söyleyerek perdeye yansıması, ardından “Ooof, Hayy Hakk!” diyerek Allah’ı zikretmesinin ardından okuduğu “perde gazelleri”, vahdet-i vücûd nazariyesini anlatır. Perde gazellerinde Allah’ın varlık âlemiyle ilişkisi, didaktik bir üslupla aktarılır. Perdeye yansıyan görüntüler gibi dünya gelip geçicidir. İbretle bakan bir göz, perdenin ardındaki hakikati anlar. Perde gazellerinde gölge oyununun eğitici ve eğlendirici yanı vurgulanırsa da asıl maksadın eğlence olmadığı daha oyun başlarken hatırlatılır ve seyirciye gölge oyunundan ibret alması tavsiye edilir. Oyunun sonunda Karagöz perdeyi terk ederken “Bakalım, âyîne-yi devrân ne sûret gösterir?” diyerek olacaklara razı olup köşesine çekilirken tasavvufi bir anlayışla tedbiri terk edip kadere teslim olmak gerektiğini anlatmak ister. Oyunun sonunda Hacivat’ın son repliği olan “Yıktın perdeyi eyledin vîrân! Varayım, Sahibi’ne haber vereyim hemân!” cümlesi bile tasavvufi manaya ve teslimiyete işaret eder. Oyunda okunan çoğu perde gazelindeki bir beyitte Şeyh Küsterî üstâd-ı hayâl-bâzân olarak genellikle yâd edilir:

    Tehî sanma bunu Şeyh Küşterî’nin yâdigârıdır
    Ne gûnâ gösterir bak âlemi sâhib-i kemâl anla

    Karagöz oyununun hicviye türünde, meşhur evic makamındaki şarkısı bile zahiren çok eşliliği eleştiriyor ve tek eşliliği savunuyorsa da batıni anlamda kesretten vahdete, çokluktan tevhide seyr ü sulûku anlatır:

    On kerre demedim mi sana sevme dokuz yâr
    Sekizde safâ, yedide vefâ olmaya zinhâr
    Altı ile beş, dört ile hiç başa çıkılmaz

    Üçün ikisini terk edegör tâ kala bir yâr

    Şeyh Küşterî›den itibaren Karagöz oyununda tasavvufi boyutu önemsendiği için Karagöz oynatan ustaların çoğu ya mutasavvıftır ya da irfan sahibi kişiler olarak halk arasında saygı görmüşlerdir. Perde gazeli yazan zatların çoğu Bektâşî, Halvetî, Rufâî tarikatına mensuptur. Nitekim Seyâhatnâme’de Karagöz oyunu terimlerinden, oyunun özelliklerinden, devrinin ünlü Karagöz ustalarından bahseden Evliya Çelebi, oyunun tasavvufi hikmetine vâkıf bir zat olan Sultan Ahmed’in saray Karagöz ustası Kör Hasanzâde Mehmed Çelebi’yi metheder. Hattat, bestekâr, fişek oyuncusu, taklit sanatçısı, Arapça ve Farsça bilen bu zat, Evliya Çelebi’ye göre musiki ilminin Fârâbî’siymiş. Kör Hasanzâde, asıl gölge oyuncusu (şebbâz) olarak meşhur olmuş. Gölge oyunu perdesinde; küçük bir perde daha kurup daha küçük figürlerle oyuna boyut kazandırmış. Uzun gecelerde sabaha kadar 15 saat iki resmi oynatıp yaptığı şakalarda asla tekrara düşmeyen Kör Hasanzâde, gölge oyununda 300 farklı karakteri taklit edebilirmiş. Sözlerini hep tasavvufi hakikatlere bağlasa da kimse sıkılmaz, gülmekten kırılırmış. Evliya Çelebi 47 yıldır nice Karagöz ustasını seyrettiğini hiçbirinin nüktedan ve zarif Kör Hasanzâde’ye benzemediğini söyler ve “…bu Hasanzâde hayâl-i zılla müteallik öyle şiirler okurdu ki gûyâ ilm-i ledünn sahibi idi.” diye onu metheder.24

    Oyuna mukaddime bölümünde okunan perde gazellerinin hemen hepsi de tarikat erbabı, özellikle Bektâşî şeyhleri tarafından yazılmıştır. Günümüze ulaşan perde gazellerini Hurûfî Nesîmî (v.1418), Manisalı Bayrâmî şeyhi İbn-i İsa Akhisarî (v.1560), XVII. yy. şairi Halvetî Nâilî (v.1666), Mevlevî Birrî Mehmed Dede (v. 1715?), Nakşî, Hayâlî, Vahdetî, Mukbîl, İbrahim, Kutlu, Bektâşî Râşid Ali Baba (Kemterî) (v.1896), Hüsnî (II. Abdühamid devri), Gubârî, Bektâşî Hilmi Dedebaba (v.1907), Vâsıf, Şeyh Ken’an Rifâî (v.1950) yazmıştır.

    Sebk-i Hindî üslubunun temsilcilerinden Şevket-i Buhârî, Bîdil-i Dihlevî gibi Farisi şairleri örnek alan Gülşenî dervişi Nâilî, ince hayallerle yazdığı perde gazelinde Karagöz oyununun hikmetini şöyle anlatır:25

    Bu nakş-ı bü’l-acebün ol ki bildi ma‘nâsın
    Verâ-yı perde-i gaybun eder temâşâsın

    “Bu ilginç Karagöz figürünün anlamını bilen kimse, gayb perdesinin ardındaki verâ makâmını seyreder.”

    Ne nakş hikmet-i îcâdı ‘ârifün çıkarur
    Derûn-ı perde-i dilden nukûş-ı sevdâsın
    (Bu nasıl bir nakış ki arifin icat ettiği hikmetti gösterir. Oyundaki figürler gönül perdesinin derinliklerinden sevda nakışlarıyla bezenmiştir.)

    Bileydi rütbe-i üstâdını ederdi felek
    Kenâr-ı hayrete pervâz mâ’î hârâsın

    “Felek, gölge oyununun üstadının mertebesini bilseydi, mavi ipek kumaştan elbisesini hayret denizinin sahiline savururdu.”

    Olurdı astar etmek kabûl-i ‘aks etse
    Sepîde-i dem-i subhun beyâz dîbâsın

    “Feleğin gölge oyunundaki hakikati yansıtabilseydi- sabah vakti ağaran günün beyaz elbisesini gölge oyunundaki gibi astar-perde olarak kullanırdı. -Ama feleğin yüzü saf değil, yapamaz.”

    Fenâsı havsala-sûz-ı mezâk olur ‘ârif
    Tasavvur etse bu âmed şudun mezâyâsın

    “Arif kişi, gölge oyunundaki figürlerin bu geliş gidişlerinin meziyetlerini zihninde canlandırabilse varlık denen suretlerin bir var bir yok oluşu, onun içini yakan bir tat bırakır.”

    Nifâk-ı halkı tuyar seyr eden bu eşkâlün
    Lisân-ı hâl ile birbirine müdârâsın

    “Gölge oyunundaki bu figürlerin sahte dostluklar gibi diyaloglarını seyredenler, halkın birbirine nasıl düştüğünü ve ikiyüzlü olduğunu beden ve gönül diliyle duyumsar.”

    O kim fenâsını zâhir görür bu meşgalenün
    Bu hâk-dân-ı hevesden alur tesellâsın

    “İnsanın gözünü sadece toprağın doyurduğu bu sonsuz arzu ve istekler dünyasında, sadece dünya işlerinin boş ve geçiciliğini açıkça gören kimse teselli bulur.”

    Hezâr reşk ü hased Nâ’ilî o ârife kim
    Çeke bu mezbeleden dâmen-i temennâsın

    Misâl-i zıll hayâl anlayup şeb ü rûzın
    Cihânun eylese endîşe rûz-ı ferdâsın

    “Ey Nâilî, dünyanın gece ve gündüzünü; gölge oyunu gibi geçici olduğunu bilip yarın endişesinden uzak yaşayan arife binlerce haset ve gıpta ederim. O, bu dünya çöplüğünden minnet eteğini çekmiştir, ona itibar etmez.”

    Şeyh Ken’an Rifâî’nin Dîvânçe’sindeki perde gazeli şöyledir:

    Şem’a yakdım perde kurdum gösterem zıll u hayâl
    Karagöz’de söylenir ammâ misâl-i bâ-kemâl

    Karagöz deyip de geçme bir hakîkat bil onu
    Şem’ası rûh perdesi dünyâ-yı fânî bil onu

    Muhtelif envâ’ u eşkâl perdeden zâhir ayân
    Hizmetin ikmâl ile gözden olur bir bir nihân

    Hep oyunlar başka başka birdir amma oynatan
    Söyleyen bir öldüren bir güldüren bir ağlatan

    İşte mudhik bir oyun sıbyâna gerçi Karagöz
    Bir hakîkatdir velâkin ger dilersen doğru söz

    Çeşm-i ibretle gözet sen her tarafda Hakk›ı bil
    Gel çalış Ken’an kalbinden hemân ağyârı sil 26
    Ken’an Rıfaî Hazretleri

    b. Karagöz Oyununun Divan Şiirine Yansıması
    Karagöz oyunu başında okunan perde gazellerinin çoğu divan şairlerinin eseridir. Bundan başka Karagöz oyunundaki bazı terimler divan şairlerinin kullandığı mazmunlara dönüşmüştür. Mesela, Karagöz (Çeşm-i siyâh); klasik şiirimizde sevgilinin kara gözleri, siyah saçları, beni ve zulmetin karanlığıyla da özdeşleştirilmiştir. Gölge oyununda kurnazlığıyla bilinen Hacivat yerine; şiirlerde bu kez Karagöz’ün sevgilinin büyüleyen, hile, tuzak kuran kara gözleri âşıkları fitneye sokar. Kimi zaman da cahil hâliyle zahit/molla/hamsofu veya âşığın rakibi Karagöz’le bir tutulur:

    Gözünün nergisi siyeh-dîde
    Bir kulı vardur adıdur Karagöz27

    Emrî

    Kim görürse o kıyâfetle mükehhal çeşmin
    Diye her vech ile Karagöz’e benzer vâ’iz

    “Kim vaizi gözüne sürme çekmiş hâlde görse -Her yönüyle bu vaiz Karagöz’e benziyor, der.”

    Oldukda har-ı nâza süvâr ardına düşme
    Ol Karagöz agyâr sana reng ide şâyet

    “O Karagöz rakip eğer seni aldatırsa, inatçı eşeğe bindiğinde arkasından gitme.”

    Her şu‘bede Hâcı İvaz olursa da Tırsî
    Tekrâr yine eyler idüm perdeye rağbet 28

    “Ey Tırsî! Her eğlencede Hacivat da olsa tekrar yine perdeye -gölge oyununa rağbet ederdim.”

    Bir sille nice urdı Karagöz Hâcî Îvâz
    Düşdi yüzi üzre o dem ammâ ne kapandı
    İbrahim Tırsî

    Göz bu hayâl perdesini kurmadan gece
    Cân bir visâl bezmine kandan revân ola29
    Hayâlî

    “Göz, gece bu hayal perdesini kurmazsa, can kavuşma meclisine nasıl gider?”

    Var idi perde-i inebîsinde gözümün
    Yüzün hayâli dahi yaradılmadan ineb30
    Ahmedî

    “Gözümün üzüm renkli -şeffaf- perdesinde, henüz üzüm şarabı yaratılmadan, senin yüzünün hayali vardı.”

    Bazen felek bazen yaşlı dünya cadısı oyundaki gölgeler gibi insanları hayalle aldatır. Gölge oyununda perdeye yansıyan suretler, insanoğluna dünyanın faniliğini gösterir. Önemli olan perde ardındaki hakikatleri keşfedebilmektir:

    Ne nesnedür bu ki çapuk hayâl-bâz gibi
    Cihan misalini eyler bu çader içre ayân31
    Ahmed Paşa

    “Ne garip şey! Dünya eli çabuk bir Karagöz ustası gibi çadırında bize misaller gösterir.”

    Ademden bir dem içinde niçe mevcûd olur peydâ
    Felek cân perde ardında durup zıll-ı hayâl oynar32
    (Behiştî)
    “Felek perde ardından can ile gölge oyunu oynatıyor ya! Bir anda yokluktan varlık nasıl vücuda geliyor, hayret!”

    Verâ-yı perdeden âgeh değilsin ey gâfil
    Hayâl-i zılla müşâbih zuhûru n’eylerler33
    Nâilî

    “Ey gafil! Perdenin arkasından; yani kanaat içre takvadan (verâ) haberdar değilsin. Gölge oyunundaki gibi yok olacak hayali görüntüyü kim, ne yapsın?”

    Âmed-şud-ı sa‘âdet-i dünyâ aceb değil
    Zıll-ı hayâl gâh ayân geh nihân olur34
    Mezâkî

    “Gölge oyununun kimi zaman görünüp kimi zaman saklanması gibi dünya mutluluğunun gelip geçmesi de şaşılacak bir şey değildir.”

    Ol şem’ hayâliyle hoşum ola ki dâ’im
    Bu sûret ile çizgine fânûs-i hayâlim35
    Fuzûlî

    “O hakikat mumunun -veya sevgilinin- hayaliyle öyle mestim ki hayal fanusum hep bu surette sürsün, hareket etsin.”

    Tahkîk olursa nakş-ı temâsil-i kâinât
    Ya hâb u ya hayâl ve yahut fesânedir
    Ziyâ Paşa

    “Evrendeki oyuna yansıyan varlık nakışları, gerçek görünürse de ya rüyadır, ya hayaldir; ya da efsanedir.”

    Âlemin nakşını hayâl gördüm
    Ol hayâl içre bir cemâl gördüm
    Her eşyâ çü mazhar-ı Hakk’dır
    Anun içün kamu kemâl gördüm
    Yazıcıoğlu Mehmed36

    “Varlık âleminin nakışları hayal görünür. O hayal içinde Hakk’ın cemali görünür. Çünkü her şey, Cenab-ı Hakk’ın nurunun göründüğü yerdir. Bu sebeple varlık mükemmeldir, kusursuzdur.”

    Fatih’in sadrazamı Ahmed Paşa şu beyti sarayda oynatılan bir Karagöz oyununu seyrederken oyundaki semai, rakkas, gazelhandan etkilenip söylemiş olabilir:

    Hayâl-i yâr ile kıldım bu gece sohbet-i hâs
    Semâ-i nâleme uydurdu raksını rakkâs37
    Ahmed Paşa

    “Bu gece sevgilinin hayaliyle, has sohbete eriştim. Rakkas, benim sevinçli şarkımı duyunca dansını bana uydurdu.”
    c. Karagöz Musikisi
    Karagöz oyunu birbirinden bağımsız mukaddime, muhâvere, fasıl, bitiş bölümlerinden oluşur. Karagöz oyunlarının kendine has bir musikisi vardır. Karagöz ustası, deve derisinden yapılan tasvirleri tef refakatinde hareket ettirir. Buna bazen zil, zilli maşa, nakkâre ve düdükler eşlik eder. Oyuna başlanmadan çalınan bir parçadan sonra; Hacivat’ın okuduğu semai, Karagöz’ün okuduğu perde gazeli ve diğer tiplerin okuduğu şarkılar karagöz musikisinin zengin repertuvarını teşkil eder.

    Günümüze sadece 28 kadar klasik Karagöz oyunu ulaştıysa da bu oyunların müzik repertuvarındaki Divan ve Halk şiiri örnekleri; Karagöz ustalarının (hayâlbâz, hayâlî, şebbâz) edebiyat ve musiki kültürünün oldukça yüksek olduğunu göstermeye yetiyor. Düğün, bayram, ramazan gibi önemli günlerin vazgeçilmez eğlencesi olan Karagöz sayesinde; çocuklara küçüklükten itibaren edebiyat ve musiki zevki kazandırılıyordu. Bir nevi eğlenceli açık mektep vazifesi gören bu oyunlarda zengin, ahenkli İstanbul Türkçesi’yle Leyla ile Mecnun, Ferhat ile Şirin, Tahir ile Zühre gibi büyük aşk hikâyeleri ve âşık-maşuk ilişkisinin incelikleri; mizah ve hiciv unsurlarının yanı sıra tasavvufî hikmet öğretiliyordu.

    Klasik, folklorik ve tekke musikisinin hareketli ve neşeli besteleri, Karagöz oyunlarının ayrılmaz bir parçası olmuştur. Karagöz oyunlarında kullanılan güftelerde; divan şiiri nazım şekillerinden gazel, şarkı, kıta ve halk şiirinden de semai, türkü vb. kullanılmıştır. Oyunda icra edilen Yahudi, Rum, Arap, Ermeni, Arnavut, Kürt, Çingene ezgilerinden müteşekkil özellikle Anadolu ve Rumeli türküleri; Osmanlı’nın zengin coğrafyasını yansıtır.

    Karagöz ustaları, çok iyi edebiyat, musiki ve aruz-usul bilgisine sahipti ve güzel sesli icracılardı. Perde gazelleri, nazım şekli ve aruz açısından kusursuz olsa bile; usta-çırak ilişkisi içinde bunların dilden dile aktarımı, notaya alınması veya Latin alfabesine çevrilmesi sırasında hatalar yapılmıştır. Karagöz oyununda bazen makam adlarının yanlış anlaşılması üzerine mizah üretilir. Sözgelimi bir oyunda Hacivat’ın musiki makamlarından bahsederken dediği “Nevâ-yı Kürdî’yi bulup makam-ı Arâbân’a inivermek” cümlesini Karagöz “Sabahleyin kalkıp tezgahçılara varıp Bekçi Kürdî’yi tutup arabaya atmak” diye anlar.38

    Karagöz oyunlarında klasik Türk musikisinin meşhur bestekârlarından Abdülkâdir Merâgî, Hammâmizâde İsmâil Dede, Hacı Fâik Bey, Dellalzâde İsmail, Sâdullah Ağa, Zekâî Dede, Itrî, Seyyid Nuh, Hacı Ârif Bey, Hâfız Yusuf Efendi, Nikogos Ağa, Leon Hancıyan, Rifat Bey, Tanbûrî Mustafa Çavuş, Bîmen Şen, Bolahenk Nuri Bey, Şevki Bey’in eserleri sergilenirdi. Oyunda Hacivat karakteri kimi zaman güftesi Molla Camî’ye, bestesi Abdülkâdir Merâgî’ye ait Arapça bir şuûlü veya “Âmed nesîm-i subh u dem tersem ki azâreş kuned” Abdülkâdir Merâgî’nin Rast makamındaki Farça nakış bestesini okur. Bazen de “Âh bir elif çekti yine sîneme cânân bu gece” (Muhayyer Yürüksemâî/güfte: Enderûnlu Vâsıf beste: Hacı Sâdullah Ağa); “Dîdem yüzüne nâzır, nâzır yüzüne dîdem” (Şehnaz Ağırsemâî/güfte-beste: Yahya Nazîm); “Etti o güzel ahde vefâ müjdeler olsun” (Segâh Yürüksemai/beste: Ebubekir Ağa); “Gelse o şûh meclise” (Rast Yürüksemâî/beste: Hâfız Post); “Yine bir gül nihâl aldı bu gönlümü” (Rast Semâî/İsmâil Dede) okur. Karagöz karakteri ise Hacivat’a göre cahil olduğu için söylenişi kolay “Kavakta turna sesi var” (Aydın Türküsü); “Bülbül olsam kona da bilsem dallara” (Karcığar Köçekçe) gibi türkü vb. eserleri seslendirmektedir. Oyundaki bazı karakterlerin okuduğu eserlerin güftesine birkaç örnek verelim:

    Yahudi karakterinin söylediği türkü:
    Gül kuruttum gül kuruttum
    Yâri sînemde uyuttum
    Yâr söyledi ben unuttum
    Akabinde düştü gönül
    Yârdan ayrılması müşkül

    Gül ezerler gül ezerler
    Gülü tabağa dizerler
    Güzeli cândan severler
    Akabinde düştü gönül
    Yârdan ayrılması müşkül
    Hatay yöresi/Acemkürdî türkü

    Kayserili Civan karakterinin söylediği güftesi Köroğlu’na ait türkü:

    Ben bir Köroğluyum dağda gezerim
    Esen rüzgarlardan hile sezerim
    Demir külünk ile kellen ezerim
    Aman kırat beni yâre kavuştur
    Küsülüyüm o yâr ile barıştır
    Gaziantep yöresi/Gerdâniyye türkü

    Çelebi karakterinin söylediği şarkı:
    Cânâ rakîbi handân edersin
    Ben bî-nevâyı giryân edersin
    Bîgânelerle ünsiyet etme
    Bana cihânı zindân edersin
    Uşşâk şarkı/Beste: Giriftzen Âsım Bey

    Hacivat’ın söylediği şarkı:
    Ey kaşı kemân tîr-i müjen cânıma geçti
    Tîr-i nigehin her biri bir yanıma geçti
    Bu güç nigehe sabr-ı tahammül nice mümkün
    Evvel nazarın sîne-yi sûzânıma geçti
    Ferahfezâ Yürüksemâî/Beste: İsmâil Dede



    1. 1 UNESCO, 2009’da İnsanlığın Somut Olmayan Kültürel Mirasın Korunması Sözleşmesi’ne göre hazırlanan Temsili Listesi’ne Türkiye kaynaklı Karagöz’ü de dâhil ederek korunup geliştirilmesi için teminat altına aldı.
    2. 2 Muhittin Sevilen, Karagöz, s.16.
    3. 3 “Hakikaten Karagöz perdesi, İstanbul’u bütün tipleriyle bütün örf ve adetleriyle aksettiren bir aynadır ve bu aynanın gözünden ne çarpık bir karakter, ne de yanpiri bir hadise kurtulur.” (Sabri Esat Siyavuşgil, İstanbul’da Karagöz ve Karagöz’de İstanbul, s.16.)
    4. 4  Geniş bilgi için TTK “Karagöz Belgeseli” seyredilebilir ve Bursa B.Belediyesi Karagöz Müzesi ziyaret edilebilir.
    5. 5 Günnaz Özmutlu, “Harem Cariyelerinin Musıkî ve Seyirlik Oyunlardaki Eğitimleri …” s.1060.
    6. 6 Ünver Oral, Karagöz Perde Gazelleri ve Tasavvuf, s.21.
    7. 7 Ahmed Rasim, Muharrir Bu Ya, s.67.
    8. 8 Şemsettin Şeker, a.g.e., s.29-31.
    9. 9 Ahmed Rasim, a.g.e., s.68,70.
    10. 10 Oğuz Güven, “Politik İdeolojinin İcad Ettiği Gelenek: Karagöz”, s.83.
    11. 11 Osman Cemal Kaygılı’nın eleştirdiği bu söylem için bkz. (İkdam Gazetesi, 4 Nisan 1940)
    12. 12 Metin And, “Önemli Bir Kültür Mirası: Karagöz”, Yıktın Perdeyi Eğledin Virân, s.13-39.
    13. 13 “Karagöz’ü Sadece Ramazan’da Hatırlıyoruz”, http://www.musikidergisi.net (15.08.2015)
    14. 14 Ahmet Borcaklı, Hayali Küçük Ali…, s.203-208.
    15. 15 Oral, a.g.e., s.28.
    16. 16 Sevilen, a.g.e., s.28.
    17. 17 Gelibolulu Mustafa Âlî, Mevâidün-Nefâis…, s.222.
    18. 18  İbn Arabî, Fütûhât-ı Mekkiyye, c.8, s.140.
    19. 19 Kadir Özköse, “Aziz Mahmud Hüdayî’de Nûr-ı Muhammedî Telakkîsi”, s.235.
    20. 20 Hasan Sezâî-i Gülşenî Dîvânı, (g.33/1,4,5)
    21. Ahmed Şemseddin Marmaravî, Câmiü’l-Esrâr, (m.92,100,42,43).
    22. Hüseyin Atay, “Gazâli ve İbn Rüşd Felsefesinin Karşılaştırılması”,s. 30. Ayrıca bkz. İbn Arabî, Fütûhât-ı Mekkiyye ve Mehmet Demirci, “Hakikat-i Muhammediyye”, DİA, c.15, 1997, s.179-180.
    23. Mevlânâ, Dîvân-ı Kebîr, c.5, 2444, 1366.
    24. 24 Evliya Çelebi Seyahatnâmesi, c.1/2, s. 651-654.
    25. 25 Özen Şenödeyici, “Karagöz Perde Gazellerine Nâilî’den Bir İlave”, s.93-100.
    26. 26 İlâhiyât-ı Ken’an, s.138.
    27. 27 Emrî Dîvânı, (g.219/4).
    28. 28 İbrahim Tırsî Dîvânı, (g.CIV/3),(g. XXVII/6-7), (g.CCX/5)
    29. 29 Hayâlî Dîvânı, (g.8/3).
    30. 30 Ahmedî Dîvânı, (g.66/5).
    31. 31 Ahmed Paşa Dîvânı, (k.39/13).
    32. 32 Behiştî Dîvânı, (g.176/3).
    33. 33 Nâilî-i Kadîm Dîvânı, s.246.
    34. 34 Mezâkî Dîvânı, s.373.
    35. 35 Fuzûlî Dîvânı, (g..205/3)
    36. 36 Ahmet Talat Onay, Eski Türk Edebiyatında Mazmunlar, s.200.
    37. 37 Ahmed Paşa Dîvânı, (g.134/1).
    38. 38 N.Sami Banarlı’nın giriş yazısı, (Sevilen, a.g.e., s.9).