MANTIKÇILARIN GÖZÜYLE İNSAN TANIMI
“İnsan düşünen canlıdır” tanımını neredeyse bütün klasik mantık kitaplarında görürüz. Bu tanımsal tümcede “insan” tanımlanan, “düşünen canlı” ise tanımlayan öğelerdir. Tanımlayan öğelerden “canlı” niteliği insanın cinsi “düşünme” niteliği ise onun faslıdır. Tanımlayan öğeleri mantıksal nitelikler olan cins ve fasıl ile etiketledik. İyi de bu nitelikleri nasıl elde ettik? Niçin tanımlarken düşünen+canlı bileşik yapısını kullandık. İnsana ilişkin, mantıksal bilgiye uygun bu türetim biçiminin ardındaki teorik varsayımlar nelerdir? İşte bu yazıda “insan düşünen canlıdır” tanımının klasik mantıktaki mantıksal analizi üzerine yoğunlaşacak, tanım teorisi açısından bu cümleyi incelemeye çalışacağım.
O kadar çok şeyi bilmiyoruz ki! Bunları sayamayız bile. Ama bilmediğimiz şeylerin hepsini şemsiyesi altına alacak bir biçimde onların hangi formlarda belirdiğine yönelik bir şeyler söylemek mümkün. Klasik mantık bilinmeyen şeyleri kavram ve yargı olarak iki formda inceler. Yani bilmediğimiz şeyler ya kavramlardır ya da yargılardır. Kavramları bilmediğimizde “nedir?” sorusunu, yargıları bilmediğimizde ise “niçin?” sorusunu sorarak farklı türden olan bu bilinmeyenleri bize talim edecek onları bize öğretecek şeylerin söylenmesini bekleriz. Mesela girişteki paragrafta “canlı”nın cins olduğunu “düşünen”in ise fasıl olduğunu söyledik. Pekala cins nedir, ve fasıl nedir sorularının sorulmasını bekleyebiliriz. Bu durumda ilgili terimlerin tanımını vermek durumundayız. Evet, geldiğimiz noktada görüyoruz ki bir kavramı bilmediğimiz zaman nedir sorusunu soruyor ve onu bize bildirecek şeyin bir tanım olmasını bekliyoruz. İşte klasik mantığın temel teorilerinden biri olan tanım teorisinin amacı da budur: nedir sorusuna cevap sağlamak. “İnsan düşünen canlıdır” ifadesini buraya kadar anlatılanlar ışığında değerlendirebiliriz: İnsan kavramsal bir bilinmeyendir ve onu kavramak için “insan nedir?” sorusu sorulmuştur. Böylece onun tanımlanması istenmiştir. “Düşünen canlı” ise onun tanımıdır.
İnsan kavramını/mahiyetini tanımlarken kullandığımız “düşünen canlı” ifadesi görüleceği üzere bileşik bir yapıdır. Tanımlayan ifadenin bileşik yapıda olması tanımlanmak istenen şeyin bileşik yapıda olmasından kaynaklanır. Başka bir ifadeyle, klasik tanım teorisi bileşik nesnelere uygulanan bir teoridir. Tanımlanabilecek ne varsa mutlaka bileşik olmalıdır. Tanımlanacak nesnelerin bileşikliği klasik felsefe ve mantığın Aristotelesçi madde-form illetleriyle açıklanabilir. Buna göre zihin dışında yer alan şeyler ne sadece madde olarak ne de sadece form olarak gözlenebilir. Bu şeyler madde ve formun birlikteliği sayesinde algılanabilir. Yani tanımlanmak istenen şeyler veya eşdeğer bir ifade ile bilinmeyen kavramlar madde ve formdan oluşmaktadır. Tanımın temel amacı da zaten bu iki öğeyi bulmaktır. Tartışmalı bir konu olmakla beraber burada, insanın maddesi onun canlılığı formu ise onun düşünmesi olarak görülebilir. Bu madde ve formun mantıksal nitelik olarak karşımıza cins ve fasıl etiketleri ile çıktığına birazdan işaret edeceğiz.
Madde ve form, gaye ve fail ile birlikte Aristoteles’in meşhur dört nedenidir. Dört neden İbn Sînâ’nın varlık ve nesne (mahiyet) dikotomisinin de gücüyle daha rafine bir sınıflandırmaya tabi olur. Buna göre madde ve form nesnenin illetleri, fail ve gaye ise varlığın illetleri olarak görülmüştür. Bir nesneyi kuran şeyler onun maddesi ve formu bu nesneyi var eden illetler ise bir fail ve onun gayesidir.
Mantık bu nedenler içinden sadece madde ve form ile ilgilenir. Zira bu iki illet mahiyeti kuran illetlerdir ve onların var kılmakla doğrudan bir ilgisi mevcut değildir. Buna bağlı olarak tanım teorisi “nedir” sorusuna cevap ararken bu soruyu bir şeyin nesne olarak nasıl kurulduğunu açıklamaya indirger. Dolayısıyla “insan nedir?” sorusuna yönelik bir cevap olan “düşünen canlı” insanın nasıl kurulduğunu, bir nesne olarak insanı insan yapan unsurların yani madde ve formunun neler olduğunu dile getiren bir cevap olarak görülebilir. Özetle insanı insan yapan – var eden değil!- onun canlı ve düşünür olmasıdır. Öte yandan klasik mantığın tanım teorisi aslında özcü felsefeye göre oluşturulmuş bir anlam teorisidir. Öz; mahiyet veya nesne kelimelerinin eş anlamlısıdır. Dolayısıyla insanın düşünen canlı olması insanın özüdür denilebilir.
İnsanın bileşik bir öze sahip olması onun anlamının ya da tanımının ikili bir yapıda ortaya konmasını gerektirmiştir. Daha teknik bir şekilde bu iki yapıdan her birinin farklı mantıksal nitelikler aldığını görmekteyiz. Tanımlanan bir öğe olarak “insan”, mantıkçılar tarafından “tür” niteliğiyle nitelenir, onun ilk parçası olan “canlı” bir cinstir ve diğer parçası olan “düşünme” onun “fasl”ıdır. Tür, cins, fasıl gibi mantıksal nitelikler birer etiket gibidir. Bu etiketleri belli elbiselerin veya elbise parçalarının üzerine yapıştırırız. Etiketler ile elbiselerin birbirinden farklı şeyler olduğunu söylemeye gerek yok. Onlar iki farklı dünyanın elemanlarıdır. Yani insan birincil akledilenler dünyasına aitken cins, tür, fasıl ise ikincil akledilenler dünyasının elemanlarıdır.
Klasik felsefenin keşfettiği etkili ayrımlardan biri olan birincil akledilenler ve ikincil akledilenler ayrımına bakalım. Birincil akledilenler, zihin dışı dünyamızda bireyleri olan tümel kavramlardır. Mesela insan, tümel bir kavramdır. Tümel kavram, birden fazla şeye yüklem olma potansiyeli taşıyan zihinsel suretlerdir. Ahmet insandır, Ali insandır… Görüleceği üzere, birincil akledilenler, zihin dışı gerçek bireylere yüklem olma potansiyeli taşıyan kavramlardır. Buna karşıt bir biçimde ikincil akledilenler, zihin dışında bireyleri olmayan tümel kavramlardır. Fakat biz bu kavramları da yüklem olarak kullanabiliriz. İkincil akledilenlerin yüklem olarak kullanıldığı özneler birincil akledilenlerdir. Diğer bir ifadeyle ikincil akledilenler, birincil akledilenleri niteler, onlara yüklem olur. Yani biz birinci akledilenler hakkında konuşmak için ikincil akledilenleri kullanırız. “İnsan düşünen canlıdır” örneğini takdim ettiğimiz bu ayrım üzerinden inceleyebiliriz. İnsan birincil akledilendir. Çünkü onun fertleri yani onun yüklem olabileceği bireyleri dış dünyada mevcuttur. “Düşünen” kümesinin, “canlı” kümesinin elemanları da dış dünyada mevcuttur. O hâlde onlar da birinci akledilendir.
“İnsan düşünen canlıdır” ifadesini analiz ederken klasik mantık daha ayrıntılı bir biçimde, “insan”ın bir tür, “canlı”nın yakın cins, “düşünen”in ise yakın fasıl olduğunu söyler. Az önce birincil akledilenler olarak tespit ettiğimiz insan, canlı ve düşünen terimleri hakkında konuştuğumuzu fark etmiş olmalısınız. Birincil akledilenler hakkında konuşmak için ikincil akledilenleri kullanırız. Bu anlatıya göre nev, cins, tür birer ikincil akledilendir. Onlar dış dünyada olmasa bile dış dünyada bireyleri bulunan insan, canlı, düşünen gibi kavramlara yüklem olurlar.
Bu ayrımı bir adım daha ileri götürelim. İbn Sînâ’ya göre ikincil akledilenler olmasaydı bizler hiçbir zaman insanın ne olduğunu bilemeyecektik. Sadece insan değil, mutlak anlamda nesne hakkında konuşamayacaktık. Onun eş-Şifâ-Mantığa Giriş kitabında dile getirdiği şu sözlerine bakalım:
“Özellikle de türetim aracılığıyla bilinmeyenleri kavramak ve bilinmeyen bu şeylerin bilinenlere dönüşmesini istiyorsak onların tasavvur/zihin mekânındaki niteliklerini dikkate almaya zorunlu olarak ihtiyaç duyarız. (Çünkü) şeylerin “bilinmeyen” (ile nitelenmesi) ancak ve ancak zihinde olmaları açısındandır. Aynı şekilde, şeyler “bilinen” niteliğini almışlarsa zihin mekânında oldukları için bu niteliği almışlardır. Her ne kadar şeylerin kendiliklerinde başka niteliklerin mevcut olduklarını (kabul etsek de) bilinen şeylerden hareket edip bilinmeyen şeylere varma sürecinde, şeylere ilişen nitelikler, (asıl) tasavvur/zihin mekânında onlara ilişen niteliklerdir.”
Demek ki insan tanımlarken yani onun ne olduğunu/anlamını bilmeye çalışırken ilk olarak onu bir meçhul olarak alıyor ve sonra onu bize bildirecek nitelikler yani ikincil akledilenler altına düşürmeye çalışıyoruz. İşte bu ikincil akledilenler içinden tanım yapmamızı sağlayan mantıksal niteliklere mantıkçılar beş tümel adını vermektedir. Tür, cins, fasıl, özgü nitelik, genel nitelik.
Beş tümel içinden tür, cins ve fasıl yazının başında sunduğumuz öz veya nesne kavramıyla ilgilidir. Tür, nesnenin/mahiyetin/özün tamamı, cins ve fasıl ise o nesnenin parçalarıdır. Bir nesnenin hangi parçalardan kurulduğunu öğrenmeye çalıştığımızı düşünelim. Bir nesne, kendisinden başka nesneler ile birlikte bir model içinde iken o nesneyi kendisi dışındaki nesnelerle bir araya getiren niteliktir. Fakat bu öyle bir niteliktir ki, nesne onsuz nesneleşemez. Canlı da böyledir. İnsan nesnesi, kendisinden farklı bir çok nesne ile mesela at, kelebek, balık vs. ile canlı olma niteliğinde bir araya gelir. Canlılık her birini her ne ise o yapan bir unsurdur. O hâlde canlı insanın cinsidir. Eğer insanı balık ve gül ile aynı model içinde düşünseydik hepsinin ortak ve kurucu özellikleri “organik cisim” niteliği olurdu. Demek ki tanımlanmak istenen şey bulunduğu modele göre farklı cinsler alabilir. Fakat Porfiryus Ağacını yani sırasıyla “cevher-cisim-organik cisim-canlı-insan-insanın bireyleri”ni esas alan bir modelde canlılık onun hep yakın cinsi olarak betimlenir. Zira bu sabit modelde insana en yakın-dolaysız cins canlılıktır. Canlılık ise iradesiyle hareket eden organik bir cisim olarak tanımlanır. Organik cisim canlılığın bir cinsi olduğu için ve insanın tanımında canlılık da içerildiği için, organik cisim dolaylı bir şekilde insanın da cinsi olmaktadır. Fakat dolaylı olan bu cins uzak cinstir.
Benzer bir analiz fasıl için de geçerlidir. “İnsan”ın tanımında yer alan “düşünen” öğesi insanın yakın faslıdır. Yakın olarak nitelenmesinin nedeni, insanı, onun yakın cinsi olan canlılıkta diğer ortaklardan, balık ve kelebekten ayırdığı içindir. Uzak cins olan organik cismin faslı ise –ki bu örnekte organik niteliği fasıldır- insanın uzak faslı olarak anılır. Özetle, fasıl, bir türü, aynı cins altında toplandığı diğer türlerden ayıran ve onu her ne ise o yapan bir nitelik, bir parçadır. “Ne tür bir cinstir?” sorusuna cevap olarak gelir. Bizim örneğimizde, “insan ne tür bir canlıdır?” sorusuna cevap olarak hangi kurucu niteliği getiriyorsak ona fasıl demek durumundayız. Yani “düşünen” niteliği insanı diğer canlı türlerinden ayırdığı için onun faslıdır.
Klasik mantık yakın cins ve yakın fasıl toplamında yapılan tanımlara tam tanım adını vermektedir. Buna göre düşünen canlı tanımı insanın tam tanımı olarak kabul edilebilir. “Kabul edilebilir” diyerek bir ihtiyat payı bıraktık. Zira mantıkçıların tam tanımı bulma gibi bir derdi yoktur. Onlar sadece bir şey tam tanım olacaksa hangi şartları taşımalıdır sorusuna cevap ararlar. Bir bakıma masabaşı iş yaparak saha araştırması gerektiren konuları mantıkçı olma rolünün dışındaki roller ve unvanlar altında yerine getirirler. Bu konuda Seyyid Şerîf Cürcânî’nin uyarıları önemlidir. Ona göre mantıkçılar “insan düşünen canlıdır” gibi bir örneği tam tanıma örnek olarak sunmaları tamamen pedagojiktir. Bu olguyu mantıkçı bizzat tespit etmiş değildir. Mantıkçı daha çok belirlenmiş modeller ve varlık şemalarına bakarak bu örnekleri bulur. Cürcânî’nin yaklaşımından da anlaşılacağı üzere “düşünen canlı” örneği mantıksal bir değişken olarak kullanılmaktadır. Tıpkı matematikteki x, y değişkenleri gibidir. X ve y birer sayı olmasa da sayıların yerini tutar ve biz onları sayılar hakkında kısa yoldan konuşmak için kullanırız. O hâlde mantık kitaplarındaki “düşünen canlı” tanımını gerçekten de tam tanım olarak kabul etmek yerine tam tanım hakkında konuşmak için verilmiş bir örnek gözüyle bakabiliriz.
Kaldı ki tanım teorisini kabul etmeyen biri için “insan düşünen canlıdır” tanımı bir tanım değil adsal bir ifadeden (şerhu’l-ism) öteye geçmez. Bu “biri” Fahreddin er-Râzî’dir. Râzî, bir sürü mantık kitabı yazsa da ve her birinde tanım teorisine yer verse de son eserlerinde tanım teorisinin mümkün olmadığını kabul ederek mantıksal tanımların yapılamayacağını savunmuştur. E, peki “düşünen canlı” örneğine ne diyeceğiz? Râzî’ye göre bu ifade, insan lafzının başka kelimelerle ifadesinden öte bir şey değildir. Yani ortada bilinen kavramlardan türetilerek varılmış bir meçhul yoktur. Zira kavramsal türetim diye bir şey yoktur. Biz insan kavramına ilişkin bilgimizi herhangi bir türetim aracına yani beş tümele başvurmadan bedihi olarak biliyoruz. Kavramların tanımlanması diye bir şey olmadığına göre insanın düşünen canlı olması onu tanımı değil farklı kelimelerle ifade edilmesidir.
Son olarak, bir şeyin tanımlanamayacağını veya tanımlanabileceğini kabul eden iki farklı- zıt yaklaşım olduğunu söyleyebiliriz. Ek olarak, bir şeyin tanımlanabileceğini fakat özünün, kendinde nasıl bir şey olduğunun bilinemeyeceğini kabul edenler de vardır. Onlar için düşünen canlı örneği, evet bir tanımdır. Hatta insanı kendi dışındakilerden tamamen ayırmaktadır. Fakat gerçekten de insanın kurucu unsurları yani özüne ilişkin parçaları ortaya koyabilmiş midir bilinmez. Bu yaklaşımdakilere göre kendinde şeyin ne olduğunu bilmek haddimiz değildir, sınırlarımızı aşmaktadır.
Dr., İstanbul Medeniyet Üniversitesi, Felsefe