Sayı 49


18 Ekim 2016

Giriş Akıl/bilgi ve ahlak/eylem arasındaki ilişkiyi kolayca cevaplayabilir miyiz, yoksa üzerinde yapılan onca tartışmaları dikkate alarak bu soru bizde bir bıkkınlık duygusu ve onu takip eden umutsuzluk mu meydana getirir? “Akıllı olmak aynı zamanda ahlaklı olmaktır.” diyebilmek kadar “akıl ve ahlak arasındaki irtibat zorunlu değildir.” de diyebilir miyiz? Bu konu üzerinde yapılmış tartışmaları dikkate alırsak…

18 Ekim 2016

Kâinatı, tabiat olaylarını, beşerî ve sosyal fenomenleri akıl yoluyla kavrama, açıklama teşebbüsü olarak felsefi düşüncenin ilk örneklerinin, günümüzden yaklaşık 2.500 yıl önce Anadolu topraklarında, Ege kıyılarında ortaya çıktığını biliyoruz. Kendilerinden önce mitoslar aracılığıyla anlamlandırılan çeşitli göksel ve doğal olayları, “tabiat filozofları” adıyla anılan bir grup düşünür rasyonel yollardan açıklamaya teşebbüs etmiş ve bu sayede hem…

18 Ekim 2016

Aristoteles Metafizik isimli eserine şu meşhur sözlerle başlamaktadır: “Bütün insanlar doğası gereği bilmek isterler.” Fakat bilgi nedir ve nasıl bilebiliriz? Bu sorular felsefe tarihinde çok farklı şekillerde sorulmuştur. Bilgi incelemesi denilebilecek epistemolojinin geçmişte büyük filozoflarca nasıl şekillendirildiğini görmek modern kültürde bilginin oynadığı rolü anlamamıza yardım edecektir. Felsefi gelenekteki belli başlı yaklaşımlara göre bilgi kesinliğe eştir….

18 Ekim 2016

İkinci Cinsiyet kitabının 1949 yılında yayımlanmasıyla Simone de Beauvoir kadın ve kadının erkekle ilişkisi üzerine modern bir söylem başlattı.1 Kitabında Beauvoir şu temel soruyu sordu: “Kadın nedir?” Beauvoir’un cevabı kadının koşullarının karmaşık ve derin bir analizini ve kadının içinde yaşadığı kültürle ilişkisini yansıttı. Bu analizle vardığı sonuç, insanın Ben ve Öteki’ne göre tanımlandığıdır. Erkek/insan Ben’dir,…

18 Ekim 2016

İslam düşünce geleneğinde Gazzâlî iki önemli özelliğiyle tebarüz eder. Bunlardan biri, bütünlük arayışı, diğeri kesinlik arayışıdır. Her iki özellik de Gazzâlî’nin hayatında bir bilgi sorunundan ziyade varlık sorunu olarak kavranır yahut öncelikle varlık sorunu olarak değerlendirildiğinde anlaşılabilir. Bu sebeple bütünlük ve kesinlik arayışı, Gazzâlî’nin hayatında aşağıda ele alınacağı üzere bir yöntem sorunu olmaktan ziyade hakikat…

18 Ekim 2016

Kur’ân-ı Kerîm (18/60-82) Hz. Musa’ya dair İncil ve Tevrat’ta bulunmayan müstesna bir kıssayı bize haber vermektedir. Bu kıssa Hz. Musa’nın, “yeşil birisi” anlamına gelen Hızır ismindeki esrarlı zat ile yolculuğunu anlatmaktadır. Kıssaya göre, Allah Hızır’a rahmet ve ilm-i ledün vermiştir. Bu kıssaya benzeyen bir Hristiyan (Melek ve Keşiş) hikâyesi ile dördüncü yüzyıl hahamlarından Yehoşua ben…

22 Ekim 2016

Felsefe adında bir etkinliğin İslam coğrafyasına girişi ve bugün kendisine “İslam felsefesi” şeklinde atıfta bulunduğumuz felsefi bir geleneğin oluşumu, VIII. yüzyılın ortalarından itibaren Bağdat merkezli olarak sistematik bir hâl alan tercüme hareketi sayesinde gerçekleşmiştir. İslam fetihleri sonucunda Müslümanların hâkimiyetine giren İran’dan Mısır’a uzanan kadim medeniyet havzasında, o dönemde canlı bir felsefi faaliyetin varlığından söz etmek…

25 Ekim 2016

İhtisastan Rekabete Otorite krizi, modern dünyanın ana krizidir. Arapça rubûbiyet denen otorite, “sözünü geçirmek” demektir. Burada “söz” ilim, “geçirme” emir, dolayısıyla rubûbiyet=otorite, ilmi icra emri demektir. Ancak yaratan yarattığına buyurabileceğine göre buyurma hakkı nihai olarak Allah’a aittir. Fakat Allah, ulûhiyet ile beşeriyet arasındaki nitel farklılıktan dolayı doğrudan değil, bir risalet (melek, resul, âlim) zinciri aracılığıyla…

01 Kasım 2016

Bütün düşünme faaliyetleri bir bağlamın içinde meydana gelir. Bir medeniyetin etraflı bağlamına ise çoğunlukla “dünya görüşü” denir. Dünya görüşü, o medeniyet için normatif olan düşüncenin sınırlarını ve kalıbını temin eder. İnsanların büyük bir çoğunluğu bu dünya görüşünü hazır bir şekilde kabul ve bunun sağladığı düşünce kalıplarına riayet ederler. Kendi dünya görüşlerinin sağladığı hakikatlerin altında yatan…

02 Kasım 2016

Modern/ultra-modern çağlar, bilgi ile hakikat arasındaki bağların kopmaya yüz tuttuğu zamanlar oldu. Bir yandan nicelik açısından ve her birinin belirli bir pra(gma)tik uygulama/çıkar değeri olan “bilgiler” çoğalırken; öte yandan, o bilgilerin insanın hakikat arayışında nereye yerleşebileceği meselesi gittikçe belirsizleşti. Bilgi yığını, kendisine ruhunu ve ilkesini verecek olan asıl bilginin hakemliği olmayınca, giderek gücün, iktidarın ve…