Yazı Arşivi
Ahmet Haşim’in Franfurt Seyahatnamesi adıyla basılan gezi notları, bir tülün ardından bakan bir çift gözün bir hendese şehrinden geçişinden geride kalan müstesna metinlerdir. Bu tül, gerçeği güzelleştiren, ona olduğundan daha fazla anlam yükleyen, hayalin imkânlarıyla onu yeniden inşa eden zihinsel çabanın vazgeçilmez estetik peçesidir. Onun sayesinde insan/şair dünyayı katlanılabilir, hatta yaşanılabilir hâle getirir… Onu kendinden…
Hindistan kamuoyu, gözünü epeydir kapitalist gelişmenin geleneksel sosyal dokuyu ve değerlerini tehdit edip etmediği sorusuna dikmiş bulunuyor. Sömürgecilik karşıtı mücadelemiz boyunca, Gandi ve Tagore gibi düşünürler, İngiliz yönetiminin Hindistan’da oluşturduğu düşünce veya kurumların doğasını ağır bir biçimde eleştirdiler. Bunların yerine, insani gelişimin alternatif ve toplumsal hayatı daha kolaylaştıran kalıplarını öngördüler. Bu meseleler, bağımsızlık sonrası Hindistan’ında…
Pek çok farklı nedenden dolayı Hintli Müslümanlar, küresel ölçekte, tüm Müslüman dünyası içinde ayrıcalıklı bir konuma sahiptir. Öncelikle belirtmek gerekir ki, çok küçük bir yönetici elit, günümüzde Avrupa’daki bazı ülkelerde ve başka yerlerde aksi iddia edilse de, Hint topraklarının sınırları dışından gelen göçmenler değildir; ikincisi, azınlık olmalarına rağmen, en çok Müslüman nüfusun bulunduğu Endonezya’dan sonra…
Günümüzde pek çok kişi Türklerin Hindistan’da 650 sene hüküm sürdüğünü, insanlığın yüz akı bir medeniyet kurduğunu, iftihar kaynağımız olması gereken yüzlerce mimari eser ve kurum bıraktığını ama hepsinden önce savaşlar yüzünden bir türlü istikrara, huzura ve refaha kavuşamamış, farklı din, dil, kültür ve etnik yapıya sahip milyonlarca insanın tarihlerinde ilk defa olabildiğince barış içinde birlikte…
Bugün yedi milyarı aşan dünya nüfusunun %30’a yakın bir kısmı Müslümanlar’dan oluşuyor. Hz Âdem’in çocukları olan insanlık soyu belki de en fazla Asya kıtasında birbiri ile karışmış ve kaynaşmıştır. Asya içerisinde bir kıta gibi duran, hatta genişliği ve tarihsel önemi sebebiyle bazılarınca “Alt Kıta” diye adlandırılan Hindistan Yarımadası’nın bu geniş coğrafyada ayrı bir yeri vardır….
Geniş coğrafyası, uzun bir zaman diliminde teşekkül etmiş karmaşık kültürel yapısı ve etnik zenginliğiyle mukayese edildiğinde Hindistan, nadiren büyük düşünür yetiştirebilmiş bir İslam coğrafyasıdır. Bu kısırlığın akla gelebilecek sebepleri arasında İslam’ın merkezî karasından uzaklık, din bilimlerini anlamada ortaya çıkan “dil” sorunu kadar, geniş kıtanın –Muhammed İkbal’in eleştirilerinde de yer alan- “yorgunluğu” zikredilebilir. Coğrafyalar ile insanların…
1963 yılında Hint Edebiyatı isimli çalışması ile meşgul iken günlüğüne şunları yazar Cemil Meriç: Tanımıyoruz Hint’i. O ülkeye en büyük hükümdarını armağan eden Türk, Hint’i tanımıyor. Tanımıyoruz Hint’i. Ekber’e rağmen tanımıyoruz. …Elbiruni fikir hazinelerini taşımış Doğu’ya, Yunan felsefesiyle Himalaya bilgelerinin felsefesini karşılaştırmış, İslâm tasavvufuyla Hint tasavvufunu kaynaştırmış. Elbiruni’ye rağmen tanımıyoruz Hint’i. Tarihin bütün kör düğümlerini…
Her ne kadar Hindistan ve Avrupa arasındaki ilişki İskender öncesi döneme kadar götürülebilirse de, Batılı akademisyen ve düşünürlerin Hint kültürünün, dininin ve felsefesinin önemini kavrayabildikleri söylenemez. Ünlü İngiliz filozof John Locke (1632-1704) Hintli düşünürleri “bilmedikleri şeyler” hakkında konuştukları için küçümsemektedir. 18. yüzyılın ünlü İskoç deneyselci filozoflarından David Hume (1711-1776) Hindistan’daki düşünürleri “zavallı Hintli filozoflar” diye…
Hoşgörü nedir? Hoşgörü, hoşgörüsüzlüğünün zıddıdır. İngilizce herhangi bir sözlüğe bakacak olursanız size, hoşgörünün, ötekinin inanç veya teamüllerini tanıma ve bunlara saygı duyma yeterliliği olduğunu söyleyecektir. Hoşgörü, toplumsal hayatta oldukça değerli bir husustur. Hayata bakıldığında, insanlar arasında pek çok farklılık olduğu görülecektir. Hâl böyleyken, insanlar eğer kendi zihin kalıpları doğrultusunda hareket ediyorlarsa, bu durum şiddete götürebilecek…
Kafka, ‘‘Bir Dilenciyle Konuşma‘‘ adlı hikayesinde, hikayenin kahramanı olan dilenciye; kendi içimde canlı olduğuma ikna olduğum hiçbir zaman olmadı, dedirtir. Varolduğuna hiçbir zaman tamamiyle ikna olamamış olan Kafka’nın kendi trajedisidir kuşkusuz anlatılan. Kafka’nın diğer hikayelerinde olduğu gibi. Kişinin (kendi gözünde) var olabilmesi için önce ötekinin gözünde var olması gerekir. Zira varlık hissi, bu varlıktan haberdar…