Yazı Arşivi
İstanbul, dünyanın hafızasına kendisini bir kubbeler ve minareler şehri olarak nakşetmiştir. Marmara Denizi’nin beyaz tüller içinde eriyen mavi ufuklarına ilk ‘‘elif’’i çeken minareler ise, elbette ki, Feth-i Mübin-i Konstantiniyye’yi gerçekleştirerek, Allah’ın Sevgilisi’nin verdiği müjdeyi tarihe yazan kutlu Kumandan’ın camisinin minareleri olmuştur. Fatih Camii Külliyesi, tohumları kısa zamanda nesim-i nevbaharla etrafa yayılan muhteşem bir çiçek gibi,…
MP: Klasik edebiyatımızın hep aynı imgelerle üretilen bir tekrar edebiyatı olduğu iddia edilir. Klasik edebiyatın dinamikleri nelerdir ve neden yeni bir dile ihtiyaç duymaz? BA: Klasik edebiyatın hep aynı imgelerle üretilen bir tekrar edebiyatı olduğu, Tanzimat’tan sonra seslendirilmeye başlanan, Cumhuriyet döneminde ise Osmanlı’yı her alanda olduğu gibi edebiyatta da hafızalardan silmeyi hedefleyen ve zamanla kullanışlı…
Eskato-lojik adlandırmaların revaç bulduğu bir çağda yaşıyoruz: Sürekli bir şeylerin “son”unun (Gr. eskhatos) ilân edildiği ve lâkin son/landırma merakının bir türlü son bulmadığı bir çağda. Kim bilir belki de tüm çağlar böyledir. Hatırlanacağı üzere Heidegger, “sona-doğru-varlık” (Sein-zum-Ende) olarak tanımlıyordu insanı. Yerinde bir tanımlamaysa bu, insan denen ölümlünün âkibeti/ni merak edişi, giderek bu merakın insanın aslî…
İnsanın bir ‘‘şeyler’’ üretme serüveni hesaba gelmez bir süredir, belki de binlerce yıldır devam etmektedir. İnsan kadim zamanlardan bu yana, belki de var olduğu ya da varlığını idrak ettiği ilk günden beri inşa etmiş, yazmış, çizmiş ya da söylemiş, kısaca farklı şekillerde sürekli üretimde bulunmuştur. Başka bir deyişle varoluşunu hep sanat ile birlikte devam ettirmiştir….